VEFATININ 56. YILDÖNÜMÜNDE BEDİÜZZAMAN…
Eklenme: 3/25/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Yine bu köşede yaptığımız dünkü sohbetimizin son bölümünü şöyle bir paragrafla sonlandırmıştık.

"İşte böyle bir manzarayla karşılaşan bir Türkiye ne yazık ki neredeyse 50 yıldan beri iki yakasını bir araya getiremeyerek kanlı terörün pençesinden kendini kurtaramıyor."

Evet, sevgili okurlar.

Düşünün; bir ülke, tarih boyunca İslamiyet’i ters yüz ederek, bazı kirli kalemlerin, kirli ideolojilerin, batıl düzenlerin, Laisizmin, Kemalizmin, Bolşevik anlayışların hatırına binaen, Bediüzzaman Said-i Nursi; hep öcü ve suçlu olarak gösterilerek gününü gün eden böylesine siyasi manevraların neticesinde elbette ki; o ülke kendi eliyle kendi geleceğini terör odaklarına mahkum etmiştir demektir.

Zira, tarih boyunca ‘’Adetullah’’ denilen Allahın değişmeyen kanunlarının olmasa olmazıdır bu.

Dünkü sohbetimizde de yine burada ifade ettiğim gibi eski çağlardaki peygamberleri bile katleden ve peygamberlerin davetlerine yüz çeviren, peygamberlere tabii olan insanları suçlayarak karalayan, düzenler ve o düzenlerin düzenbazları Allah tarafından hak ettiklerini bulmuşlar, yaşamışlar ve sonuç itibari ile yok olup gitmişlerdir.

Bu ‘’İKİ KERE İKİ DÖRT EDER’’ gibi değişmeyen bir adli ilahinin gereğidir. Ve insanlık tarihinin de gerçekleridir.

Bundan değil midir ki bugün dünya; yani batı dünyasının tek dişi kalmış bir medeniyet canavarı, bugün horlaya horlaya ölmeye doğru yani yok olmaya doğru gidiyor.

Bakınız; Avrupa’nın kalbi durumunda olan Belçika ve beyni durumunda olan Brüksel’de meydana gelen patlamalar sonucunda, gerek batı dünyası olsun, gerek ABD olsun, gerek diğer Avrupa ülkeleri olsun yani haçlı emperyalist dünya, titriyor, korkuyor endişe ediyor pusulasını şaşırmış ne yaptığını bilmez hale gelmiştir.

Demek ki bu korku da inançsızlığın ve imansızlığın neticesidir.

Ülkemiz olan Türkiye ise son 14 yıldır Ak Parti iktidarı sayesinde ayaktadır.

Yani 13 senelik Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye kendini ayakta tutabilmiş, bütün dünyaya medeniyet ve cesaret dersi vermekle beraber yine de kendini terörün pençesinden kurtaramamış durumdadır.

Demek budur ki; her şey inançla, imanla, Allaha bağlılıkla sonuca varılır.

Ve o ülke için o insanlar için uğur ve bereket getirir.

Ama sen kalk, 90 yıl boyunca çok kirli bahanelerle, haçlı küfür dünyasının direktif ve kumandasıyla, inanmış bir milletin bin yıllık tarihini ona unuttur…

Kültürünü değiştir…

Kuran dilinden Osmanlıcaya kültür olarak geçen kavramları Arap dilidir diye değiştir..

Kuran tedrisatını ortadan kaldır, ezanı muhammediyi orjinalinden Türkçeye çevirmeye çalış…

Ülke çapında nice nice camileri kapat yerle bir et..

Ayasofya’yı Bizans emperyalizminin hatırına binaen ibadete kapat ve son olarak ta küfrün kirli dişini Bediüzzaman Hazretlerine karşı göster..?

Ve onu toplumdan dışlamaya çalış, suçlu göster, iftira et ve tüm yaptıkları iyilikleri bir çırpıda ortadan kaldır ve ben demokratım, ülkeyi adaletle yönetiyorum, çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak için bunları yapıyorum de..

Sonra da 90 yıl boyunca ülkeyi tümüyle kan revan haline getiren teröre, şiddete mahkum et..

Hayır!

Hayır!

Hayır!

Artık bu ülke insanı, bu millet, bu ümmet böyle kirli palavralara kanmaz, yanılmaz ve sizin bu düzeninize, bu rejiminize hiçte inanmıyor.

Mutlaka bu bayat dayatmacı, vesayetçi, anayasayı ve onun paralelindeki yasaları ve yönetmeliği süratli bir biçimde değiştirmeniz gerekir.

Yoksa korkarım ki bir gün gelir yapmak isteseniz de bunu da yapamayacaksınız. Ve Allah korusun ülkede, millette elden gider.

Düşünün sevgili okurlar.

Bediüzzaman Saidi Nursi Hazretleri 1960 yılının 22 Mart akşamı, Isparta’dan Urfa’ya kaçak olarak gelirken hasta ve yaşlı, yürüyemez durumda idi..

Ölüm döşeğindeydi.

Onun tek arzuladığı yegane gerçek vardı, o da Hz. İbrahim’in şehri olan Urfa’da vefat etmek idi..

Ömrünün son saatlerini yaşıyordu.

Ama dönemin iktidarı, siyaseti "ona karşı" hasımlık içerisindeydi.

Çünkü, dönemin İçişleri Bakanı yani Demokrat Partisinin İçişleri Bakanı olan Namık Gedik küfür inadına dayalı olarak ısrarla Urfa Valiliğine talimat veriyordu..

Urfa emniyetini ayaklandırıyordu, Ustad'ı Urfa'dan çıkarmak için…

Talimatında şöyle diyordu.

'Onu derhal Urfa’dan çıkarın.. Ölse dahi cenazesini gerekirse çöp arabasına koyun" diyordu..

İşte böylesi bir soytarı ve sosyalist bolşevizm anlayışına sahip dönemin bir bakanı, edepsizce bir İslam alimine karşı saygısızlık gösteriyordu..

O bakanın bu halet-i ruhiyesi zaten oldukça Türkiye’nin İslama karşı tarih boyunca ne kadar düşmanlık göstermiş olduğunun kanıtlayıcı bir delilidir.

Ölüm döşeğinde olan Bediüzzaman Hazretlerine İçişleri Bakanlığının bu sözü iletilirken o büyük üstad Hazretleri ilimden ve imandan gelen ilhama dayanarak şöyle diyordu.

- Bekleyin; görelim kimin cesedi çöp arabasına konulacak.

- Evlatlarım

- Hiç merak etmeyin çok kısa bir zaman içerisinde Allahtan ümit ederim ki o bakanın cesedi çöp arabasına konulacak.

Böylece üstadın vefatından sonra yani 23 Mart ile 27 Mayıs tarihleri arasında geçen 65 gün içinde yani 27 Mayısta yapılan darbe sonucunda o bakanı yakalamak üzere gece yarısı darbeci görevliler evine giderlerken kendisi korkudan intihar etmek suretiyle kendini pencereden aşağıya atıyor ve cansız bedeni yere seriliyor.

Gelişen, iddia edilen duyumlara göre; o bakanın cesedi belediyenin çöp arabasıyla kaldırılıyor.

İşte, sevgili okurlar.

Bugün yeryüzü ister batı dünyası olsun, ister doğu dünyası olsun, ister Amerika ister Rusya gibi dev devletler, çok büyük panik ve korku içerisindedirler.

Bu söylediklerimizi onlar da biliyorlar ama ne yazık ki pek inanmak istemiyorlar.

Tarih boyunca değişmeyen ilahi kanun; nice nice Firavunları, Nemrutları, Karunları, Leninleri, Markları, Hitleri, Musolinileri, kapsamına alıp götürmüş olduğu gibi günümüzde de adli ilahi olan Tevhid inancına inanmayan ve toplumları doğru yoldan saptıranların akıbeti de öyle olacaktır.

Bakınız, Bediüüzaman ‘’SUNUHAT’’ isimli eserinde eski Said diliyle şöyle diyor;

Ey Müslüman;

Bu gerçeği yaşa ve inan.

Yoksa mahvolursun şu zamanın medeni engizisyonu müthiş bir vesile ile bazı zihinleri tehlike ile bir kısım na meşru, gayrı meşru evladını vücuda getirip, İslamiyet’e karşı kinini ve hissi intikamını icra eder.

Diyanetsizliğe veya laubaliliğe, yani vurdumduymazlığa veya Hristiyanlığa temayülle veya İslamiyet’ten şüpheyle soğutmaya bir kapı açmak ister.

Yani bu medeni engizisyon.

Evet, Avrupa küre-i zeminin hums-u öşrü iken, (yani beşten bir veya ondan biri iken) nev-i beşerin (yani insanoğlunun) bir rub’unu (yani dörte birini) letâfet-i fıtriyesiyle (yani insanlık yaradılış gereği doğrultusunda) tüm insanlığı kendine çekmek istiyor ve köleleştirmeye çalışıyor.

Hem de kendini makyajlayarak güzel göstermek suretiyle.

Oysa ki hikmeten ve ilmen sabittir ki, efrad-ı kesirenin (yani toplumlarda bir çok bireylerin çokluğu gereği) ile içtimâı, ihtiyacatı (yani toplumsal ihtiyaçlarını) intaç eder. (yani herkes bir şeylere muhtaçtır)

Başta toplumsal tesanüt ve dayanışma olmak üzere tüm toplumsal ihtiyaçlara muhtaç olan insanlığın, yani her gün daha fazla çoğalan insanlığın ihtiyaçları da o nispette çoğalmaktadır.

Böylece yeryüzündeki beşeriyete, yeryüzündeki tüm insanlığa nispeten azınlıkta olan Avrupa kendi makyajlı politikası ile tüm insanlığı kandırmaya çalışıyor ve insanlığı kendine köle yapmak istiyor.

Üstadın en çarpıcı ve dikkat çekici ifadelerinden birisinde de şudur.

“Azâmetli bahtsız bir kıt’anın, şanlı talih’siz bir devletin, değerli sâhipsiz bir kavmin reçetesi; ittihad-ı İslâmdır.”

İslam birliğidir.

“Zulüm, başına adalet külahını geçirmiş; hıyanet, hamiyet libasını giymiş; cihada, bağy (isyan, anarşi) ismi takılmış; esarete, hürriyet namı verilmiş! Ezdad (zıtlar) , suretlerini mübadele etmişler.”

Evet, sevgili okurlar .

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bunun gibi daha nice çarpıcı ve uyarıcı vecizeleri vardır ki; ama hepsini buraya sığdıramamakla beraber, zaman zaman önemine binaen bu sütunlarımıza peyder pey ders etmeye çalışacağız.

En derin saygı ve sevgilerimizle

Hayırlı cumalar