ÜLKELERİ BATIRAN BATIL REJİMLER!? (V)
Eklenme: 4/1/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbetimizin son bölümünü şu paragrafla sonlandırmıştık.

"Bu ülke herşeyden evvel istikrar ister.

Yani toplumsal bir huzur ve milli bir dayanışma ister.

Ve bu ülkede tarihi ecdatlarının kahramanlıklarının örnek alınarak yola çıkılmasını istiyor.

Ki, Ülke istikrarsızlıktan kurtulmuş olsun...

Aksi takdirde iktidarın bünyesinde nemalanan ihale komisyoncuları olan bay yüzde oncular, siyasetin içinde var oldukları müddetçe bu ülke bir yere gidemez?

Ne huzur, ne barış, ne istikrar ne de milli bir bütünlüğün varlığı düşünülemez, söz konusu da olamaz" demiştik.

Dünkü âcizane bu uyarılarımız paralelinde bugünde daha uyarıcı, daha yapıcı bazı eleştirilerimiz olacaktır.

Gerek bölgeyle ilgili, gerek ilimiz Diyarbakır ve ilçeleri ile ilgili olsun ve gerekse Türkiye geneli olsun her nerede olursa olsun, bu anayasa ile bu yasalarla, bu anlayışla, ülke bir yere gidemez.

Terör de bitmez.

Bilakis daha fazla azgınlaşır.

Nitekim dün yine saat 17.00 sularında Diyarbakır’ın en işlek bir semtinde yani Metro Kavşağında, bombalı bir araçla polis servisine saldırı düzenleniyor.

Bilanço ağır.

7 polis memurumuz şehit.

14'ü polis, 13'te vatandaş, toplam 27 kişi de yaralı..

Patlamanın yaşandığı esnada, yazı kaleme alınıyordu.

Detaylarını bilahare hasb-i hal ederiz..

Evet, vaka hakikatten çok hazin ve üzüntü verici bir terör olayıdır.

Bu tür dehşet verici üzüntüler paralelinde, arkası kesilmeyen çok daha önemli terör olayları olabilir.

Halk tüm bu dehşet saçan terörün varlığından çok muzdarip, endişeli..

Ama herşeye rağmen, çaresizlikler yaşansa bile hayatını devam ettiriyor..

Ancak, tadı-tuzu olmayan bir hayat…

Bizler hep bu köşemizde yıllardan beri yazıyoruz. Dostça yapıcı eleştirilerde bulunuyoruz ve siyasetçileri, iktidar mensuplarını uyarıyoruz.

Aman dikkat diye..

Yalnızca Ak Parti hükümetini değil…

Doğru Yol ve Anavatan Partisi dönemlerinde ve diğer koalisyonlarda da…

Türkiye’nin ve bu coğrafyanın geleceği hakkında çok önemli uyarılar yaptık, uyarmaya çalıştık bugünde aynı "uyarıları" üzerimizdeki sorumluluk ilkesiyle, yapıyoruz.

Arap kültüründe meşhur olan şöyle bir söz var;

‘’İZA CAEL ECEL AMİYEL BASAR.’’

"Ecel geldiği zaman gören göz kapanır."

"Ne yaptığını keşfedemez ve şaşkınlıklar içinde dolaşır gider. Ama ecel kervanının çıngırakları çaldığı zaman da artık iş işten geçer."

Ne yaparsan yap, döndüremezsin.

İşte, ülkemizde olup bitenler de bundan ibarettir.

Ve ne yazık ki tehlike çanları çalıyor.

Zira olay 12 Eylül 1980'li yıllar gibi.

Yani 11 Eylül ile 12 Eylül arasında ne kadar yakın bir zaman varsa ülkenin başına gelebilecek senaryolarda o kadar yakındır.

Tehlike çanları her an çalabilir.

11 Eylül’de terör odakları vardı ama 12 Eylül’de kökten kesildi.

Demek ki 12 Eylül’ü hazırlayan darbe ekibi bu planlarını önceden hazırlamıştı.

Keza 27 Mayıs 1960 darbesi de aynen bu şekildi.

Bu olayları burada aktarmamızın sebebi Ak Parti iktidarının terörle mücadele stili hakkında gördüğümüz, duyduğumuz bazı endişe veren olaylara dikkat çekmektir.

Ülke öyle bir hale geldi ki, artık istihbarat birimlerinin çalışıp çalışmama tartışmaları söz konusu oldu.

Her Allahın günü olaylar olurken Sur’un içi halen temizlenmemişken, cansiperane çalışan polis ile TSK mensupları, illaki baldırı çıplak 3–5 teröriste karşı şehit düşmeye maruz kalması gerçekten düşündürücüdür.

Bu memlekette hani istihbarat vardı?

Hem de mili istihbarat.

Keza hani jandarma ve polis istihbaratları vardı?

Ki vardır...

Ama tüm bunlara rağmen birileri sanki bunları engelliyor gibi görünüyor.

Eskiden beri bu ülkenin başına gelen muzur olaylar, hep böyle görmezlikten gelindiği için, yaşanmıştır.

Yani istihbarat zaafı var.

Ben şahsen bu İçişleri Bakanı yerinde olsam bu tempoyla çalışamam.

Hemen istifa ederim.

Yani bir İçişleri Bakanlığı bünyesinde çalışan istihbarat birimleri olup bitenleri zamanında öğrenmiyorsa, bildirmiyorsa, ülkede iki de bir korku ve paniğe sebeb olacak olaylar meydana geliyorsa, ben o koltukta durmaya gerek duymam.

Başka ülkelerde olsa böyle devleti sarsan olaylar zinciri karşında hemen gerek İçişleri Bakanları olsun, gerek istihbarat birimleri olsun, gerek istihbarat kurumlarının başındaki yetkililer olsun; çareyi istifa etmede bulurlar ve hemen koltuğu terk ederler.

Ama bizim ülkede böyle değil.

Hani Sayın Hakan Fidan ne yapıyor?

Sayın Efkan Ala ne yapıyor?

Bu sorulara cevap bir türlü gelmiyor.

İşte sevgili okurlar.

Fazla başınızı ağırtmayalım. Batıl inançlara dayalı tağuti düzenlerin hâkim olduğu ülkelerin payidar olamayacağı kesindir.

Kesinlikle ülkelerini batırmaktan başka yapacakları bir şey yoktur.

Dün de ifade ettiğimiz gibi;

Tanzimat ve Islahat Fermanlarından günümüze kadar kandırmaca politikalarla, dışardan ithal edilen ladini unsurlar, ülkemizi ne yazık ki çok büyük badirelerle baş başa bırakmıştır.

Yakın tarihimizden okunması gereken tarihleri okuyup yüreklilikle halka anlatmamız gerekir.

Aksi takdirde mevcut rejim, mevcut siyaset bu ülkeyi huzura ve mutluluğa kavuşturamaz.

Milli benlikten, tarihi kültürden uzaklaştırılan bir ülke hiçbir zaman tez be tez kendini toparlayamaz.

İktidarın yıllardan beri Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yapılan tedrisatlar gençliği oldukça ahlaken yozlaştırmaya sürüklemiştir.

Ve gençlik fazlasıyla ahlaken yozlaşmaya ve ahlaki çöküntülere doğru gidiyor.

Bunun öğrenmesini bizden değil, mevcut Türk tarihinden de değil, biraz merak salarak yabancı kaynaklardan Türkiye ile ilgili tarihi tespitlere bakarak öğrenebilirsiniz..

Osmanlı dönemi ile Cumhuriyet dönemi arasında olup bitenleri okuyun.

Ve okumalısınız da.

O zaman gerçekler tüm çıplaklığı ile ortaya çıkacaktır.

Bu memlekete kimlerin dost görünüp, düşman olduğu ortaya çıkacaktır.

İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Gürzon’un Lozan zaferi ile (!) ilgili olup bitenleri çok derinden okumalıyız.

O zaman öğreneceğiz ki, bu ülkeye ne kadar ihanet etmiş nice sahte kurtarıcı kahramanlar görülecek ve onlarla karşılaşacaksınız.

Kurtarıcı kahraman olarak kendilerini tarihe geçirenlerin portresindeki "iki yüzlülüğü" göreceksiniz.

Tıpkı Esed’ler gibi..? Tıpkı Saddam’lar gibi…?

Ortadoğu’daki devletçiklerin başında bulunan daha nice İngiliz ajanları gibi...

Ama Türkiye’nin son dönemdeki din ve inançla ilgili tavırları hiç te iç açıcı değildir.

Bu nedenledir ki, tehlikesi daha yoğun, dost görünüpte içten tahrip kalıbı gibi hainleri araştırmak lazım, o hainleri okumak lazım.

Yıllardan beri, bölgeyle ilgili siyasi stratejisini belirtip hedefine ulaşamayan Ak Parti siyaseti gibi, iki de bir;

—Vay bu kanaat önderleri imiş

—Vay bunlar STK’larmış

—Vay bu barış süreciymiş gibi…

Yanlış politikaya aldanıpta sürüncemede kalan bir siyaset, bölge gerçeklerini yakalayamaz.

Nitekim hali âlem meydan da.

Oysaki iktidar kanaat önderleri değil de kabahat önderleri olan kimselerle tanışmış.

STK dedikleri Sivil Toplum Kuruluşları değil de, Sivil Torpil Kuruluşuymuş.

Evet, sevgili dostlar.

Bu günkü yazımıza son verirken yine şairin çok güzel bir beytini sizlere aktarmak istiyoruz.

Bu beyit çok derin anlamlar taşımaktadır.

Bakın şair ne diyor;

‘’DEVLETİN ÜS SU ESASİ DİN EDERKEN,

MÜSTAKİR KİMSELER,

İSLAMİ İSTİSHABA, OLMAZ MUKTEDİR.’’

Yani, devlete istikrar veren ve devletin temel esaslarını sağlam istikrar üzerine kuran din iken, İslam iken, birileri İslam’a yanaşmaz.

Ve İslam’ı ön plana koymaz. İşte şansızlık orada...

Devamla şöyle diyor;

"Bir zamanlardan beri bu halet oldu müstemir."

Yani bu şekil devam ediyor.

"Söyleyin Allah için bu milletin cürmü nedir?" (Günahı nedir?)

En derin saygı ve sevgilerimizle…

Hayrılı Cumalar…