ÜST KURUL ŞURASI HER ŞEYİN BAŞ BELASI
Eklenme: 4/10/2009 12:00:00 AM

Sevgili okurlar! Bugünkü sohbetimize başlarken her zaman olduğu gibi yine tabiki Türkiyenin ve dünyanın güncel olaylarından bahsedeceğiz. Tabi artık yerküresi global haliyle saniye başı değişen ve gelişen olaylarla karşı karşıyadır. Artık insan ne yaparsa yapsın meslek itibariyle basın olarak o taze, güncel olayları elde etmek için elbette ki çaba sarfedecektir. Biz de siz değerli okurlarımız için her an ve her saat başı güncel olayların tazeliği peşindeyiz. Fakat Türkiyemiz, özellikle Güneydoğu Anadolu hiçbir zaman yabancı olmayan olaylarla her sabah tanışmaktadır. Yazılı medyaya veya internet sitelerine göz atarken gerçekten çok üzücü olaylarla karşı karşıya olduğumuzu ve ülke olarak bu perişanlıktan kendimizi hiçbir zaman kurtaramıyacağımızı düşünmekten alamıyoruz. Her halukarda karşımıza çıkan olaylar düşünülürse tümüyle Ergenekon belası ile ilgilidir. Bakın, 30 Mart 1909dan bugüne kadar dış orjinli olarak bilinen İttihat ve Terakki Cemiyetinin o günkü yarattığı iğrençliklerin devamı ve son neticesi bugün karşımıza çıkan Ergenekon Olayıdır Ergenekonun "Üst Kurul Şurası" her gün değişik değişik oyunları yaratarak ülkeyi istikrarsızlığa götürmek için var gücüyle çalışmaktadırlar. Karanlık macera peşinde koşan bu "Üst Kurul Şurası" yüz yıl önce Sultan II. Abdülhamitin başına ne çoraplar örmüşler ise bugün aynısının daha dik alasını icat etmekte geri kalmazlar. Bilindiği üzere İttihat ve Terakki Cemiyetinin 13 Nisan 1909 (31 Mart 1325) günü başlattığı ayaklanma olayı Osmanlı tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. Fakat ne acıdır ki İttihat ve Terakkinin Abdülhamit iktidarını devirmek için yaptığı bu tertip, Osmanlının devamı olan Türkiye Cumhuriyetine de sirayet etti. Milletin taleplerine kulak tıkayanlar, milletin örf, adet ve geleneklerini, dini inançlarını, yüce kitap olan Kuran-ı Kerimi öğrenimini gericilik ve irtica yaftalarıyla suçlamışlardır ve her dönemde yasaklamışlardır. Bu kirli oyunları sahneye koyarken, hedefleri ülkeyi mutlak bir istikrarsızlığa süreklemek idi. Günümüzde oluşagelen darbeler, andıçlama, Batı Çalışma Grubu (BÇG) gibi postmodern senaryoların yaratıcıları maalesef o günkü İttihat ve Terakki Cemiyetinin uzantısıdır. Mevcut olan bugünkü Ergenekonun başında bulunan maceraperest Encüman-i Daniş denilen karanlık kurul derin devletin bünyesinde bulunan aynı "Üst Kurul Şurası"nın üyeleridir. Bunlar dış orjinli olup, tamamiyle icazetlerini ve direktiflerini dünya siyon emperyalizminden alarak, onlara uşaklık yapmak gibi haller yaşamaktadırlar. Milli iradeyle iktidara gelen hükümetleri hep alaşağı edebilmişlerdir. "İT"in tarihi oyununu burada özetleyerek sizinle paylaşmak istiyorum. "Yahudi masonlar tarafından kurdurulan İttihat ve Terakki Fırkasının ilk hedefi ulu hakan Sultan II. Abdülhamiti tahttan indirmekti. Sadece II. Meşrutiyetin ilanına muvaffak olan İttihatçılar, halkın Sultan Abdülhamite beslediği sevgiyi ve bağlılığı kıramamıştı. Sultanın bu nüfuzunu ortadan kaldırmak için türlü senaryolar üreten şer güçler, sonunda "31 Mart Vakası" isimli oyunu sahneye koydu. Miladi takvimin 13 Nisan 1909 Salı gününe rast gelen bu olay, 33 yıl boyunca "Hasta Adamı ayakta tutmayı başarmış büyük padişahı tahtından etmiş, Osmanlı gibi bir imparatorluğu parçalamıştı. 31 Martın sebepleri nelerdir? Devlete daha çok hakim olmaya çalışan İttihatçılar, batılılar tarafından Sultan Abdülhamid Hana karşı harekete geçmek için zorlanıyorlardı. Meşrutiyetin ilanıyla birlikte icraya karıştırılmayan Sultan Abdülhamid Han, onlar için büyük tehlike idi. Osmanlı Devletini yıkma planları yapan Meclisteki gayri müslimler ve onların kuklaları, halkı iyice canından bezdirmişti. Halk, ülkenin gerçek sorunları dururken Ermeni ve Rum Pontus gibi uydurma olaylarla uğraşan vekilleri artık istemiyordu. Hürriyet adı altında her türlü ahlaksızlık serbest hale gelmiş, açıkça Şer-i Şerife, yani islamin ana ilkelerine aykırı işleri yapan ihttiyaçlara karşı halkta bir nefret oluşmuştu. Ahlaksızlıkta sınır tanımadılar Selanikten getirilen III. Orduya mensup subayların halkın içindeki hareketleri ve kibirleri diğer ordu mensuplarını rahatsız ediyordu. Ahlaksızlıkta sınır tanımayan ittihatçılar, İstanbulu korumakla görevli I. Ordu dururken, Selanikten avcı taburlarını İstanbula getiriyor, kendilerine muhalif gördükleri subay, hatta erleri kışladan uzaklaştırıyorlardı. Halkın gözleri önünde bu olaylar cereyan ederken basın da boş durmuyor, yaptıkları haberlerle ortamı iyice geriyordu. Ülke içinde kurulan partiler sanki bir iç savaş çıkacakmış gibi fedailer topluyor, çeşitli adlarla cemiyetler oluşturuyorlardı. Devlet idaresi cahillerin elinde Sınırsız "hürriyet" anlayışı askeriyeye de sirayet etmiş, o günkü Osmanlı ordusunda erler subaylara itaat etmez hale gelmişti. Hürriyetin yanlış anlaşılması ve uygulanması sonucunda devletin idaresi cahillerin elinde kalmıştı. Sokaklarda faili meçhul (!) cinayetler işleniyor, çeşitli gösterilerle halk iyice tedirgin ediliyordu. Elim olaydan birkaç gün önce Galata Köprüsü üzerinde Serbest Gazetesi yazarı Hasan Fehminin katledilmesi ve yapılan cenaze töreni 31 Mart bombasının fitilinin ateşlendiği olaydı. Bununla birlikte ayaklanma başlamış ve Selanikten getirilen Avcı Taburları, İstanbul sokaklarını tutmuştu." Evet! Tıpkı bugünkü Ergenekonun sahneye koyduğu entrikalı oyunlar gibi.. O gün ne ise bugün aynı Devletin derinliğine yerleşmiş karanlık ve kirli hıyanet ve ihanetlerle dopdolu bir şebeke ve o şebekenin adına da "Üst Kurul Şurası" verilmekte. Kırk yıldan beri ülkemizi kan gölü haline getiren bu hıyanet erbapları hep kendilerini kurtarıcı pozisyonla tanıtmışlardır. Ve halen de tanıtmaya devam ediyorlar Şımarık tavırlarıyla kendini halkın üstünde gösterip, hep üst düzeylerde seyretmektedirler. Dedikleri dedik, yaptıkları her şey mübah, ancak millet inancını, geleneğini yaşarsa hemen irtica damgasını veya bölücülük damgasını yapıştırırlar. Ahmet Altanın dünkü yazısından şöyle bir iki paragraf size sunmak istiyorum. "Bazen bizim devletle ilgili öyle korkunç gerçeklerle karşılaşıyoruz ki, acaba yüksek ökçelerimizi giysek ve yeniden cahil olduğumuz o eski günlere mi dönsek diye düşünüyorum. Dehşete düşmemek mümkün değil. Çünkü bu ülkede düşünsenize sendika lideri Mustafa Özbekin evinde bulunan belgelerden "Üst Kurul" adı verilen bir Ergenekon Şurasının varlığını öğrendik. Bu üst kurul, Apoyla temasta olduğunu öğrendikleri İranlı eski bir Bakanla bir Rus milletvekilini öldürtüyor. Önce bunu MİTin içindeki bir operasyon birimi sanıyorsunuz, yeryüzündeki bütün devletlerin kirli işlerini yaptırmak için kurduğu derin örgütlerden birine benziyor. Ama bir sonraki belgede "Üst Kurul" yapı değiştiriveriyor. Bir sendika başkanına rapor veriyor ve devletin bütün sınırlarını bir sendikacıya anlatıyor. Bu kurul devlet hesabına değil de, sendika başkanının hesabına çalışır gibiler. Devletin içinde devletten, hatta derin devletten de bağımsız bir örgüt gibiler. Belli ki içlerinde MİT görevlileri ve askerler var. Esas liderleri kim, amaçları ne? Mustafa Özbekle bağları çok açık, bir de Eruygurun adı geçiyor. O dönemin Başbakanına kızabilecek kadar kibirliler. Cinayetlerden, seçimleri karıştırmaktan, istemedikleri adayları tehdit etmekten hiç kaçınmıyorlardı. Kendilerine güvenleri sonsuz. Bütün bu korkunç görüntülerine rağmen, epey de şaşkınlar, geriye "inanılmaz belgeler" bırakabiliyorlar." Evet sevgili okurlar! İşte bu kirlenmenin ve derin habisliğin sonucu bu ülkeye ağır faturalarla mal olmuştur. Abdülkadir Ayganın 1994 ve 1996 yılında evlerinden alınan Hakkı Kaya ve Fethi Yıldırımın öldürülüp gömüldüğü iddia edilen yerin krokisini açıklaması üzerine, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açtı. Diyarbakır Hani karayolunun 30. Kilometresinde yapılan kazılarda ise şu ana kadar 109 kemik bulundu deniliyor. Bazıları insan, bazıları hayvan kemiği çıkıyor buluntuların Ve kazılar sürüyor Türkiye yeni bir dönemde demokrasi istikametinde derinleşecekse, atılan bu adımlar son derece önemlidir. Bu adımlar her şeyden önce yargının yeni etkinliğine işaret etmekte ve Kürt sorununda mevcut psikolojik blokajın kırılmasının en önemli unsuru olarak karşımızda durmaktadır. Ayrıca ülkenin temel sorunu, sistemin sivilleşmesi, askeri vesayet düzeninin getirdiği sorunlar ve tortuların ortaya çıkarılması ve cezalandırılmasıyla mümkündür Siyasi iktidar bu çabanın arkasında durursa, Ergenekon davası toplumda malum "suç" ve sivil değerler açısından ortak bir kanı oluşturmaya devam ettikçe temizlik derinleşecektir. Ümit ediyoruz ki bu hedef şaşmaz Ama bugüne dek bu yörede beklenen hala da olmadı Yıllardan beri bizim yazdığımız, çizdiğimiz tarihi gerçeklerin üzerine daha gidilmedi. Kayseri İl Jandarma Alay Komutanı olan Kıdemli Albay Cemal Temizözün anatomisi henüz kamuoyuna açıklanmadı. Her nedense çok gizli olarak seyretmektedir Abdülkadir Ayganın söyledikleri bizim söylediklerimize karşı devede kulak bile değildir 1990lı yıllardan 2000li yıllara kadar gerek Jandarma, gerek Olağanüstü Hal Bölge Valiliği, gerek Asayiş Bölge Komutanlığı, gerek Diyarbakır Bölge Milli İstihbarat Teşkilatı ve gerekse 1996 ile 2000 yılları arasında DGM Cumhuriyet Başsavcılığını yürüten Nihat Çakarın oynadığı rol Cemal Temizözle, Levent Ersözle ve Tuğgeneral Fikret Demirtaş ile birlikte yapılmıştır. Ve çok karanlık oyunlar devletin derininde kalmıştır. Bunları artık her gün biraz daha deşifre etmeye devam edeceğiz. En derin saygılarımla