VAKIF MALI ALLAH’IN MÜLKİYETİNDEDİR, İNSANLARIN DEĞİL!
Eklenme: 9/2/2011 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar! Bilindiği gibi 1 yıl 12 aydan ibarettir.. Ancak şu 1 yıllık zaman süreci içerisinde öyle bir ay var ki yeri çok üstün, mana değeri ise paha biçilmezdir. Ve insan aklı da o yüce mana değerine erişemez. Ancak ne var ki, inandığımız ve bağlı bulunduğumuz yüce kitabımız Kuran-ı Kerim, biz inanmış İslam dünyasına çok büyük bir titizlikle vurgulayarak, bildirmektedir. Özellikle Bakara Suresinin belirli hüküm ayetleri ile birlikte Kadir Suresi de Ramazan ayının kutsiyetini içinde Ramazan ayının bulunmadığı bin aya bedel olarak "Kadir gecesine" vurgu yapmaktadır. Zira bu ayın içerisinde Kuran-ı Kerimin inişi başlamıştır. Bu kutsal ayda o yüce Peygamberin kalbi üzerine vahyi olunan Kur'an-ı Kerim'in ayetleri bu ayda inzal olmuştur. Bu münasebetle İslam dünyası için vazgeçilmez bir fırsat sürecidir bu ay. Yapılan günahlar iyi bir niyetle tövbe eden sahibinin bu ayda kesinlikle günahları affedilir. Tabi Ramazanın başında defalarca bu konuları işledik. Şimdi Ramazan bitti, bayram geldi. Bayramın manası da sürekli olarak bu ayda oruç tutan insanların Allahına karşı göstermiş oldukları samimiyet ve görev ifasının bir mükâfatıdır. Ramazan orucu ne kadar kutsal ve değeri yüce ise bu bayram günleri de onun bir mükâfatıdır. Sevgi, şefkat, merhamet, barış günü olması tarihi bir gerçektir. Bu münasebetle bugünkü yazımıza başlarken tüm okurlarımızın geçmiş Ramazandaki yapmış olduğu ibadet ve dualarının kabulü için dua, dilek ve temennilerimizle Allahtan niyaz ederiz. Mübarek Ramazan Bayramlarını da tebrik eder tüm Müslümanlar için her iki cihanda mutluluklar ve saadetler dilerim. Sevgili okurlar. Tabi ki yüce İslam dininin tüm insanlık için göstermiş olduğu alaka ve ilgi insanlığın kurtuluşu içindir. İnsanlığın bu dünyada dahi barış, sevgi ve dostluk içerisinde yaşamanın bağlarını pekiştirmesi içindir. Bu münasebetle İslamiyete inanıp yaşayan toplumun temel görevlerinden birisi nerede olursa olsun, hangi platformda bulunursa bulunsun; ister devlet, ister millet, ister cemaat, ister birey tümüyle günlük yaşam gerçeği içerisinde dürüstlüğü mükemmel bir insan olma vasfını taşıması kaçınılmazdır ve gereği de odur. Yani özetlemek gerekirse toplum içerisinde iyilikler pozisyonunda bulunma ve kendini gösterme çabası içerisinde olmalıdır. Bunun da İslamın insanlığa getirmiş olduğu birtakım hükümlere inanarak yaşaması gerekir. Bu olmazsa olmazıdır. Ama bakıyoruz ki, çarkıfelek tersine dönüyor; insanlar rasgele başıboş bir hayat tarzını tercih ediyor. Toplum öylesine bir hal alıyor ki, zaman zaman yararlı bir insan olma yerine zararlı bir haydutlaşma ve canavarlaşma pozisyonuna giriyor ki helalını helal olarak haramını da haram olarak algılamıyor. Bundan dolayı toplumsal denge ve sosyal adalet mefhumu ortadan kalkıyor, yok olup gidiyor. Her zaman söylediğimiz gibi kimin eli kimin cebinde olma hesabı ortaya çıkıyor Oysaki yüce dinimizin en temel parolasından birisi de "La darare vela dirare fil İslam" kavramıdır. Yani bir insan ne bir zararlı mahluk olur, yaratık olur yanındakilere zarar verir ve ne de başkasının zararını içine sindirebilir ve hazmeder. İşte tüm sosyal denge burada. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek, deyim yerindeyse "kaş yapayım derken göz çıkarma" misali cumhuriyeti kuran anlayış tüm bu anlattıklarımızı kalplerden silmeye çalışmış, toplumu eğitimsiz ve öğretimsiz bir duruma yönlendirmiş, toplum ne dinini bilmiş durumda, ne inancını yaşayabiliyor ve ne de hayata bir çeki düzen verebiliyor. Müthiş bir acımasızlık var, saldırganlık var, vurdumduymazlık var. Hulasa, yani netice itibarıyla bugünkü köşemi bu izahattan ve bu açıklamadan sonra Milliyet gazetesinin yazarlarından Güngör Uras beyefendinin bir köşe yazısını sizinle paylaşmak istiyorum. Çok ibret verici bir yazı ve bu yazı paralelinde bundan sonra, kalemimizin yazabildiği kadar, dilimizin döndüğü kadar, beynimizin çalışabildiği kadar hiç pervasız, medyanın bir serbest kürsüsü gibi, kırmızı çizgi tanımadan yola çıkmayı ve birilerini ele verme düşüncesiyle bu yazıyı bugün köşeme aldım. Peyder pey bunu genişleterek daha çok önemli bilgileri sizlere sunmak istiyoruz. İşte bu münasebetle diyoruz ya deveye sormuşlar "boynun niye eğridir" diye.. Deve de demiş ki "benim nerem doğru ki" işte kıssadan hisse, anlayana. Bakınız, sevgili Güngör Uras ne diyor; "BAYRAMDA BİR YETİMHANE HİKYESİ" "Bebek sırtlarında 45 dönüm yemyeşil arazi içindeki Fransız Okullarına ve yetimhanesine el koyan Vakıflar Genel Müdürlüğünün, araziyi ve yetimhaneyi "yap-satçılar"a "formülüne uygun biçimde" nasıl hediye ettiğini 20 Şubat 1998 tarihinde "gerçek bir hayat hikâyesi" olarak Sayın okuyucularına duyurmuştum. Azınlık vakıflarına ait gayrimenkullerin sahiplerine iadesi gündemde eski hikayeyi hatırlatayım. Efendim hikâyenin başlangıcı 16ncı yüzyıla gider. İstanbula gelen Latin, Fransız, İspanyol, İtalyan kökenli rahip ve rahibeler İstanbulda kırk dolayında okul yaptırdı. Tazminat (1839) ve Islahat (1856) Fermanları ile bu okullaşma teşvik edildi. Okullar koruma altına alındı. Bu arada Fransızlar Bebek sırtlarında 45 dönüm arazi içinde Saint Joseph okullarını kurdu. Kız ve erkek okulları öğrencisizlikten kapandı. Yetimhanesi çalışıyor, yetim çocuklara bakılıyordu. Bu okulların ve yetimhanenin üzerinde 45 dönümlük arazi Türkiyede yaşayan iki Fransız vatandaşı "Le Obriy" ve "Proy" adına satın alınmış ve tapuya iki isimle tescil edilmişti. Vakıflar "Gayrimüslim Cemaatler adına tescili yaptırılmayacak malların Vakıflara intikal edeceği" belirtildi. Bebekdeki yetimhane arsasını satın alanlar (tabii olarak) ölmüş bulunduğundan tescil için kimse başvuru yapmadı ve "gaiplik kararı çıkaran" Vakıflar Genel Müdürlüğü araziyi ve üzerindeki binaları kendi üzerine geçirdi. Vakıf mülkü Tanrı mülkü sayılır Vakıf, İslam ve Türk hukukunun en önemli müesseselerinden biridir. (Daha doğrusu biri idi). Vakfedilen mal, vakıf malı "Tanrı mülkü sayılır. Ne temlik edilir ve ne de Temellük edilir." Evet, sevgili can dostlarım. Toplumsal olarak acaba ne zaman payidar olma şansını yakalayacağız? Bu sorunun cevabı net ve açıktır. Size söyleyeyim, haram yemekten içtinap edip kendimizi koruduğumuz an, helal yemeyi de kendimize parola edindiğimiz zaman. Bu da İslamiyetin bize meşru kıldığı yollardan geçer. Meşru olmayan yollara başvurup, haram yiyen bir toplum hiçbir zaman payidar olma şansını yakalayamaz. En derin saygılarımla. Hepinize hayırlı cumalar.