"YENİ ANAYASA YAPALIM PLATFORMU"!
Eklenme: 1/24/2011 12:00:00 AM

Evet, sevgili dostlar. Dün Diyarbakır Barosu'nun ev sahipliğinde Yeni Anayasa Platformu tarafından tertiplenen "Hep birlikte yeni bir anayasa yapalım" sloganıyla Büyükşehir Tiyatro Salonunda panel düzenlendi. Katılan dört konuşmacıdan Anayasa eski Raportörü Sayın Osman Canın on iki dakikalık konuşması gerçekten şayanı dikkatti. Çok bilimsel tarihi gerçeklere dayalı konuşması on iki dakika içerisinde özetleyerek az-öz örneğiyle meramını ifade etti. Yeni bir Anayasanın milletçe yapılmasının şart olduğunu, elzem olduğunu, boşuna zaman kaybetmeden büyük bir hareketlilikle sivil halkın görüşlerine dayalı hazırlanması için önemli ifadeler vurgulayarak gönüllere tercüman oldu. Özellikle mevcut anayasanın bu halkın, bu toplumun, bu ülke insanının anayasası olmadığını belirli bir zihniyetin dayatmacı, zorba, darbeci bir anlayışın tahakkümünün mahsulü olduğunu söyledi. Özellikle mevcut Anayasanın 2. maddesinde geçen "DEĞİŞTİRİLMEZ VE DEĞİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ" ifadesi çağdaş insan temel hak ve özgürlüklerine uygun olmayıp, zorbaca bir slogandan ibaret olduğunu, özellikle vurgulayan Can, izleyenleri büyüledi.. Ve büyük alkış topladı. Diğer üç katılımcıların da kendilerine göre hukuki bilgiler çerçevesinde güzel açıklamalar yaptılar. Özellikle Sayın Yücel Saymanın "herkesten özür diliyorum" ifadesi ve sıraladıkları çok güzel cümleler salondaki izleyicilerin sık sık gülüşmesine ve kahkahalarına neden oldu. Ama Dicle Üniversitesi Ana Bilim Dalı hocası Sayın Fazıl Hüsnü Erdem konuşmasının büyük bölümünü siyasete ağırlık vererek tamamladı. Doğrusu Sayın Erdemin konuşmasını bir yönüyle önemsedim, diğer bir yönüyle de yadırgadım. Ve mola verirken de kendisine de bazı ifadelerini beğenmediğimi söyledim. Diyanet İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı Faruk Çelike yönelik, Aleviler Çalıştayında uyguladıkları siyaseti eleştiriyordu. Eleştirisine bir diyeceğimiz yok. Ancak bize göre eleştiri bilime dayalı olmadığı gibi, hukuksal bir eleştiri de değildi. Zira Bakanın Alevi Çalıştayında Alevilerin isteklerini yerine getirmemesi, Çalıştayda söz verip tam tersine yapması, doğrusu çelişkili bir uygulama olduğunu söyledi. Yani "Alevilere ait cem evlerinin ibadethaneye çevrilmesi ve din derslerinin zorunlu olma girişimi hukuki değildir" demesi bana göre eleştirilmesi gereken Bakan değil Prof. Fazıl Hüsnü Beydir. Bakınız, sevgili okurlar. Kültürümüze mal olmuş, ilime, hukuka dayalı toplumsal bir ifade var... Ve bu ifade her zaman, her yerde ve her toplumda geçerli bir ifadedir. O ifade şudur; "El hûkmu lil-ekseri" Yani söz ve irade, çoğunluğundur. Her platformda çoğunluğun hâkimiyeti vaki olduğu gibi, söz sahibidir de.. Tıpkı seçimlerde dahi çoğunluk nerde ise söz sahibi orasıdır. İktidar onların eline verilir. Ve uygulamalar da o ekseriyete yöneliktir. Eğer bu ülkede, insanlar yüzde 99 gibi büyük bir ekseriyete sahip olan ehl-i sünnet ve cemaatten ise hangi görüşe dayalı olursa olsun, hangi dile, hangi renge, hangi coğrafyaya ait olurlarsa olsun, inanan bir toplum olma hesabıyla, ekseriyet bakımından söz sohibidir. İyi niyetle din ve inanç paralelinde gidilirse elbette ki o toplumun ekseriyeti ve çoğunlukta olan inanç varlığı tarih boyunca dinin varlığını, dinin öğrenilmesi ve öğretilmesini kendi bünyesinde ibadetlerini camilerin bünyesinde öğrenimleri de medreseler bünyesinde gerçekleştirmiştir. 600 yıllık Osmanlı iktidarlığı, buna şahit ve örnektir. Mevcut camiiler ve minareler bunun kanıtlayıcı delilleridir. İzleyicilerden konuşan bir vatandaşın, konuşmaları arasında şöyle bir ifade geçti.. Hayli de dikkatimi çekti. "Bu coğrafyada 1200 seneden beri medreseleri kendi bünyesinde inşa edip vazgeçilmez bir adres" olarak göstermesi tarihi bir hakikatin vazgeçilmez ifadesidir. Bu ülkede büyük bir azınlıkta olan Alevi kardeşlerimizin varlığı inkâr edilemez. Gerçek inanca, ilime ve tarihe dayalı en az onlar kadar biz ehl-i sünnet de Hz. Aliyi seviyoruz. ALİ BEYT-İNİ DE bağrımıza basıyoruz; ama Kuranın ve Hadis-i Nebevînin ışığı altında tarihi gerçeğe paralellik arz eden bir biçimde seviyoruz. Yanlış, ideolojik, kasıtlı, siyasete dayalı bir istismar olmamak kaydıyla alevi kardeşlerimizin de inancına elbette ki saygılıyız. Ama Sayın Hüsnü Erdem Beyin Alevilerin inancı paralelinde cem evlerinin ibadethaneye çevrilmesi ve din derslerinin zorunlu olarak ortadan kaldırılması inancını hükümete dayatması yanlıştır. İlmi, dini ve tarihi gerçeklerden fersah fersah uzaktır. Zira bu bir gerçektir ki, Aleviler Alevilik adı altında cem evlerini başta Mustafa Kemal olmak üzere büyük boy fotoğraflarının asılması, saz çalmaları, dans yapmaları gibi ibadetten ve dini inançlardan çok uzak olan bir uygulama mekânı ne mescide ne de ibadethaneye çevrilebilir. Yine Alevilerin din dersi zorunluluğunun kaldırılması isteği bize göre o da yanlıştır ve kasıtlıdır. Başta anlatmaya çalıştığım gibi... Bu ülkede yaşayan Kürdü olsun, Türkü olsun, Arabı olsun, Acemi olsun, doğulusu olsun, batılısı olsun. Sunisi olsun, alevisi olsun. Her kim olursa olsun.. Genellik ve çoğunluk arz edenlerin isteği Kuran ve sünnet paralelinde dini gerçeklerin öğrenilmesi vazgeçilmez bir hakikattir. Eğer azınlıkta olan birilerinin keyfi ve ideolojik dayatması paralelinde ve onların hatırına binaen büyük bir çoğunluğun hakkına halel getirmek ve mütecavizane bir şekilde hiçe saymak gerçekten ilmi ve tarihi değerlerden yoksundur. Bunu burada siz değerli okurlarımızla paylaşmak istedim. Panelin birinci bölümünü izledim, izlenimlerim bundan ibarettir. İkinci bölümünü izleyemedim, çünkü zaman ve zemin müsait değildi. Bu konuyu burada özetlerken bir de dünkü basınımızın manşet ve sürmanşetlerine geçen Jandarma eski İstihbarat Bölge Başkanı durumunda olan emekli Albay Cemal Temizöz ile Egedeki koyun krizi çıkarmak isteyen Balyozcularla ilgili olacak. Bu her iki konuyu da bugünkü sohbetimizde özetlemek kaydıyla sizinle paylaşmak istiyorum. Çünkü geçmişe yönelik bunlar Türkiye insanına özellikle Doğu ve Güneydoğuda yaşayan Kürt halkımıza çok büyük badireleri yaşatmıştır. Amerikanın Guatemala cezaevleri hariç zannetmiyorum çağımızda yeryüzünün başka bir coğrafyasında bu mezalim başka bir millete yaşatılmıştır. 1993'lü yıllardan 2000li yıllara kadar bu bölgede yaşatılan insanlık dışı uygulamaların hemen hemen tümü bu anılan zevatın elinden ve kontrolünden geçiyordu. 1998li yıllarda başta Şırnak, Cizre, Silopi olmak üzere Diyarbakırımızda da yaşanan faili meçhul cinayetler ve gözaltına alınıp domuz bağıyla bağlanan masum insanlar bu mağrur JİTEM subayının elinden geçiyordu. O da dönemin DGM Cumhuriyet Başsavcısı Nihat Çakarın direktifleriyle hareket ediyordu. Nihat Çakar ise mesleğini, kimliğini, makamını bir tarafa bırakıp, ideolojik bir uygulama ile bölgede bulunan generallerin direktifiyle hareket ediyordu. Örneğin; dönemin Bölge Asayiş Komutanı o günün mağrur paşalarının başında Çetin Doğan ile 7. Kolordu Komutanı Yaşar Büyükanıt geliyordu. Gerisi teferuat. Bu zevatı na muhteremlerin dedikleri dedikti. Emir ve direktifleri içinde Allah mefhumu yoktu. Bilinen inkârcı bir mezhebin birer mensubu olarak inanmış insanlara karşı adeta kin besliyorlardı. Ve bunun bir kısmına, bir bölümüne irtica, diğer bir kısmına da bölücü örgüt olarak nitelendirilerek harekete geçmişlerdi. Ve onların zamanında bu yöre insanının tümü olmasa dahi büyük bir çoğunlukla bunların hiddet ve korkularından ya evlerine gitmiyorlardı ya da gecelerini başka yerde saklanmak üzere geçiriyorlardı veya da endişeli olarak başını yastıklarına koyuyordu. Ama nasıl sabahlıyorlardı bir Allah bilir bir de o insanlar bilir. Bakınız, Cemal Temizözün marifetlerine Cemal Temizöz, kendi makamından daha fazla gününü Diyarbakır DGM Cumhuriyet Başsavcısının katında geçiriyordu. Ve Diyarbakır Adliyesinin koridorlarında büyük bir heybetle, mağrur bir JİTEMCİ subay olarak dolaşıyordu. Gerek gördüğü zaman hemen Nihat Beyden yakalama ve arama emrini çıkarıyordu ve başta bizler dâhil olmak üzere birçok masum insanları gözaltına alıyordu. Kaderin büyük tecellisidir ki o günün mağrur Cemal Temizözü, bugün aynı Adliyenin koridorlarında eli kelepçeli olarak sanık sandalyesinde olmak üzere görülmektedir. Darısı Nihat Çakarın, Çetin Doğanın ve Yaşar Büyükanıtın başına Bu anlattıklarım deveden kulak bile değil. Bakınız, iki gün önce 6. Ağır Ceza Mahkemesinin duruşma salonunda Hasan Başkök isimli bir tanığın ifadesine "TEMİZÖZ EMRETTİ, TOROSLA GÖTÜRDÜK" Faili meçhul davasında ifade veren eski Cizre Jandarma Komutanı Hasan Başkök, 22 cinayetten sorumlu tutulan eski komutanı Albay Temizözü suçladı. "Cemal Albayım gelir, köylüleri sorgu için alır götürürdü, çok adam aldı, akıbetlerini bilmiyorum" diyen Başkök devamla şöyle diyor: "Biz köylerin etrafını sarardık, Cemal Albayım gelir mülakat yapar, teröristlere yardımla suçladıklarını alırdı, kimi neye göre alırdı bilmiyorum, gözaltına alınanların durumunu takip etmezdik; ama çok fazla adam alınıyordu, sorgu ekipleri rütbeliydi. Cemal Albaya bağlı sorgu ekipleri vardı, resmi kişilerdi, sivil giyinirlerdi toros marka iki arabaya bindirip sorguya götürürlerdi. Selim Hoca, Tuna ve Yavuz kod adlı rütbeli askerler de sorgu ekibindeydiler" Mahkeme Başkanı Hakim Menderes Yılmazın sorusu üzerine Başkök şöyle diyordu: "Orada beş, altı karakol vardı onların içerisinde rütbelilerden oluşan sorgu ekipleri vardı, bunlar komutanım Cemal Albaya bağlıydı, bunlar resmi kişilerdi, sivil giyinirlerdi" dedi. Kayıp olaylarının sorulması üzerine Başkök, "Komutanımız emir verirdi, şu köye gidin der biz de gelirdik, komutan mutlaka gelirdi, şahıslar alınırdı, karakola götürülürdü" diye konuştu. Başkök, soru üzerine itirafçılarla birlikte faili meçhul cinayetleri işlediği iddia eden Selim Hoca, Tuna ve Yavuz kod adlı rütbeli askerleri hatırladığını ve sorgu ekibinde çalıştıklarını anlattı. Faili meçhul cinayetlerle sık sık gündeme gelen Toros araçla ilgili olarak da sivil giyinen ekip tarafından yapılıyordu, hem de iki tane Toros aracıyla. Evet, Diyarbakır ve Van bölgesinde emekli Org. Çetin Doğan yaptıklarını yaptı. Sonra 1. Ordu Komutanlığına giderken Balyoz Harekâtına başladı. Tabi rahat durmadı. Kafası hoştu her zaman... Çünkü her gece şarap şişelerini devirip, sabaha kadar alem yapıyordu ve bazı kuvvet komutanları da ona uymak zorunda kalıyorlardı. Hükümeti devirmek için darbenin çok iğrenç oyunlarını hazırlıyordu ve bu iğrenç hareketleri tarih sayfalarına geçmiş, birer kaziyeyi muhkeme haline gelmiş durumda. Ve bugün o zatı na muhterem ne hazindir ki Silivride sanık sandalyesinde. Evet, sevgili okurlar. Allaha yalvararak dua etmek gerekir. Herkesin sabırla mezalim olayları karşısında Allaha tevekkül ederek beklemesi gerekir. En derin saygılarımla. Kalın sağlıcakla.