ÜLKELERİ BATIRAN BATIL REJİMLER!? (III)
Eklenme: 3/30/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Ülkeleri batıran batıl rejimler başlıklı yazı serimizin bugün üçüncü günündeyiz.

Bilindiği üzere, geçmiş iki gün boyunca yazımızın ana çizgileri ülkemizdeki, özellikle siyaset alanında "yaşanan kirlinmelere" dairdi… Yani politikanın "ranta" dair işlediği..

Ki ister iktidar, ister muhalefet olsun hiç fark etmez.

Hep ifade ederim…

Mühim olan demokratik, hukukun üstünlüğü çerçevesinde bu memlekete hizmet edilsin.

Bu hizmet gözle görülür elle tutulur bir hizmet olduğu takdirde halk zaten destekler ve bütün imkanlarını seferber eder, o hizmeti veren siyasi partileri de iktidara getirir.

Böylece ülkemiz ‘’ülkeleri batıran rejimler'den" olmayıp ülkelerini batırmayan adil rejimlerin sırasına geçmiş olur.

Ama birileri iktidara geldikten sonra halkı tanımazlıktan gelerek, dünkü yazımızda da ifade ettiğimiz gibi TBMM’ye giren bazı parlamenterler gibi.

Ne oldum delisi pozisyonuna girip, başı göklere değer vaziyeti alırsa..

Sadece rant, çıkar, kişisel menfaat, ihale peşine düşerse…

Bakanlara karşı güzel dil dökme ve bakanlıklardan yer edinme pozisyona girerek, amacı sadece devlet ihalelerini koparmak ve elde etme çabası taşıyorsa böylesine rantiyeciler partilere kar yerine zarar verir diye önceki yazımızda belirtmiştik.

Hiç kuşkusuz ki, kendilerine ve yandaşlarına ihaleleri bakanlıklardan koparıp gününü gün etme sevdasında olan o parlamenterlerden de bu millete hayır gelmez.

O siyasi partiye de hayırları olmaz.

Hani dünde demiştik ya ‘’ ŞÜYU U VUKUUNDAN BETERDİR’’ misali..

Eğer hem kendisini, hem de partisini rant şayialarından kurtaramıyorsa o kişi o partiye zarar vermekten başka bir şey yapmıyor demektir.

Partinin üst düzeyindeki etkili ve yetkili insanlar eğer o insanları oy bahanesiyle partinin bünyesinde barındırıp tüm ayıp ve kusurlarını görmezlikten gelirlerse, o zaman meşhur bir söz devreye girer ‘’ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün..’’

Bu sözün muhtevası dışına çıkmış olurlar ki kendilerini artık millete inandıramazlar.

Hal böyle olunca da o siyasi parti halk nezdinde hızla itibar kaybeder..

Güvenilmez olurlar.. Ki halkı bir daha inandıracak duruma gelemezler…

Hulasa bahse konu olan gerçek siyasetin temel görevi halka hizmet ise hakkı da unutmamak gerekir.

Eğer hem hakkı, hem de halkı unutarak arka plana atan bir siyaset hiçbir zaman halka da yarar getirmez, hakkı da tanımaz duruma düşer ki en tehlikeli bir yörüngeye sapmış olur.

Sözü ile özü birbirini tutmaz.

Sözün kısası başlık olarak kullandığımız "ülkeleri batıran batıl rejimler" pozisyonuna düşerler ki o oluşumların yoklukları varlıklarından daha yarar getirir?

Evet, sevgili okurlar.

Devletin dizginini eline alan siyaset, milleti yöneten siyasetçiler, her şeyden önce milli irade duyguları paralelinde adım atmaları gerekir.

Milli irade duyguları ise milletin kültürü, yaşamak istediği tarihi kültürtür, inançtır, din, ahlak ve dürüstlüktür.

Bunları oluşturmayan bir siyaset hiçbir zaman haktan, hukuktan, adaletten, demokrasiden dem vuramaz.

İşte, yıllardan beri aynı pozisyonunda aynı stil üzerine siyaset yapmak isteyen Cumhuriyet Halk Partisinin hali pür melali ortada.

1950’lerden günümüze dek bir türlü iktidara gelemiyor.

Neden?

Zira hep halkla ters düşmüştür.

Yani halkın inancıyla ters düşmüş bir siyasi kuruluştur.

Halka zulüm etmiştir.

Ülkede anti demokratik, hukuk dışı, mezalim uygulamaları gerçekleştirmiştir. Hem de 1950’lerden önceki dipçik ve şeflik döneminde olduğ gibi.

Yani tek kelimeyle ifade etmek gerekirse bu halk demokrasi istiyor.

Siyasetin ve siyasetçilerin, halkın karşısına ilkeli bir şekilde çıkmalarını istiyor.

Özellikle halk, yek vücut olarak müreffeh, ahlakı düzgün, huzuru yerinde, ekonomisi sağlam, mutlak bir barış ve kardeşlik havası içerisinde yaşamak istiyor.

Hani derler ya;

Kazasız, belasız, kavgasız, kan dökülmeden, kimin ne yaptığı yanına kar kalmadan, millet adına hak ettikleri cezai müeyyideleri gerçekleştirilmesini bu halk istiyor.

Bu olmadığı takdirde parlak nutuklarla halkın karşına çıkıp edebiyat yapmak çözüm getirmez..

Parlamenterlerin mecliste birbirlerine bağırıp kavga etmelerinden bu millet artık bıkmıştır.

Ülke insanı müreffeh bir ülkede olmak istiyor.

Bunun yolu da mevcut anayasadan değil, ter-ü taze mükemmel milli bir anayasadan geçiyor.

Milli bir anayasa olabilmesi için hazını Kuran-ı Kerim’den almalıdır.

Kaynak olarakta ilahi adalet ve o yüce İslam Peygamberi Hz. Muhhammed’in(S.A.V) sünneti seniyesi olmalıdır.

O olmadığı takdirde her şey laftan ibaret olur.

Kandırmacadan ibaret olur.

Kimin ne yaptığı yanına kar almış olup böylece bu ülke kendini sağlıklı bir yere taşıyamaz durumuna düşer.

Öyle değimlidir ki?

Sevgili okurlar.

Dün ve önceki günkü yazımızda da kaynak göstererek ifade etmek istediğimiz konuların başını çeken 4 yıl içinde ülkemizde özellikle kamu kurum ve kuruluşlarında yüksek bir dolandırıcılık ve yolsuzluk potansiyeli yaşandığını, biz buradan aktarmıştık.

Hak, hukuk kavramı ne yazık ki solda sıfır gibi.

Kim ne yapıyorsa yanına kar kalıyor.

Bakınız haftalık 50 liraya çalışan Suriyeli bir çocuğun 50 lirasını elinden alıp başını kesebilecek bir rezaletle bir vahşetle Türkiye sarsıldı.

Bir diğeri devletin en sağlam kurum ve kuruluşlarının başında gelen SGK kurumunun elle tutulup gözle görülebilen bir şekilde dolandırıcılıkla halktan haram para kazanma çabası..

Devlet Su İşleri ve Karayolları gibi devletten müteahhitlere fazla para kazandırmak üzere sağ edip, sol edip projelerin muhtevalarını değiştirmek gibi yolsuzluk ve usulsüzlüklerin yaşanması..

Ayrıca masum günahsız 10 yaşındaki Beratcan’ın katilinin kan donduran ifadeleri.

Ve bu katilin annesiyle gayrı meşru bir hayat yaşaması..

Beratcan "bunların iğrençliklerini gördüğü için babasına söylemesin" diye onu ortadan kaldırmak için öldürülmesi gerekiyor düşüncesiyle bu masum çocuk, bir cani tarafından katediliyor.

Ki katilin itirafına göre annesinin direktifi altında bu cinayeti işlemiş..

Ve bunun gibi daha sayısızca örnek verebilecek medyaya yansıyan günlük haber akışları..

Terör her gün biraz daha kabararak can alıyor.

Ülkede 90 yıldan beri haksız yere dökülen kanlar…

Buradan sayamadığımız nice nice anti demokratik zorbalıklar, yolsuzluklar, usulsüzlükler, haram yemeler ve şeytanların yakınlarına verdikleri tavsiye mesajları gibi rejimin bünyesindeki hukuk adına devlet adına, rejim adına yapılan kötülükler, münkerat’lar (gayrı meşru kirlenme) ve milletimizin kültürüne, tarihine, inancına örf ve adetlerine uymayan ve hiçte yakışmayan olumsuzlukların resmiyet adına olumlulaştırma gibi rezillikler.

Oysa ki;

Bir toplumun, bir ülkenin, bir devletin, kendi toplumu ile el ele vererek ilkeli bir biçimde yola çıkarak ülkeyi müreffeh ve mutlu bir ülke haline getirebilmek için o ülkenin, o milletin tarihine, kültürüne, inancına, ahlakına uygun yasaların var olması lazım.

Edepsizlerin yaptıkları edepsizlikler yanlarına kar kalmamaları şartıyla devletin harekete geçip yasaları uygulamasıyla o millet rahat nefes alır.

Ama hey hat ne yazık ki tam tersine.

Suçlar oldukça çoğalıyor.

Suçluların potansiyeli her gün biraz daha kabarıyor.

Hırsızlık, fuhuş, zina uyuşturucu, gibi kirlenmeler?

Ve daha neler neler?

Ne yazık ki dolaylı yollarla, değişik pozisyonlarla resmiyet bunlara zaman zaman da göz yumuyor.

Adeta meşrulaştırılıyor.

Yani Beratcan’ın annesi ile dostu gibi.

Alan memnun veren memnun olunca şikayetçi olmayınca o zina yasalar çerçevesinde meşruiyet kazanıyor.

Mahkemeye gidilirse müşteki olmayınca serbest bırakılıyor.

Eğer Beratcan onların yaptıkları o ahlaksızlığı piyasaya deşifre etmemesini kanıtlamış olsaydılar bu masum çocuğun katline girmezlerdi.

Yani kamuoyu nezdinde rezalet skandalı deşifre edilmesin diye bu işi yaptılar, yoksa yasaların korkusundan değil.

Zaten yasalarımız zinaya bir şey demez ki!

Tabiri caizse alan memnun veren memnun olunca hukuk orada durar ve susar.

Maşallah nazar değmesin demekten başka bir şey diyemiyoruz

Hele bir de Sirkat yani hırsızlığa, rüşvete, yolsuzluğa, gelelim.

Bunun da neredeyse yüzde 70/80 gibi bir oranı, eski tabirle deavi-i devriye denilen (devlet dairelerinde) gerçekleşiyor. Ve yapılan yapanın yanına kar kalıyor.

Ondan sonra büyük bir potansiyelle halkın oyunu alıp iktidara gelen Siyasi partiler, Başbakanlar, Cumhurbaşkanları, iktidar, muhalefet hepsi el birliğiyle bu kirlenmelerin üzerine gitmesi gerekirken, maalesef…

El ele vermiyorlar, ittifak etmiyorlar, köhne bir anayasayı dahi değiştirmekten aciz bir haldedirler..

Hal böyle olunca, millet ne yapsın?

En saygı ve sevgilerimizle