VE TÜRK'ÜN YENİ AMENTÜSÜ (2)
Eklenme: 2/12/2010 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar!

Dünden devam diyoruz.

Malumunuz üzere; dünkü sohbetimizde çok önemli ve çarpıcı konuları irdelemiştik.

İnanın bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde sadece internette okuyan okur sayım 5638 idi.

Dile kolay!. Bir de SÖZ Gazetesinin günlük trajı.

Velhasıl!

Dünkü yazımla alakalı bir çok okurum da aradı.

Aydın tabir ettiğimiz 'mürekkep' yutmuş bir çok şahsiyet;

Memnuniyetlerini ifade ederken 'yazıların' kesintisiz devam etmesi yönünde sitem ve istemde bulundular.

İlmi olduğu kadar bilimsel 'tespitlere' vurgu yaptığım yönünde de övgüler geldi.

Kesintisiz yazı malum 'şartlara' haizdir.

Ama ne var ki; benim bu anlamda zaman zaman 'şartların' yarattığı aksama şanssızlığım var.

Ki bilirsiniz! Böylesi durumlar vaki olduğu an sizlere 'mazeretimi' ifade etmekteyim.

Neyse! Sobetimize dönelim..

***

Dün ifade ettiğim gibi;

28 Şubat'ın hışmına uğrayan ve 'irticacı' diye andıçlanıp meslekten ihraç edilen Prof. Dr. İskender Pala önemli bazı tespitlerde bulunmuştu.

İşte o tespitlerine bugün de devam diyeceğiz.

Şöyle diyor;

'SÖYLE BAKALIM FOSİL NEDİR?'

Tabi bu soru Prof. Pala'nın Subay adaylarına 'mülakatta' kendisinin sorduğu soru değil. Kendisinin de içerisinde bulunduğu 'Mülakat heyetindeki' şahsiyetler ifade etmiş..

Kendisi de kaleme aldığı kitabında şöyle anlatıyor:

Mülakat sınavına tabi tutulan subayların yarısına ardı ardına;

'Söyle bakalım, fosil nedir?'

'Haydi kafiyeli olsun, Usul nedir?'

'Peki gusül nedir?' şeklinde sorular.

İşte Pala bu ilginç testi şöyle yorumluyor:

"Aslında mülakatlarda sorulacak sorular için sistemler geliştirilmiş, her şey standartlara bağlanmış gibiydi.

Öğrenci adayına sorulan sorulardan sonra hakkında kanaat oluşuyor ve mülakatı geçip geçmediği daha kapıdan çıkmadan belli oluyordu.

Her mülakat döneminde, pek azı yazılı olmakla birlikte, mülakat heyetlerine bazı uyarılarda bulunulur ve kimlerin okula kabul edileceği söylenirdi.

Bu uyarılar Deniz Kuvvetlerinin bir personel politikası olmaktan öte o dönemde yetkili komutanların bakış açılarına göre düzenlenmiş de olurdu.

Zannederim bir okul komutanı da pekâlâ mülakat heyetine sözlü emirler vererek prensipler koyabilirdi. Bu tür uygulamalar, mülakat heyetlerindeki rütbeli kişilerin de kendi standartlarını oluşturmalarına yol açıyordu elbette.

Söz gelimi benim bulunduğum heyette bir subay öğrencilerin neredeyse yarısına şu soruları sırasıyla ve hiç değiştirmeden sorardı.

13-14 yaşında bir öğrenci adayı dersini çalıştığı için fosilin bilimsel tanımını yapabiliyor, kelime bilgisi olarak da usulün "yol, yöntem" olduğunu biliyordu. Ama iş "ğusül"e gelince hemen hepsi afallıyor, kızarıp bozarıyordu. Ğuslün ne olduğunu bilmeyenler boynunu büküyor, bilenler de böyle bir soruya cevap verip vermemekte tereddüt ediyordu. Sonuçta Ğuslün ne olduğunu bilenler ile bilmeyenler arasındaki tercih size kalmıştı." (İki Darbe Arasında /s.50-51)

İşte bakınız sevgili okurlar!

Bu millet nasıl bir arada bir derede hayretler içerisinde kalmış. Bir türlü önünü göremeyecek kadar manevi bunalımlara girmiş.

Hem de 80 yıl gibi uzun bir süreç içerisinde; bunları fersah fersah yaşamıştır.

Milletin vergisiyle beslenen böylesine birçok kamu kuruluşları nasıl milletle ters düşmüş?

Milleti nasıl arkadan vurmaya çalışmış. İdeolojik kimliksiz anlayışlarla ne hazindir ki sürekli başı belaya, derde girmiştir.

Fosil, usul ve ğusül kelimesini imtihan sınav testlerine tabi tutuyor.

Ğusül kelimesi İslami bir kavram olduğu için 1314 yaşındaki çocuklar eğer bunu ğusül abdesti olarak çözümlerse hayatta askeri liseye alınmaz;

Çünkü Müslüman bir ailenin çocuğu olduğunu peşinen ele vermiş oluyor.

İşte 28 Şubat hegemonyası böyle haince bu halkı arkadan vurarak kirli senaryolarla karşı karşıya bırakmıştır.

Türk Silahlı Kuvvetlerimizin gücünü ve şerefini kirli emelleri doğrultusunda kullanmak isteyen anlayışlar ve inkârcı Marksist bir ideolojya çevresi, hükümranlık ağı oluşturmuşur.

Nitekim son yıllarda görüyoruz, Silivri malum.

Bunlar hep halkına karşı 'kirli düşünce' besleyen anlayışların organizatörleri.

***

 

Ne diyorsunuz demenin ötesinde ne düşünüyorsunuz demek gerekir?

Çünkü şu son zamanlarda icra edilen durumlar insana kuşku geliştiriyor.

Ve dedirtiyor ki yargı mekanizması da mu bu zihniyetin ağına sürükleniyor?

Özellikle yüksek yargının birçok kararları tam ideolojik ve siyasi kararlar olarak  ifade ediliyor.

Nitekim milletin dikkatinden de kaçmıyor.

Danıştay, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi gibi devletin can damarı durumundaki çok önemli kurumlar.

Ama ne var ki;

Kendini Büyük Millet Meclisinden üstün tutan Milli İrade çalışmasına adeta zaman zaman ipotek koyan kararlar icra etmektedir.

Ve toplumda ciddi bir travma yaratıyor.

Bu anlayış daha ne zamana kadar sürecektir?

Türkiyeyi meçhule doğru sürükleyen bir düşünce söz konusu.

Allah encamımızı hayreyleye.

***

Bakınız!

Zaman Gazetesinden Doçent Dr. Yusuf Şevki Hakyemez "HSYK'nin Oluşumu ve 1961 Anayasasının Ruhu' başlıklı yazında; neler anlatmıyor ki?

"HSYK Başkanvekili Kadir Özbek, Anayasa Mahkemesinin Anayasa tartışmalarını Fikret Bilaya değerlendirirken 1961 Anayasasının ruhuna dönülmesi gerektiğini ve HSYKnın oluşumundaki 1961 Anayasasındaki düzenlemeyi esas alıp daha bağımsız bir kurul olarak Yüksek Hakimler Kurulunu oluşturmak gerektiğini belirtti."

Ve yazı şöyle devam ediyor.

"Sayın Özbek değerlendirmesinde "Daha sonra kurul üyelerinin yüksek yargı tarafından seçilmesini önererek kurula TBMM tarafından üye seçilmesini sağlıklı bulmadığını ifade etti.

Yeni Anayasa ve yargı reformu tartışmalarının gündemde olduğu bir zamanda işin mutfağında çalışan bir kişinin HSYKya görüş ve önerilerini açıklaması önemlidir.

Bununla birlikte Sayın Özbekin kurulun oluşumuna ilişkin olarak ortaya koyduğu bu görüşlerin kendi içinde bazı çelişkiler taşıdığı ve demokratik hukuk devletindeki standartla bağdaşamadığı belirtilmelidir. HSYK benzeri kurulun oluşumunu tek başına yüksek yargının insiyatifine vermek demokratik hukuk devleti ile açıklanamaz.

Üyelerin tamamını yüksek yargının seçtiği bir kurul yargı bağımsızlığına katkı sağlamaz. Aksine ilk derece mahkemelerindeki yargı meselelerini üzerinde yüksek yargının daha güçlü bir aktör haline gelmesine yol açabilir"

Evet!.. Sayın Hakyemezin bu tespitlerine katılmamak mümkün değildir.

Ya bir de dünkü Haber Türk Gazetesinin iki tane duayen yazarları ile mülakatta bulunan Genelkurmay Başkanımızın görüşlerine ne diyorsunuz?

Biz buradan da bir nebzecik bazı alıntılarını sizinle paylaşmak üzere aktarmak istiyoruz; ama gerçekten çok dikkat çekicidir ve çok düşündürücüdür.

Devletin zirvesine tırmanan ve TSK gibi önemli kurumun başında bulunan bir Genelkurmay Başkanı nasıl olur da bazı önemli konuları çarpıtabiliyor.

Doğrusu bu da kıyamet alametlerindendir diye düşünüyorum.

Bakınız sevgili okurlar.

Dün Fatih Altaylı ile Murat Bardakçıyı Genelkurmay Başkanlığına davet ederek tam 5 saat gibi uzun bir zaman dilimini harcamıştır.

İnsan düşünebilir ki acaba Sayın Başbuğun önemli işleri yok muydu ki 5 saat gibi uzun bir süreci iki tane basın mensubuyla sohbet olarak geçiştiriyor.

Zira bizim inancımıza göre "Vakit Nakittir" diyorlar..

Zamanı boşuna harcamamak gerekir.

Ama bu yapılan mülakattan konuşmanın bazı önemli cümlelerini size aktarayım.

Bakınız Sayın Başbuğ ne diyor?

"Böyle rezillik olur mu yeter yahu!"

"Trabzonda yaptığım konuşmada açık açık söyledim iddiayı iyi inceleyin diye aylarca suikast diye bağırdılar; ama şimdi yok. Eee ne oldu? Yeter yahu sabrımız taştı diyoruz. Siz de soruyorsunuz, taşarsa ne olur? diye biz her olayla ilgili soruşturma açıyoruz. Anayasa mahkemesi kararından sonra elimiz rahatladı bir dönem belli konulara giremiyorduk, şimdi rahatladık.

Ve devamla hiddetlenerek şöyle diyor:

"Muz Cumhuriyeti Ordusu değiliz"

"Burada disiplin tamdır, yüzde bin tamdır, emir komuta zinciri tamdır, genç subaylar sorunu yoktur."

Bu kez Fatih Altaylı soruyor:

"Peki ya Balyoz darbe planı sizin o dönem Karakuvvetleri Kurmay Başkanı olduğunuzu hatırlatıp sorumluluğunuzda olduğunu öne sürenler var."

Başbuğ bu konuyu şöyle cevaplıyor.

Bakınız bu konuyu sivil yargıda savcı bütün dokümantasyonu istemiş. 5000 sayfa kadar Allah kolaylık versin inceleyecekler görecekler, 5000 sayfa incelemek zaman alır herhalde. Ne neymiş göreceksiniz, biraz sabır.

Evet, sevgili can dostlar.

Sayın Kurmay Başkanımız son zamanlarda sert çıkışları yaparak şöyle rahatlıkla bir asker edası ile karşısındakileri sanki kışlada eratmış gibi rahatlıkla bir şeyleri söylüyor.

Biz de burada Sayın Başbuğa diyoruz ki, Sayın Paşam Böyle rezillik olur mu?

Yani 1980li yıllardan 2000li yıllara kadar bu bölgede özellikle Diyarbakırda TSKnın patenti altında oluşa gelen yalanlarla dopdolu fişlemelere ne diyorsunuz?

Nice ailelerin ocakları söndürüldü, evlatları yok olup gitti, her şey ters yüz edildi, terör örgütlerine birçok kahramanlık primleri kazandırıldı.

Ve o kirlenmenin sonucu olarak da dönemin mağrur JİTEM Komutanı olan Cemal Temizöz ile DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakarla birlikte işbirliği yaparak nice nice edepsizliklere imza atmışlardır.

Ve birçok insanları haksız yerde fişlemişler.

Ve bugün o mağrur JİTEM Komutanı Diyarbakır Adliye Sarayının koridorlarında eli kelepçeli sanık sandalyesinde oturuyorsa "Sanık kalk ayağa" ona hitaben deniliyorsa bundan daha rezillik olur mu?

Siz bu rezalete ne diyorsunuz Sayın Paşam?

En derin saygılarımla.