VİCDANIN ZİYASI ULUM-İ DİNİYEDİR!
Eklenme: 12/19/2012 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre Osmanlıdan kalan bir atasözü var.

Akıl veren çok ama ekmek veren hiç yok

Bugün sizinle paylaşmak istediğim yazımızın ana stratejisi Ağzı olan herkes konuşur

Ama konuşmadan konuşmaya fark vardır.

Birisi yararlı konuşma yapar, cümleyi manasıyla beraber oturtturur ve toplum faydalanır.

Birisi boşboğazlığıyla rasgele atmasyon olarak bugünkü medyamızın önemli bazı kalemşorları gibi hava nasıl eserse o yönden esmek ve yalakalık yapmak, çıkar sağlamak, reyting artırmak için bütün gücüyle çalışır.

Ancak ne ülkeye ne de millete ne de devlete hiçbir fayda veremez.

İşte hali lem meydandadır.

Bize göre Türkiyenin en büyük sorunu; Kürt sorunundan öte, terör odaklarından daha fazlasıyla Eğitim sorunudur.

Gençliği eğitimsiz, manasız, hedefsiz, başıboş yetiştirilme sorunudur.

Ve hele hele bir eğitim camiasından diplomalı cahillerin yetiştirilmesi, devletin önemli kilit kurum ve kuruluşlarının bünyesindeki kirli ideolojiyle bütünleşmesi potansiyel bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Bu nedenle bir ülkede ihtilafın, tefrikanın, kirli ideolojilerin hkimiyeti söz konusu ise işte kıyamet orada kopar.

Zira bu üç ana tema cehaletin kilit noktasıdır ve ülkeyi yönetenler ne kadar iyi niyetli olursa olsun, hiçbir zaman bırakın tüm vücudun tedavisini, yaralı bir parmağı dahi tedavi edemezler.

İşte ülkemizin mevcut sorunu budur.

* * *

Bu nedenle bakın, Üstat Bediüzzaman Hazretleri ne diyor?

Büyük bir ilim sahibi olan Üstat, Münazarat isimli kitabında şöyle bir kıyaslama yapıyor.

Kürt aşiretlerine yüz sene evvel hitap ederken şöyle demiştir.

Ey tabaka-i havas (elit ve özel tabaka) biz avam ve ehli medrese mensupları olarak hakkımızı isteriz

Bu ifadeye karşı bir soru gelir.

Ne istersin ey Üstat?

Cevaben şöyle buyuruyor;

Sözünüzün fiilinizi tasdik etmesi (söz ile eyleme aynı paralellik vermek)

Başkasının kusurunu kendinizde özür göstermemek, işi birbirine atmamak, üzerinize vacip olan hizmetinizde teksül tembellik etmemek, geçmişte elinizden gidip zayi olan tüm fırsatları yeniden yakalamak...

Medrese mensuplarının halini sormak ve onları dinlemek, bir parçacık olsa dahi devleti yönetenler ve zengin tabaka keyiflerine dayalı istirahatlarını terk edip avam tabakasının üzerine eğilmek ve onlarla sorunları çözmek.

Velhasıl.

Kürtler ve Kürtlerin içindeki ulema tabakasının geleceğini temin etmek istiyoruz.

İttihat ve terakki manasındaki hissemizi istiyoruz.

Size düşen taraf çok hafif, ama bize düşen taraf da çok büyük bir şey istiyoruz.

Yani sizin için hiç sayılan bizim için en büyük önem taşıyan bir hakkı istiyoruz

***

Üstattan sorarlar;

Bundaki kastınız nedir ey Üstat!

Niyetinizi kapalı bırakmayın, devletten ne isterseniz söyleyin

Üstat cevaben aynen şöyle söylüyor;

Kürdistanın (Güneydoğu yöresinin), Mısırdaki Ezher üniversitesinin kız kardeşi olan Medresetüz-Zehra namıyla Fünun-u Cedideyi (teknolojiyi) bünyesinde taşıyan bir üniversitenin kurulmasını istiyorum.

Kürdistanın merkezi hükmünde olan Bitlis ve sınırdaş vilayeti olan Van ve Diyarbakırda da aynı üniversiteyi tesis edilmiş olursa emin olunuz, biz Kürtler başkasına benzemiyoruz yakinen biliyoruz, içtimai hayatımız Türk kardeşlerimizin hayat ve saadetinden neşet eder.

Yani böyle olursa, Kürtlerin de, Türklerin de mutluluğu aynı olur.

El-Ezher Üniversitesinin paralelinde hem çağdaş Fen ve Teknoloji ilimlerini ve hem de İslami ilimlerini bünyesinde taşımak üzere hiç zaman kaybetmeden bu üç ilde kurulması gerekir

***

Üstat Bediüzzaman Hazretleri şöyle devam ediyor;

Vicdanın ziyası (vicdanı aydınlatan) ulum-i diniyedir. (dini ilimlerdir).

Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. (çağdaş medeni ilimlerine dayalı öğrenim şeklidir)

İkisinin imtizacıyla, bu her iki kanadın birini diğerine katmasıyla hakikat tecelli eder.

Her iki cenah ile talebenin (öğrencinin) himmeti pervaz eder (donatılır).

İftirak ettikleri vakitte (birbirinden ayrıldığında) birincisi çağdaş teknolojinin içinde bulunmadığı sadece medrese ilimleri taassup oluşturur, ikincisi ise sadece çağdaş teknolojiye dayalı yeni eğitim sistemi ise bünyesinde hilekrlık ve şüphe doğurur.

Her iki kanat için yani gerek Türkler olsun ve gerekse Kürtler olsun, her iki unsurunda mutemedi ve dayanak noktaları Kürt ulemalarının varlığı söz konusudur.

Veya her iki milletin birbiriyle kardeş olarak bir arada yaşaması için mahalli dil olan Kürtçeye aşina olan Kürtleri Kürt müderrisleri (ulema kesimleri) olarak intihap etmektir (Kürtçe dil dersi vermek için onlara görev vermektir)

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

İşte o büyük İslam dahisi 20. yüzyılın ulemalar simgesi olan Bediüzzaman maarif sistemi olan çağdaş bir eğitim sistemine ne kadar İslam dininin önemli bir faktör olduğunu vurgulamaktadır.

Keza yine Osmanlı döneminde yaşayan, yani yaklaşık üç yüz yıl önce yaşayan Şeyh Ahmede Xaninin Nbihar isimli kitabı o günün okullarında ve medreselerinde ilk okunan kitabtı.

Önsözü şöyle bir cümleyle başlar.

Tabii önce besmele ile başlamak üzere

O günün Kürt çocuklarına şöyle hitap ediyor;

Mebde her lmek nav Alm

(Allah adıyla başlanması gerekir her türlü ilim)

Hemd sena şukran-i

Ji bo w Xaliqe Rehman-i

(Hem hamd, hem de övgü ve şükür

O rahmeti bol Yaratıcıya özgüdür)

Ku fesahet daye lsan-i

Lsan daye nsan-i

(Ki kendini ifade etmeyi vermiş lisana

Lisanı da vermiştir insana)

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Anlaşılan odur ki toplumları toplum yapan, ülkeleri bütünleştiren ve o toplumların içinde tüm sosyal dengeleri bünyesine taşıyıp kuran ve koruyan temel unsur Hazreti Muhammed (S.A.V)in getirmiş olduğu İslam dinidir ve ona intisap eden toplumlardır.

Gerek, 20. yüzyılda yaşayan Bediüzzaman gibi büyük deha, ilim sahibi olsun ve gerek 17 veya 18. yüzyıllarda yaşayan Şeyh Ahmede Xani olsun, birer Kürt uleması olan bu her iki limin taşıdıkları ruh, gerek Türk olsun, gerek Kürt olsun, gerek Arap olsun tüm toplumları bütünleştiren tek din İslam olduğunu vurgulamaktadırlar.

Ve bununla beraber insanları uzaya gönderen çağdaş teknolojik ilimleriyle imtizaç ederek her toplum gençliğine ve maarif sistemine zerk edilmesidir.

Aksi takdirde günümüzdeki batı dünyasından kasıtlı olarak ithal edilen çıplak menfi milliyetçilik yalnız din ve inançtan yoksun bir unsuriyet İslam ümmetine bir yarar getirmez.

Hele hele bunu savunan da, hiçte İslamiyette inanmayan ve yaşamayan kesimler olsa.

Tam tersine zarar getirir, Böl-parçala-yut felsefesiyle kardeş toplumları birbirinden ayırır ve düşman ettirir.

Siyasetimize ve siyasetçilerimize düşen yegne görev ve tek kurtuluş çaresi askeri vesayet altında oluşturulan mevcut anayasanın derhal değiştirilerek, milletin ahlakına, birliğine ve bütünlüğüne yakışır bir anayasanın varlığı söz konusu olmalıdır.

Yoksa Osmanlının son döneminde kurulan İttihat terakki partisinin batı emperyalizminden ve İsrailin Siyonizminden ithal ettikleri ve tamamıyla dini inançlarından ve öğreniminden uzaklaştırıp, soyutlaştıran siyasetle Türkiye bir yere varamaz.

Her zaman bu köşede sizlerle paylaşmak istediğim gerçek şudur ki;

Bu ülke daha ne zamana kadar kargaşayla, kavgayla, terörle, kan ve gözyaşlarıyla baş başa kalacak?

Gerçekten günlük medyanın manşetlerine bakıldığında, tüyler ürpertici haberlerle karşılaşıyoruz.

Bu meyanda insan der demez kendi kendine bu soruyu sormaktan alıkoyamaz duruma düşüyor...

* * *

Bakınız, dünkü Hürriyet Gazetesinin 3 ARKADAŞ başlıklı manşetine.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, öğrenci yurdundayken namaz kılan üç arkadaş Biri Abdullah Öcalan deyip iki isim daha açıkladı.

Hürriyet Durmuş Yılmaz ve Yakup İnceye ulaşıp, Ankarada geçen o öğrencilik yıllarını sordu.

Merkez Bankası eski Başkanı ve hala Cumhurbaşkanı Başdanışmanı olan Durmuş Yılmaz Tapu Kadastro meslek lisesinde 1966da, ben lise 3te Öcalan 1. sınıftaydı, evet dindar biriydi, namazını kılardı, mütevazı çekingen biriydi.

Hatta pasif diyebilirim dedi.

Evet, biz de burada bunu teyiden diyoruz ki;

Abdullah Öcalanın yakından ailesini bilen, tanıyan birçok insanlar da bu ifadeyi şöyle kanıtlıyorlar.

Abdullah Öcalan köyünde sabah ezanı okunmadan önce karanlıkta camiye gidip, imam gelinceye kadar cemaat için sobayı yakıp camiyi ısıtan birisiydi

Peki, ne oldu da bu insan o eski halinden dönüştürülüp, adeta cinayet şebekelerinin başına geçmesi gibi bir soruya devlet, otorite, parlamento ne cevap verebilir.

Demek anlaşılan budur ki;

Cumhuriyet döneminde batının emperyalist odaklarından ithal edilen, İslamdan soyutlanmış bir sistem, bu işlerde en büyük rolü oynamıştır ve oynamaktadır ve bunun temsilcisi de darbelerin ve vesayetçilerin mevcut anayasasıdır.

Bakınız, Sayın Başbakan Konyalılara hitap ederken;

Konyalının suçu Bismillah demekmiş

Başbakan Erdoğan, 28 Şubat sürecinde irticacı sermaye ilan edilerek engellenen iş adamlarına, sırtını devlete dayamadıkları için üvey evlat muamelesi yapıldığını söyledi.

Konyalı girişimcileri örnek gösteren Erdoğan, Sizler kredi alıp batıranlardan olmadınız, sizin suçunuz her sabah Bismillah deyip, fabrikalarınızın, işyerlerinizin kapısını açmaktı diyen Başbakan anlattıklarımızı vurgulamaktadır.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Bugünkü sohbetimizde kıssadan hisse olsun diye ülkemizin can damarı durumunda olan kilit meselelerini sizinle paylaşmak istedik.

Yarın da TSK bünyesinde Ergenekon melanetinin yetiştirdiği önemli bazı generallerin ne yaptıklarıyla ilgili yazımıza devam edeceğiz.

Diyarbakır Söz Gazetesinde bölgenin olsun, ülkenin tümü olsun önemli konuları takip edebilirsiniz.

En derin saygı ve sevgilerimle.