YAKIN TARİHİMİZ, LOZAN GERÇEĞİ VE İNGİLİZ HIYANETİ! (II)
Eklenme: 10/4/2016 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten, her zaman bu köşede satırlara dökerek kaleme almış olduğumuz önemli memleket meselelerini sizlerle paylaşmaktan her daim mutluluk duyuyoruz.

Sizinle paylaşmak istediğimiz konuların ana başlıkları de her daim, yakın tarihimizde memleketimize yapılan ihanetlerin varlığına dairdir.

Ve diyoruz ki; bu ihanetler, bilerek yapılmış ihanetlerdir.

Herhangi bir yanılgı, aldatılmışlık veyahut unutkanlık veya herhangi bir dayatma sonucu gerçekleştirilen "ihanetler" değildir.

Ülkemize yapılan antidemokratik mezalim zinciri ve bunu her bir yazımıza koyduğumuz başlıkları gençlik okudukça, duydukça, öğrendikçe, kimin yıllar yılı hangi kulvarda oynadıklarını, ne amaçla bu ülkeyi bu hale getirdiklerini, tüm haşiyeleriyle, detaylarıyla, derinlikleriyle öğrenmektedir.

Bu bilgilenme ve öğrenmeyle; adeta dünün kahramanlarının(!) "maskesinin" düşürülmesiyle, suçüstü yapılarak yakalarlar ve yakalamışlardır.

Eski dönemlerden Yargıtay Daire Başkanı değerli Hukukçu Sayın Sami Selçuk’un “Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne” ve “Laiklik” gibi eserlerinde “Laikliğin” uygulamasına göre Kur’andan birçok suredeki ayetlerin “Laikliğe” aykırı olduğu itirafıyla “arkasında Cumhurun bulunmadığı bir Cumhuriyetin varlığı, aldatmacanın, kandırmacanın, zulmün dik alasıdır” demektedir…

Bu söylemler herşeyi bize anlatıyor..

Zaten Lord Gürzon’la Lozan’da anlaşma yapıp, memleketi ülkemizin nice adalarını Musul, Kerkük, Kuzey Afrika, Mısır, Suriye vs. gibi ülkenin coğrafyasını bölük pörçük edip dağıtan sözde kurtarıcılar, gün gittikçe gerçek tarihi okuyan yeni nesil, gençlik, çok ağır yeminle diyebiliriz ki; onları suçüstü yakalamıştır.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşmaları, bize göre demagojiden, fasa-fisodan, bayatlamış bir anlayıştan başka bir anlam içermemektedir.

Tek gayesi kendini ana muhalefet partisi olarak ayakta tutabilmektir..

Bunun için de; “Dostlar alışverişte görsün” misaliyle bağırarak, çağırarak, nefes nefese söylenmesi de apayrı bir garabettir..

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Gerçekten, 1923’ten sonraki Türkiye’nin gerçek kimliğinden çıkıp, yabancı misyonerlerin, müsteşriklerin, yörüngesine kaydırılması kabul edilemez..

Hele ki, din düşmanlığı yapılması…

Nitekim, Lozan antlaşmasının maddelerinin arasındaki şu ifade herşeyi ele vermektedir.

“Türkiye’de artık Kur’an hükümlerinin geçersizliğini ve medrese, cami, zaviye ve tekkelerin tamamıyla kapatılması, okullardan din tedrisatının kaldırılması”…

Tüm bunların yanı sıra İslam dışı, hukuk dışı, insanlık dışı, demokrasi dışı, ne kadar ahlak-ı rezile, menfur denilebilir insanlık dışı nesneler varsa hepsine meşruiyet verilmesi istenilmiştir…

Gerçekten düşünen her zişuur ve bunların başını çeken insan oğlu artık bunları idrak etmelidir, bilmelidir.

Hainler, satılmışlar, basmakalıp tezgâhçılar, Makedonya dönmeleri ve içimizdeki nice devşirmelerin bu memlekete yaptıklarını Hindistan’daki “Sağır Sultan” dahi bilmektedir.

Bu itibarla diyoruz ki;

İslam’ın haram kıldığı her şeye meşruiyet ve helallik vasfı tanımlanmış, yasalaştırılmıştır.

Helal kıldığı her şey de yasaklanmıştır.

İşte başlık olarak bunları burada kullanmak istiyorum sevgili okurlar.

Başta zina, fuhuş, faiz, haram yeme, cinayet, kumar, kan dökme gibi yasaklanması gereken ne kadar insanlık dışı şeyler varsa ki daha hatırlayamadığımız nice ahlaktan yoksun maddeler hep meşru kılınmıştır.

Toplumda yapılmaması gerekene yapma geçidi verilmiştir ve buna meşruiyet kazandırılmıştır.

***

İnanın, sevgili can dostlar.

ABD, BM veyahut herhangi bir Haçlı Anlayış Türkiye’yi istila etmiş olsaydı ancak böyle bir "tahribat" yapabilirdi.

Ama ne yazık ki hiçbir şey yapılmadan bunlar yapıldı ve yutturuldu.

Aktörleri de, kahraman olarak yutturdular....

Bakınız..

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Nayif bin Abdülaziz Al Suud’u makamına misafir olarak kabul ederken, çok önemli mesajları verdi.

Bu mesajların her birisini başlık olarak kullanma fırsatı buldukça yazacağız.

Ve siz değerli okurlarımızla da paylaşacağız…

Ki devlet zirvesindeki sorumlu bir zatın bu tarihi gerçekleri dile getirmesi Türkiye’nin geleceğine yönelik çok büyük umutları ifade etmektedir.

Ve Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi;

“Ümit var olunuz. Behe mahal zemin-i Asya, teslim olur yedê beydayê İslam’a..”

Erdoğan'ın beyanları da Ustadın bu sözlerini bize hatırlatıyor.

Allah’a Hamd û Sena ederek, “Ya Rab, sen bize böyle bir imanlı Cumhurbaşkanı nasip etmişsen, onun korumasını da bize ver. 24 saat onun etrafında koruma duvarı olalım. O nasıl ki millete büyük bir hizmet yapıyorsa, biz de ona böyle bir hizmet yapmış olalım.” diye dua etmeliyiz.

***

Bakınız, sevgili okurlar.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Veliaht Prensini kabulünde şöyle diyor;

“Tüm tuzaklar, İslam dünyasına yöneliktir, bunu bilmiş olalım.

İslam dünyasının birlikte hareket etmesi gerektiğini belirterek, tüm tuzak ve planların İslam dünyasına yönetildiğini görüyoruz ve inanıyoruz.

Sayın Erdoğan, “Musul Musulluların, Telafer Telaferlilerindir. Hiç kimsenin buralara gelip girmeye hakkı yok.

Musul’un DAEŞ’ten kurtarılmasından sonra da burada sadece Sünni Araplar, Türkmenler ve Sünni Kürtler kalmalıdır.” diyor..

Evet.

Sayın Erdoğan devamla şöyle dedi;

“İslam dünyası aleyhinde alçakça gelişmeler yaşanıyor.

Türkiye ve Suudi Arabistan hedef alınıyor.

Irak, Tunus, Suriye, Libya, Pakistan ve Afganistan’da yaşananlar birbirinden ayrı gelişmeler olarak görülemez.

Tüm tuzak ve planların İslam dünyasına yöneltildiğini görüyoruz.

Dolayısıyla İslam dünyası ülkeleri birbiriyle işbirliği ve dayanışma içinde olmalıdır”

İşte hakikat bu…

En derin saygı ve sevgilerimle...