ÜLKEMİZDE TARİHİ DERİN ÇETE!
Eklenme: 12/5/2013 12:00:00 AM

Sevgili okurlar.

Hakikat şudur ki;

"28 Şubat süreci", Türkiyenin hatta çağdaş dünyanın insanlık ayıbının en tarihsel çirkinliğidir.

İnsanlığın çağdaş, medeni dünyada olması gerekirken, rahat ve müreffeh bir medeni dünyada yaşaması gerekirken, tam tersine Türkiyedeki 28 Şubat sürecinin oluşturduğu çetelerin varlığı Türkiyeyi de, dünyayı da karartmıştır.

Hem de kozmik kimlikle!

Bugünkü Suriyenin baasçı, Marksist rejiminin halkına karşı beslediği kin ve açtığı savaş, ne kadar insanlığın yüz karasıysa, 28 Şubat 1997deki Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesinde çeteleşmiş ve tezghı derin kutulara bağlı iç ve dış ilişkilerin bir uzantısı olma hasebiyle varlık gösteren hain eller ve uygulamaları da bir o kadar yüz karasıdır.

çünkü varlıkları ve uygulamaları "bu milletin başına daima bomba gibi" patlamıştır.

Türkiyede

Özellikle de Doğu ve Güneydoğu Anadoluda aktif rol oynayan JİTEMe mensup subay, general ve daha üst seviyedeki Ergenekon subaylarının yaptıkları ihanet oyunları tarih sayfalarına "kara ve zalimane" leke olarak geçmiştir.

Dünya tarihinin tescilinden geçen bu 28 Şubat olayları gerçekten insanlığın ayıbıdır, yüz karasıdır, büyük skandallar zinciridir.

Kanın, gözyaşının, fitne ve fesatın.

İşkencenin, faili meçhullerin, fişlemelerin, bini bir para misali, bölge insanına acımasızca yaşatılıyordu.

Zira o döneme ait bölgede bulunan resmi ve omuzlarında şerefli Türk ordusunun apoletlerini taşıyan, üniformasını taşıyan nice kimliksiz ve hain hıyanet erbapları vardı ki, her istediği "hukuk dışı, keyfi, zalimane uygulamaları" yapabilmişlerdir.

Zincirleme birbirinden emir alarak, sivil halka yönelik çok ağır suçlar işlemişlerdir.

Hiç tartışmasız tüm olup-bitenlerden, Genelkurmay Başkanlığının da haberi vardı, Milli Güvenlik Kurulunun da haberleri vardı.

Ama kime dersiniz?

Nice ocakları söndüren, nice aileleri dağlayan, nice gençlerin hayatına son veren, Kemalist, Marksist cuntaların attıkları iftira, hazırladıkları oyun, gerçekten bırakın insanların erimesini, ülkenin bu oyunlara karşı yok olup gitmesi, inanın ki sarp dağlar dahi bu oyunlar karşısında, titreyip-erimiştir.

* * *

Dünkü Akşam Gazetesinin Başbakan hakkındaki yazdığı tarihi haber şayan-ı dikkattir.

Haberin başlığı şöyle;

14 YIL SONRA PINARHİSARA BAŞBAKAN OLARAK GİDİYOR

Haber özetle şöyle:

Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın bu haftasonu gerçekleştireceği program tarihi bir nitelik taşıyor.

Erdoğan, Trakya gezisi çerçevesinde 14 yıl önce 4 ay hapis yattığı Pınarhisara gidecek.

Cezaevine girişinde;

Artık muhtar bile olamaz denen Erdoğan, tahliyesinden üç yıl sonra Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olmuştu

Şimdi Pınarhisara Başbakan sıfatıyla gidecek.

Erdoğanın hava şartlarından dolayı programda bir sarkma olmaması halinde hapis yattığı Pınarhisar Cezaevini de ziyaret etmesi öngörülüyor

***

Sayın Başbakan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde Siirtte 12 Aralık 1997 günü Ziya Gökalpın şiirini okumuştu.

Bu yüzden on ay hapse mahkm edilen Erdoğan, cezanın Yargıtay tarafından onanmasının ardından 26 Mart 1999da cezanın infazı için Pınarhisar cezaevine girmişti.

AK Partinin kuruluşuna uzanan yolun başlangıcıydı bu cezaevi serüveni.

Erdoğanın 4 ay hapis yattığı cezaevinden çıktıktan sonra iki kez Pınarhisara çeşitli vesilelerle gittiğini ancak Başbakan sıfatıyla ilk kez gideceğini anlatan Kırklareli Milletvekili Şenol Gürşan şöyle konuşuyor;

Sayın Başbakanımızı biz Pınarhisarda 4 ay misafir ettik.

Daha önce de Başbakanlar gelmişti.

Ama hiçbirinde Sayın Başbakanımızın geldiği kadar ilçenin kalabalık olduğunu hatırlamam.

AK Partinin kuruluşuna uzanan yolun başladığı yer de Pınarhisar oldu.

AK Parti, Pınarhisarda mayalandı ve oradan çıktı.

Şimdi Türkiye partisi olmayı da aşarak, dünya partisi haline geldi.

Pınarhisar, Cuma günü, o dönem mağdur ve mazlum durumda olan insanı, ilk kez Başbakan olarak kucaklayacak

* * *

Evet, bu olay bize şunu hatırlattı.

Şairin dediği gibi;

Zalimin topu tüfeği var ise,

Allahın sarsılmaz, bükülmez kolu ve kudreti var

Kendini bilmeyen, her ne kadar okuyup, her dalda diploma da almışlarsa fakat "iman ve inanç" nokta-i nazarından nasibini almayan insanlar ne milletini sever, ne toplumunu, ne de Allahını ne de ülkesini sever?

Bu nedenle canavarca kendi milletine karşı çeteler kurarak, hain tezghlar planlıyorlar?

Başta fişleme olmak üzere daha ne gibi faili meçhul mezalimleri işliyorlar, gün gittikçe zaman hep bunları deşifre ediyor.

Zaten, "en büyük müfessir de" zamandır.

***

O dönem gerçekten Türkiyenin yüz karası bir dönemdi.

Bu itibarla Başbakan, Siirtte okuduğu Ziya Gökalp şiiri nedeniyle başına hileli çorap ördürmeye çalışan dönemin oradaki Tugay Komutanı, Diyarbakır Bölge DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat çakarla diyalog kurarak, 7. Kolordu Komutanlığınca kurdukları kirli ittifakla Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı iken görevinden alıkonularak "on ay hapis cezasına" mahkm edilmişti.

Günü gününe, saati saatine tanık olduk Diyarbakırda.

Bu tezghı kuran o dönemde, Diyarbakır Bölge DGM Cumhuriyet Başsavcısı görevini yürüten Nihat çakardı.

Nihayet!

Mahiyetinde çalışan savcılara talimat vererek, Erdoğan hakkında iddianameyi hazırlatmıştı.

çok kirli iftiralarla dolu, düşmanca bir iddianame idi.

3 Nolu DGMde yargılanan Recep Tayyip Erdoğan, hakkındaki dosya tamamlanınca iddia makamından mütalaa istenmişti.

O gün için iddia makamında oturup, tarihi bir mütalaa veren DGM Cumhuriyet Savcısı Abdurrahim Yaman, akıllara durgunluk verebilecek hukuka ve demokrasiye yakışır biçimde bir mütalaa vermişti.

Savcı Yamanın verdiği mütalaaya karşı zerre kadar hukuktan anlayan bir hkim, iyi niyet besleyen bir hukukçu nerede olursa olsun, hangi ülkede bulunursa bulunsun, hiçbir zaman "O sanığa" ceza veremez.

Hukukçuların anlatımlarına göre böylesine bir tarafsız ve yansız, demokratik hukuka dayalı bir savunma ki gerçekten şayan-ı ibret olmalıdır.

İnsanın ilk aklına gelen şu oldu:

Demek ki Türkiyede hala böyle adil, inançlı, vicdanına danışan savcılar vardır.

Ki bu da, ümit vericiydi.

Bu mütalaadan sonra Nihat çakar, Savcı Abdurrahim Yamana kafayı taktı ve her gün sorgulayarak, Sen niye böyle bir mütalaa verdin, siciline işleyeceğim demişti.

Böylesine yargının gölgesine sığınan, böylesine militan bir hukukçunun, başsavcının varlığını kimse düşünmüyordu?

Aynı o şekilde tabii buna rağmen mütalaa sahibi olan Savcı Abdurrahim Yaman, elbette ki onu takmıyordu ve Her an için, ne yaparsan serbestsin diyordu.

* * *

Sayın Başbakanın yargılandığı Türk Ceza Kanununun 312. maddesinin hükümlerine göre nasıl ki ceza aldı, ben de aynı şekilde Diyarbakır Söz Gazetesinde o paralelde yazdığım yazılardan dolayı DGM Başsavcılığında ben ve Diyarbakır Söz Gazetesi olarak aynı maddeden yargılanıyorduk.

Fakat o dönemin 3 Nolu DGMsi değil, 4 Nolu DGMnin Heyet-i Hakimesi Nihat çakara rağmen, hukuku ve adaleti vicdanında besledikleri için bana ceza vermediler.

Ondan sonra olan oldu, hem heyetin başına hem de bizim başımıza neler gelmedi ki?

Bu kirlenme milletin ve toplumun içinden çıkan bir kirlenme, bir oyun, bir tezgh değildi.

Bu tamamen sistemin bünyesinde beslenen gizli hıyanet erbabının elleriyle organize edilen karanlık oyun ve senaryolardı.

Ki, 1999dan 2000e kadar bu oyunlar devam etti.

Hatta 2006-2007lere kadar devam etti.

Yaşanmış olan bu kirlenmeyi günü gününe, saati saatine siz değerli okurlarımıza sunmak üzere hazırlıyoruz ve tarihi belgelerle beraber sizinle paylaşıyoruz-paylaşacağız.

Bizi takip edin.

Akıllara durgunluk veren ve parmak ısırtan daha nice bölgenin karanlıkta bırakılan hakikatleri var.

Yani neler yok ki, neler yaşatılmamış ki?

Biz size hepsini yazacağız, aktaracağız ve konuşacağız.

En derin saygı ve sevgilerimle.