YÜZ SENE ÖNCEKİ İHANET BUGÜN BİZE OLDU HIYANET (III)
Eklenme: 12/29/2015 12:00:00 AM

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü sohbet köşemizde değindiğimiz çok önemli memleket meseleleri hiz kuşkusuz ki, ülkenin başına çöken terör odaklarının yarattığı tahribattır..

Olup-bitenler için gerçekten "birer püsküllü bela" demiştim!…

Hakikaten bu püsküllü belalar, nerdeyse 100 veya 150 yıldan beri bir türlü başımızdan def edemiyoruz.

Yakamızdan düşmüyor.

Değişik versiyonlarla, değişik pozisyonlarla, değişik adreslerle, hedef şaşırtarak, insanların dikkatini dağıtarak, "her platformda" ortaya çıkıp, bela olmaktadır.

Faaliyetlerine de kesintisiz devam etmektedirler.

Doğrusu buna ülkenin makûs kaderi mi diyelim, kara yazı mı diyelim?

Her ne derseniz deyin, varlığını sürdüren mevcut bir kirli oluşumla karşı karşıyayız.

Bu kirli oluşumun kaynağı nerden gelirse gelsin, bize göre ana temeli ve dayanak noktası; I. Dünya Savaşındaki "İtilaf" devletlerinin ittifaktır…

Ki atılan o adımlarla Osmanlı hilafetini yıktılar, dağıttılar, İslam ülkeleri darmadağın ettiler.

Nihayet savaşın sonunda dört beş itilaf devletleri bir araya geldi, bu sefer Osmanlının kalıntısı olan İttihat Terakki Cemiyeti ve ona bağlı olarak devletlerin önemli noktalarında bulunan bazı önemli zevatı kiraladılar ve ajan olarak kullandılar..?

Bu ajanlar tarafından düşünün Çanakkale savaşında iki yüz elli bin askerini kaybeden İngilizler, o esnada savaşı kaybederlerken, aradan 2-3 sene geçtikten sonra tek bir kurşun sıkmadan, elini kollunu sallayarak İstanbul’a gelip ağa paşa oturdular. (!)

Ve içimizdeki kiralanmış ajanlarla gizli ittifak içerisinde adım attılar…

Yunanları Sakarya Dumlupınarlara kadar getirttiriyorlar… Şekli olarak İzmir körfezine sözüm ona Yunan orduları dökülüyor ve Türkiye için zafer ilan ediliyorsa da bize göre buna kargalar güler.

Mademki Yunanlıları denize döktük ve çekip gittiler…

O zaman neden, onların ahlaki erozyonuna kapıldı.

Düşmanın, gavurun gayriahlaki olan ne kadar kirli, insanlık dışı ve ahlaki çöküntülerle dopdolu nesneleri varsa, içimize sızdırdıkları "ajanların" sayesinde enjekde edildi.

Şuursuzca bağımlısı olduk, benliğimizi yitirdik.

Yani, İngilizlerin, Fransızların, Yunanların "işgalleri" döneminde yapılamayanı, ne yazık ki içimizde barınan ve bırakılan ajanlar, onların namı-hesabı tüm tahribatı yaptılar.

Birilğimizi, beraberliğimizi, ittifakımızı, bin yıllık kültürümüzü, tarihimizi, dinimizi, inancımızı tümüyle erozyona uğrattı.

Her şeyimize yasaklamalar getirildi.

Yüce kitabımız Kur’an inancı ortadan kaldırıldı, her şey dini inanç olarak toplumdan alındı bireylere verildi.

O günden bugüne Türkiye oldukça büyük dejenerasyon geçirdi ve geçirmeye de devam ediyor.

Zira I. Dünya Savaşından sonra çöken Osmanlı İmparatorluğu, dağılan Hilafet-i İslamiye, her ne kadar İstiklal savaşımızda bize zafer madalyaları tevdi edildiyse de bize göre şeklidir ve gerçek dışıdır.

Eğer gerçek zafer madalyaları bizim alnımızın teri olmuş olsaydı, Lozan’daki uydurulan muahede sözleşmesinin bunca boğucu ve baskıcı maddelerine imza atılmazdı?

Bugün o imzaların yüzünden Musul bizim değil artık, Kerkük değil, Irak elimizden gitti, Suriye gitti, Arap yarımadası gitti, Yemen’e kadar, Suudi Arabistan’a kadar…

Komünist, Bolşevik rus hegemonyasına girdi…

İngilizler bir yanda Irak bölgelerini alıp Türkiye’nin değil Arap’ındır dendi ancak onlar oturdu.

Suriye’ye de Fransızlar geldi.

O günün kalıntılarının bugün mevcut olan uzantıları ve o uzantıların baş mümessili olan terör odakları, onların o günkü görevini bugün tekraren ve tekraren yapmaktadır ve yapmaya devam etmektedirler.

Oluk oluk akıtılan kanın yanı sıra, Güneydoğu’da özellikle Diyarbakır’da halk çok büyük panik ve korkular içerisindedir.

Alınan bilgilere göre bugün yine tüm çarşı Pazar kapalı…

Kimin emriyle, kimin dayatmasıyla bu esnaf, tüccar, iş çevreleri günlük hayat akışlarını iptal ediyor?

Evine kapanıyor.

Süt dökmüş kedi gibi arkasına işyerine bakıyor ve her şeyi bekliyor, seyrediyor.

Dün de burada değindiğim gibi nerdeyse "Hindistan’daki Sağır Sultan" gibi benim hükümetim, benim İçişleri bakanlığım ve benim TSK’m, yani tüm güvenlik güçleri her ne kadar mücadele verme çabasında olurlarsa olsunlar, onların asıl dayanak noktası HDP’dir..

Besleyen ve palazlandırandır.

HDP'de TBMM’nde bülbül gibi ötüyor, borazanlık yapıyor, iktidara suçlama getiriyor ve hiçbir şey olmamış gibi Başbakan Ahmet Davutoğlu’yla hakaretvari biçimde alay ediyorlar.

* * *

Bilmiyorum sevgili okurlar.

Gülelim mi ağlayalım mı?

Hani diyorlar ya; “Arsız, arını yitirdiği zaman ne yaparsanız yapın, o bildiğini okur”

Başınızı fazla ağrıtmayalım.

Bu bir gerçektir.

Eğer bugün TBMM’nde 550 milletvekili varsa, iktidara mensup olan 317 milletvekili ne yaparsa yapsın, muhalefete karşı sönüktür.

Zira muhalefet özellikle ana muhalefet de hükmen ve zımnen terör odaklarına alkış tutmaktadır.

HDP zaten avukatlığını yapıyor, MHP ne yaptığının farkında değil?

Kala kala iktidar partisi kalıyor.

İktidar partisinin de yıllardan beri gerek geçen dönemlerdeki Başbakan olsun, gerek bugünkü Başbakan olsun…

Güneydoğu Anadolu’nun eski Ermeni’den dönme gayrisamimi insanları, kılık kıyafet değiştirerek, pozisyondan pozisyona girerek, hatta 99’luk tesbihle sakallı görüntüleriyle, devletin büyük adamlarına iyi görünmek ustalığıyla iktidar partisini işlemez hale getirdiler.

Zira başta “Barış süreci” dahil olmak üzere çok büyük bilgilendirme yapılmadı…

Ki bunun uzantılarından birisi de kimse kusura bakmasın, Milli İstihbarattı.. Ki çalışamaz hale gelmesi de bir nevi oralara dayanmaktadır.

Güneydoğulu insanlar, özellikle Diyarbakır insanları iktidardan da devletten de ne yazık ki beklentisini alamıyor.

Alamıyor da alamıyor.

Halk, devletin hâkimiyetini bu memlekette istiyor..

Artık cılız çıkan ses devletin değil PKK’nın sesi cılız çıkması gerekir.

HDP’nin sesinin cılız çıkması lazımken, ne yazık ki polis, asker ve devletin sesi kısıldı… Her gün birkaç asker, polis ya yaralı ya da şehit oluyor.

Halk, bu görüntüleri kaldıramıyor.

Sessiz duruyorsa da içinden devleti bu şekle sokan yönetimleri de affetmiyor.

Bunca gelen giden valiler zamanında İçişleri Bakanlığı zamanında bu dönem gibi muattal ve suskun ve durgun bir hal görünmemiştir.

* * *

Yalnız sevgili okurlar.

Bunu da hemen belirtmeden geçmek istemiyorum.

Bizim burada yazdığımız her yazının temel dayanak noktası tarihi gerçeklere dayanmaktadır.

Özellikle tarihi gerçekleri bize bildiren, olup bitenlerin gerçeğini bize anlatan yüce kitabımızdır ve onun bir nevi tefsiri durumunda olan Hadis-i Şerif’lerdir.

Bugünkü yazımızı sonlandırırken, “En’âm” suresinin 65. ayetinin yüce meali ile bir Hadis-i Şerif’in mana yüceliğini siza aktarmak istiyorum.

Bizim ümmet olarak, millet olarak, halk olarak, özellikle Türkiye olarak içinde bulunduğumuz badireli zamanımızı bize anlatmaktadır, öğretmektedir, ders-i ibret almayı da tavsiye etmektedir.

Açıklamaya çalışacağımız Hadis-i Şerif de nerdeyse bu ayetin kapalı olan mana gizliliğini bize açıklıyor.

“Ey Resulüm! Müşriklere de ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.” Bak, anlasınlar diye, âyetleri değişik biçimlerde nasıl açıklıyoruz”

İşte orda yerde görünen bir gerçek var.

Bugün üstümüzden herhangi bir bela veya felaket yok, ayağımızın altında da herhangi bir mevcut zelzele, deprem veya yerin çatlayıp içine gömülme musibeti de yok.

Amma velâkin ayette geçen üçüncü cümlenin ruhunu yaşamaktayız.

Yani, sizi fırkalara, bölüp parçalanmaya ve birinizin diğerinize zarar verdirmeye hükmünü bir felaket olarak yaşamaktayız.

Hiç kimse bunu inkâr edemez.

* * *

Evet, bir İslam ümmeti dış mihraklardan ithal edilmiş hıyanet ve ihanet şebekelerinden olan terör odakları ve terör odaklarını savunan ve TBMM’nde yasallaştırılmış bir meşruiyetle ortalığı karıştıran siyasi yapılanma vardır.

Ve ortalığı karıştırıyor, kurcalıyor, bölme ve parçalamaya çalışıyor….

Diğer muhalefetler de alkış tutuyor, amma iktidar da hiçbir şey yapamıyor.

Ayetin bir nevi tefsiri olan Hadis-i Şerif’in yüce mealini de uzun olmasın diye yarına bırakıyoruz.

En derin saygı ve sevgilerimizle.