UNSURİYET TEFRİKASI TOPLUMLAR İÇİN YIKIMDIR
Eklenme: 5/11/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar. Demokratik çoğulcu parlamenter sistemi demek, toplumsal görüş ve düşünce zenginliği demektir. Bu zenginlik toplumu, ülkeyi ve devleti bölünmeye, ayrılmaya, parçalanmaya yönelik değil, tam tersine ittifaka, birlikteliğe, bütünlüğe, güçlendirmeye yönelik kaçınılmaz bir ana faktördür. Olmazsa olmazıdır. Hiç kuşkusuz ki; Hizipçiliğe, ittifaksızlığa büyük ihtilafa hatta ülkeyi bölünmeye yönelik dayatmalı görüşlerde... Demokratik bir fikir ve düşünce özgürlüğü yerine birer fitne, fesat ve bozgunculuk şiddetine dönüşür. Bu ise, ülkenin bütünlüğüne, milli birlik ve beraberliğinin temeline gizliden atılan bir tahrip kalıbı gibidir. Ülke milletiyle, devletiyle taşıyla ve toprağıyla bundan zarar görür ve nitekim görmüştür. Fazla başınızı ağrıtmadan buradan inandığımız ve tarih boyunca bağlı bulunacağımız Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerimin uyarıcı bir iki ayetinin yüce mealini sizinle paylaşmadan geçemiyorum. Ali İmran suresinin 103. Ayeti mealen şöyle buyuruyor: "Hepiniz birden Allahın ipine sımsıkı tutunun ve sarılın, birbirinizden ayrılmayın. Allahın üzerinizdeki nimetlerini düşünün. Sizler birbirinize düşmanlar iken o sizin kalplerinizin arasında ülfet, (dostluk ve sevgi bağı) meydana getirip yanaştırdı. Bu nimeti sayesinde uyanıp kardeş oldunuz. Hem sizler ateşten bir çukurun tam kenarında bulunuyordunuz da, Allah sizi ondan kurtardı. Şimdi size ayetlerini böyle açıklıyor ki Allaha doğru gidebilesiniz" Evet, sevgili dostlar. İnandığımız ve tarih boyunca kurtarıcı bir dayanak olarak bildiğimiz bu yüce kitap Kuran-ı Kerim daha birçok yönleriyle hep bizi uyarmış, bizim maddi ve manevi varlığımızı pekiştirmek için bir hidayet kaynağı olarak Allah tarafından gönderilmiştir. Biz bu paralelde bu yüce Kitabın hükümleri doğrultusunda; son yüzyılda İslam ülkeleri arasına sokulan tefrika ve hizipçilik fitnesini gerçekten büyük bir tehlike olarak görmemiz gerekir. 20. yüzyılın başından günümüze dek Haçlı ve Siyonist emperyalizminin ittifak içerisinde aramıza ihraç etmiş olduğu mutlak kavmiyetçilik ve ırkçılık fitnesi gerçekten ülkeyi hem ekonomiksel, hem kültürel, hem teknoloji bakımından kötü bir şekilde bizi varlık değerimizden uzaklaştırmış durumdadır. Bunun baş müsebbibi ise 500 yıl önce Yahudi kökenli bir toplum Türkiyeye İspanyadan ithal edilmiş Türkiyeye yerleşmiş kanı bozuk, ne idügü belli olmayan ve gün gittikçe birer fitne unsuru durumuna getirilen, ama gizlenerek palazlanan Yahudi ırkına verilmek istenen bir mümtaziyet yani seçkinlik ve diğer ırklara nazaran üstün kılma girişimi olmuştur. Osmanlının son döneminde gizliden gizliye oluşturulan bu tehlikeli bulaşıcı hastalık maalesef önceden Turancılık zihniyetine bulaşmış ve ırkçılığa dayalı Turancılık fikrini gittikçe palazlandırmış ve bundan jön Türkler denilen bir oluşum meydana getirilmiştir. Bu jön Türkler Turancılık ırkına dayalı Osmanlının son dönemine rastlanmış ve gerçekten bir tahrip kalıbı gibi Yahudi ırkçılığının fitnesiyle pekiştirilmiş. Böylece gün gittikçe ülkeyi demokratik yöntemlerle değil, askeri vesayet sayesinde Ergenekon tohumu ekilerek, idare etme stratejisi uygulanmıştır. Bu itibarla Osmanlı bünyesinde bulunan, kökeni İslam'a dayalı, bir ümmetten oluşan nice dilleri ayrı etkin kimliklerin varlığı da inkar edilerek, yok sayılmak istenmiştir. Önce Araplara sirayet etmiş. Araplarla haçlı batı emperyalistlerle işbirliği yapmış Osmanlı Devletini birinci dünya harbine girmekle yok etmiştir. Hatta Arapların arasına İngiliz ordusundan nice lavronslar Arap dünyasına ithal edilmiş ve kimliğini gizleyerek yola çıkmıştır. Arap Yarımadasında çok büyük bir tefrika unsurunun baş fitnesi durumuna girmiştir. Hatta Lord Lanbi İngiliz ordusunda komutan olarak Türkiye ile savaşırken şöyle bir açıklamada bulunmuş: "Levla müsaadetül ceyşil arabiyyi, vel ümmalil arab mestetena, en nete ğallebe ala Turkiya" Türkçe açıklaması şöyledir: "Eğer Arap askerlerinin müsaadesi olmasaydı ve Arap işçi potansiyeli olmamış olsaydı biz hiçbir zaman Osmanlıyı mağlup edemezdik. Bu sayede birinci dünya savaşının oluşması kesinlikle Yahudi ve Hıristiyanların, hilafeti Osmaniyeyi yıkmak için büyük bir ittifakla işbirliği yapmışlar ve böylece yol almışlar ve hedefine ulaşmışlardır. Bu nedenle her ne kadar bu kirli ittifakın oluşmasında, Osmanlının son döneminde farkına varılmış ise de fakat maalesef geç uyanmışlardır. İttihat Terraki cemiyeti İttihadı Muhammedi adı altında büyük bir yanıltıcı sahtekarlıkla kimliklerini gizlemiş ve böylece Sultan Abdülhamidi alaşağı edebilmişler ve güçlene güçlene devlete el koymuşlardır. Bu itibarla ve aynı doğrultuda yine yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim, Ali İmran Suresinin 118. Ayeti ile El Maide Suresinin 51. Ayetleri şu mana altında bizi uyarmaktadır. "Ey iman edenler, birbirinizden başkasını dost tutmayın, sizi şaşırtmakta kusur etmezler.  Yani aranıza fitne ve kargaşa sokmaktan geri kalmazlar. Parçalanmanızı arzu ederler. Görmüyor musunuz, öfkeleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerindeki gizledikleri şey daha çok büyüktür. İşte size ayetleri açıkça bildirdik ki, düşünesiniz. Yani kendinize çeki düzen veresiniz diye" Maide Suresinin 51. Ayeti ise mealen şöyledir: "Ey iman edenler, Yahudilerle, Hıristiyanları dost edinmeyin, onlar ancak birbirlerinin dostlarıdırlar, içinizden her kim onlara yardakçılık ederse muhakkak onlardan sayılır. Allah ise zulüm edenleri doğru yola çıkarmaz" Bu ayetin yüce mana değerinin adı altında kıssadan hisse olarak diyoruz ki, herkes artık kendine çeki düzen vermelidir. Vesayet altında bir anayasanın bize tavsiyede bulunduğu demokratik çoğulcu parlamenter sistemi şekli olarak bize makyajlayıp yıllar yılı sunulmuştur. Her ne kadar demokratik hür düşünce ve hür yaşama dayalı milli bir ittifak içerisinde bir yaşam tarzını gösteriyor ise de, tam tersine devletin ve milletin bünyesinde çoğulcu bir hizipleşme ve partiler enflasyonu bu toplumu birbirinden uzaklaştırmak, ayırıp bölme noktasına getirmiştir. Zira her kafadan bir ses çıkıyor. Bugünkü konuşan parti liderlerinin, çoğunu görüyoruz ki konuştukları ve miting meydanlarında dile getirmek istediği tezler ve savundukları politika tümüyle ithal malıdır. Toplumun arasına fitne, kavga ve bölünme noktasına getirmekten başka hiçbir şeye yaramıyor. Düşünün seksen yıldan beri sağın başına geçip bir numara sağı temsil eden ve halkı aldatarak, kandırarak kendini sağcı ve hatta şeriatçı olarak gösterme kurnazlığına giren Süleyman Demirel, bakınız "gün geldi devran değişti" misali hani diyordu ya "Dün dündür, bugün bugündür" o doğrultuda bugün solun baş temsilcisi ve yol göstericisi durumundadır. Evet, sevgili okurlar. Dert bir değildir ki, ne yazalım ne söyleyelim, neye yanalım? Hali alem meydanda. Keşke bu toplum yediden yetmişe kadar Yüce Kuran-ı Kerimin direktifleri doğrultusunda akıllanıp uyanmış olsaydı, zaten bir sorun kalmazdı. Keşke sağın da, solun da her kesim insanımız aklını başına alıp uyanmış olsaydı zaten bunca yazıp çizmeye de lüzum kalmazdı. Ne yazarsak, ne çizersek, inanın kursağımızda kalıyor gibi, üzülüyoruz. Bu millet ne zaman uyanacak ve demokratik zeminde hakkını arayacak? En derin saygılarımla.