ÜLKE ÜZERİNDE OYNANAN OYUNLAR TARİHİDİR!?
Eklenme: 8/6/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Malumunuz üzere aylardan beri hükümetin almış olduğu demokratik açılım hareketi adım adım ilerlemektedir. Sayın Başbakanın Türkiyenin geleceğini uzaktan gördüğü açık ve nettir. 19. Asrın sonlarından başlamak üzere yani 1880li yıllardan itibaren batı emperyalizminin hegemonyasını İslam dünyası üzerine kurmak için İngiliz devleti tarihi oyunlar sergilemiştir. Yanına Fransa ve İtalyayı da alarak kocaman bir Osmanlı devletini yıkabilmiştir. Sultan Abdülhamitin 1909da tahttan azledilip indirilmesi onlar için yeni bir süreç oldu. Ve İttihat Terraki hükümeti kuruldu. Böylece İslam dünyası üzerine çok büyük entrika ve emperyalizm hareketi gerçekleştirilmiş oldu. İttihatçıların birebir devşirme oldukları bilinen bir gerçektir. Dönme ve devşirmeden oluşan İttihat ve Terraki hükümeti Siyonist emperyalizminin hegemonyasına girmiş, gizliden gizliye Hilafeti İslamiyeyi hedef almış ve Hilafeti İslamiyenin kaldırılmasıyla İslam dünyası bölük pörçük edildi. Haçlı emperyalizm de böylece kendi hedefine ulaşmış oldu. Takdir edersiniz ki; Birinci dünya savaşından sonra mağlup düşen Osmanlı Devleti bir daha kentini toparlayamadı. Neden de; "bu devşirmelerin" kemirgen misali "Devlet" kademelerine sızmasıydı. Ki bunun ilk basamağı da "Misyonerlik" faaliyetiydi. Çünkü "Ağacın kurdu ağaçtan olmasa ağaç çürümez." İşte bu paralelde Hilafeti İslamiyeyi yeryüzünden sildirip Arap dünyasını ırkçılık zehriyle aşılama faaliyetlerini gerçekleştiren emperyalist ülkeler baştanbaşa hazırladıkları plan ve proje misyonerlik üzerine kurulmuştur. Bu misyonerlik faaliyetinin hedefine ulaşabilmesi için gerek içten ve gerek dıştan çok keskin, aktif, hareketli elemanları seçmişlerdir. Özellikle Osmanlı bünyesine yerleştirilen gizli ekip tümüyle İttihatçıların bünyesinde gelişmiş, oluşmuş, yetiştirilmiş ve İslam dünyasına yayılmışlardır. Suriye, Irak, Kuveyt, Lübnan, Filistin hatta Suudi Arabistana kadar Arapları Arap ırkçılığıyla ravlanslar gibi ajanlarla aşılamıştır. Rivayetlere göre Yahudi ırkından gelen bir hayli dönme ve devşirme insanları da Türkiyenin içine sızdırmışlardır. Özellikle ve öncelikle masonluk ideolojisini oluşturmuşlar ve o paralelde insanları yetiştirmişlerdir. Bu oluşumun, bu sinsi ve gizli hareketin tek hedefi Müslüman Arapları "Arap ırkçılığıyla" aşılamak olmuştur. Ve başlangıç hareketi Hilafeti İslamiye dönemine dayanmaktadır. Hilafeti İslamiyenin tabiatıyla hulafei raşidinden Emevilere kadar, Emevilerden Abbasilere kadar ve Abbasilerden Osmanlılara kadar süregelmiştir. Bu tarihin ana kaynağı Arap topluluklarından meydana gelirken "Osmanlıya iş düşmez, Hilafetinizi Osmanlılardan, Türklerden alın ki kurtuluşa eresiniz" ırkçı bir politika enjekte etmişti. Onlar için; mühim olan Arap kavmiyetçiliğinin gerçekleşmesi. Böylece otomatik olarak karşılarına Türk ırkçılığı gelişir. Ve Arap ile Türkler karşı karşıya gelerek, istenilenin "elde" edilmesiydi. Milletler arasında bu coğrafyada ırkçılık galibiyeti, ırkçılık misyonu gerçekleştirildiğinde otomatik olarak laiklikçilik anlayışının da ortaya çıkması kaçınılmazdı. Nitekim de öyle oldu! 1910da bu projeler Osmanlının bünyesinde oluşurken bina temeline yerleştirilmiş patlayıcı madde gibi deyim yerindeyse devlet binasını yerle bir ederek altını üstüne getirmiştir. 1910da Kahirede misyonerlik faaliyeti devlet bünyesinde gerçekleştirilmiş ve o tarihte misyonerlik kongresi yapılmıştır. İslam Batı dünyasını tehdit etmektedir. Bir yandan batı dünyasını tehdit ediyor, öbür yandan da Japonya, Çin, Kore gibi diğer devletleri de putçuluk zihniyetiyle devletlerini kuranları tehdit ediyor diye Mısırdaki o kongreden böylesi bir karar çıkıyor. Emperyalist ülkeleri bu olayın üstesinden nasıl gelecebileceklerini ve İslam gerçeğini nasıl ortadan kaldıracabileceği düşüncesiyle Misyonerlik faaliyetlerine "olmazsa olmaz" olarak bakmışlardır. Osmanlı İslam Hilafeti yıkıldıktan sonra kendi kendine itiraf ederek; "Bizim için bugün artık en büyük tehlike Hilafeti İslamiyedir. Biz ne yapıp edip, bunu yıkmalıyız. Kendi halklarına bunu unutturmak için ne yapmalıyız?" diye harekete geçiyor. İşte belge Yüzyıl önce yıkılan bir İslam Hilafeti ve dağılan bir İslam dünyasının başına ördürülen çorap o gün neyse bugün de aynısı icra edilmek istenilmektedir. Hatta ve hatta daha dik alası söz konusudur. Ama ne çare ki; cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar gelip giden hükümet ve iktidarlar ya bunu idrak etmemişler ya da işlerine böyle gelmiştir. Deyim yerindeyse bu ülke, bu ümmet bila istisna Türk olsun, Kürt olsun, Arap olsun, Laz olsun, Çerkez olsun, her ne olursa olsun sömürülebilmesi için öncelikle bireylerini İslamdan uzaklaştırmakla olabilir düşünce hâkimiyetini sürdüre gelmiştir. Bu millet dostunu, düşmanını tanıyor ise de fakat otoritelerin hegemonyalarıyla susmayı yeğlemiştir. Yoksa bu millet haksızlığa karşı sükût eden dilsiz şeytan değildir; ama ne çare ki eli nereye kadar yetişir? İttihat ve Terraki Cemiyetinin bir uzantısı durumunda olan bir CHP anlayışı bizim bu söylediklerimizi, yazdıklarımızı kanıtlamaktadır. İttihatçıların Selanikten yola çıkan hareket ordusunun yaptığı neyse aynı o paralelde o uzantısının TSK bünyesinde oluşturduğu masonik, darbeci, cuntacı, andıçlama zihniyetleri aynı misyonu taşımaktadır. Artık gaflet uykusuna dalmaya gerek yok. Son YAŞ toplantısında Başbakanın aldığı tavır tarihi bir olaydır. Yüreğine sağlık! Artık yasaların gölgesinde hareket eden hükümet balyozcuları affetmedi. Ve milletin yüreğine de su serpti. Bu paralelde diyoruz ki; doğulusu olsun, batılısı olsun, Kürdü olsun, Türkü olsun her ne ırktan olursa olsun ırkçılık ve kavmiyetçilik anlayışını bir tarafa bırakarak, anayasanın değişikliği için yekvücut olarak "Evet" demeleri ülke ve millet içindir. Elbette ki bu tarihi bir fırsattır. Birilerinin dümen suyuna düşerek gaflet uykusuna dalmakla hayır çeken her kim olursa olsun rozi mahşerde Allah huzurunda o ağır vebalden kendini kurtaramaz. Sandık başına giderken herkes ama herkes öncelikle kendisinin ne olduğunu, neye çalıştığını düşünerek oyunu kullanması gerekir. Eğer ben müminsem, Allaha ve bir hak dinine inanıyorsam, küfrün, şirkin, zorbalığın, dayatmanın bir unsuru durumunda olan bu anayasanın kaldırılması için "Evet" demem gerekir demelidir. Eğer bir mümin inancını yitirmemişse, siyasetin ve menfi kavmiyetçilik hastalığına yakalanmamışsa illaki "Evet" demesi lazım. Bu "Evet" kavramı imanın, inancın ve insanlığın delilliğinden çıkması gerekir. "Evet, ben müminim" diyen herkesin mutlaka buna "Evet" demek zorunda olduğunu hissetmesi gerekir. En derin saygılarımla.