ZAFER VE HEZİMET!?
Eklenme: 1/6/2015 12:00:00 AM

Evet, değerli okurlar.

Yakın tarihimizin bize göstermiş olduğu gerçekler, alınması gereken "birer ibret dersleri" olmalıdır.

Gerçekten aklıselim (sağduyu) sahibi olan herkes, yakın tarihimize göz atarsa; çağdaş cahiliyenin kirlenmiş ideolojileriyle kirlenmemiş sağlam bir beyinle ve salih bir kalple olaylara baktığında görecektir ki, yıllardan beri Ortadoğu’daki olup biten kanlı siyasi hareketlerin tümünün ABD’nin, İngilizlerin ve tüm batı dünyanın organize ettiği kumpaslı projelerdir.

İşte bu kumpaslı projelerin hazırlayıcıları, Tarihi İslam gerçeğini Ortadoğu milletlerinin arasından silip atabilmesi için ilk hedef onlar için, Osmanlı imparatorluğuydu.

Çünkü Osmanlı dağılırsa onlar Ortadoğu üzerinde "istedikleri" emellerine rahatlıkla kavuşabilirlerdi.

***

Biliyorlardı ki; Büyük kıtaları bünyesinde taşıyan Osmanlı İslam Hilafeti 624 yıl gibi uzun ömürlü yaşayan bu devletin, gücünün tümünü; şaşmaz, değişmez bir hakikatle ilahi adaletten almaktaydı.

İşte değişmeyen bu kesin ilahi gerçeğin adı da “Sünnetullah”tır.

Yani Allah’ın değişmeyen kanunları, hükümleri, âdetleridir.

Buna sımsıkı sarılan bir devletin, attığı her adım başarıyla sonuçlanmıştır.

Zafer olmuştur.

Zira her hareket, gerçek ve beyinleri imanla dolu “Şûra” komitesindeki üyelerin ittifakıyla olmuştur.

Tabiatıyla hiçbir devlet ve o devlete bağlı olan hiç bir kurum ve kuruluşun başındaki insanlar, o “Şûra”nın dışında hareket etmedikleri gibi, Şûra'nın da birer ciddi elemanları durumundaydılar.

***

Hiç kuşkusuz ki, “Şûra” demek, “Danışma Kurulu” demektir.

“Danışma Kurulu”, elbette ki devletin temel dayanak noktasıdır.

Günümüzdeki çoğulcu parlamenterler sistemine dayalı demokratik oluşumlar da o demokratik devletler için, ister muhalefet olsun, ister iktidarlar olsun, herkes o “Şûra”nın birer üyeleridir.

O “Şûra”yı güçlü bir devlet unsuru haline getirmek için, seçilen insanlar çok sağlam beyine sahip olmaları gerekir.

Dürüst karakterli, aydın kalp sahibi olmaları lazım ki devletini ve ülkesini ayakta tutabilsin.

Yani “Danışma Kurulu” olan Meclis, yani Mebuslar Kurulu, gerçek manada haram yemekten uzak, helâlı kendine ilke edinen insanlardan olması lazım.

Tek kelimeyle; hangi devlet olursa olsun, ister Müslüman, ister Gayri Müslim, devletini temsil eden o büyük Meclis üyeleri hatıra veya katıra binaen, birileri tarafından milli irade dışında seçilmiş zevatlardan oluşmamalıdır.

Partilerin, özellikli iktidar partilerinin oluşturduğu Meclis üyeleri sapasağlam, temiz bir ruha sahip olan kişilerden oluşmalıdır.

Yoksa kirli anlayışlarla iyi anlayışlar karması olunca, devletin “Şûra” gerçeğini temsil edemez duruma geleceklerdir ki kıyamet o zaman kopar.

* * *

ABD ve batı dünyası, uzun ömürlü Osmanlı devletini tarihten sildirebilmek için 150 sene evvel ilk adımlarını atmıştır.

Osmanlı devletinin bünyesine karışık beyinli, sarhoş, Masonik kafaları, sürekli devletin “Danışma Kurulu”na sokmuşlar ve o “Şûra” gittikçe Politize olmuştur.

Kurul üyelerinin arasına nifak tohumlarını atan nice bezirgânlar girmiş ve nihayetinde II. Meşrutiyet’in kuruluşuyla 600 senelik bir devletin varlığına son vermişlerdir.

Bu projeyi gerçekleştiren haçlı dünya, çok kısa bir süreç içerisinde hedefine ulaşmıştır.

Ortadoğu’da olsun, Türkiye’mizde olsun yıllardan beri yapılan kanlı siyasi harekelerin bünyesi ve dayanak noktası, kesinlikle ABD, İngiltere ve Fransa’dır.

Düzenlenen her siyasi proje; ister sağı olsun, ister solu olsun, ister muhafazakârı olsun, ister liberali olsun, ister sosyalisti olsun, yani tek kelimeyle daha iyi anlaşılabilmek için, cumhuriyetten sonra kurulan CHP’nin altı okunun manası tümüyle oraya dayanmaktadır.

Onun içindir ki 1923 ile 1950 arasında hükümran olan bu altı ok anlayışı, ülkenin yetiştirdiği temiz insanlarıyla yetiştirdiği sağlam karakterli, milletin birer lideri durumunda olan seçkin ulemalarla mücadeleleri olmuştur.

Ve 25 yıl boyunca kan döktürmüştür.

Deyim yerindeyse bu anlayış, ister Kemalizm olsun, ister Laisizm olsun, her ne olursa olsun, bunu güçlendirmek ve idame etmek için patronlarından gelen direktiflerle devleti yönetmişlerdir.

Bugünkü Esed gibi kendi milletiyle kavgalı olmuştur ve inim inim halkını inletmiştir.

Nitekim CHP otoritesi, artık milletin gözünden düşmüştü.

Ki ABD bunu sezmişti ve Demokrat Partiyi kurdurdu.

Demokrat Parti de milleti kandırmaya çalıştı. On sene boyunca deyim yerindeyse gâh nalına vurdu, gâh mıhına vurdu, ama tam manasıyla devlete hâkim olamadı.

Ve nihayetinde yine CHP’nin hışmından kendini kurtaramadı.

İnönü askeri vesayete başvurarak, 27 Mayıs'ı meydana getirdi.

Devlet, batının bu projesi ve CHP'nin de figüranlığıyla askeri vesayete teslim edildi.

Ondan sonra dünya kamuoyu önünde kendini diktatörlükten kurtarmak için, bu kez Adalet Parti kuruldu. Ama muhafazakârlık adı altında kurduruldu.

Adalet Parti’den Doğru Yol’a dönüştürüldüyse de anlayış aynı anlayış, zihniyet aynı zihniyetti.

Demirel’in Masonik kafasıyla, devlet yıllar yılı yönetildi.

O da bayatlayınca bu kez ABD, muhafazakârlık ve İslami hareket adı altında yeni yeni muhafazakâr partileri kurdurdu.

Milli nizam partisinden tutun da, milli selametine kadar!

Özal’ın ANAP’ına kadar…

Bugünkü iktidar partisi olan AK Partisine kadar.

Halk, yıllardan beri hasretle beklediği İslam ahlakını bir türlü hiçbir partinin bünyesinde yakalayamamıştır.

TBMM’ni işgal eden, sözüm ona devletin birer istişare kurulu durumunda olan Meclis, muhalefetiyle-iktidarıyla bir arpa boyu kadar yol alamamıştır.

Topluma iyi bir örnek olarak kendini gösterememiştir.

Bu çarpık ve dumanlı siyasi havanın içinden, zaman zaman terör fışkırmış, sol partiler çıkmış, Marksist hareketler oluşmuş ve toplumsal kan döktürülmüş, ekonomiksel sıkıntı had safhaya girmiştir.

Faizcilik başta olmak üzere, partilerin bünyesinde yolsuzluklar, usulsüzlükler, rüşvet, adam kayırma, kişisel rant planları gibi karanlık tablolar ortaya çıkmış ve böylece bu millet bu hale düşmüştür.

Uzun mesafeden beri oluşa gelen bu olumsuzluklar, nihayet AK Parti bünyesinde patlak vermiştir.

Bu kez kendi öz be öz yakınlarıyla iç kavga başlamış, devletin bünyesinde yeni bir “Paralel”cilik hareketi oluşturulmuş, Başbakan’ın odasından dinleme böceklerinin çıkmasından tutun da devletin her kesimine ajanlar sokulmuş!

Önceden dost görünen kimseler ansızın düşman kesilmiş…

Velhasıl hal-i hazırdaki görüntüye denilecek sözümüz şudur.

“Bu hamur daha çok su çeker.” Ama ne zamana kadar?

Şu an için meçhulümüzdür.

* * *

Evet, sevgili okurlar.

Konumuzu özetlemek gerekiyorsa, tek kelimeyle şöyle özetleyebiliriz;

Osmanlı mirası üzerine konulan siyasi hareketler, hangi parti olursa olsun, direktifini, talimatlarını, kuruluş şekli dâhil olmak üzere hep ABD’den ve batı dünyadan almış durumdalar.

Bu nedenle o büyük patronların direktifleri altından çıkamayan Türkiye’nin siyaset oluşumu, İslami bir “Şûra”dan gittikçe uzaklaşmış ve büyük bir cahiliye anlayışıyla yol almaktadır.

Allah’ın hükümlerini, milletin tarihini, kültürünü, inancını, milletten uzak tutmuşlar.

Devlet; milletin orijinal yörüngesinden çıkarılmış, batıl ve cahiliye devrinin yörüngesine konulmuştur.

Böylece “Zafer”le sonuçlanması gereken mücadeleler, hep “Hezimet”lerle karşılaşmıştır.

Bu “Hezimet”lerin ana görüntüsü de meydandadır, ortadadır.

Zaman zaman çıkan ve dehşet saçan terör odaklarıyla başa çıkamayan bir devlet, böylece milletin bütçesini çarçur etmiş olduğu gibi, gerçekçi ilkelere dayalı bir otorite hâkimiyetini de sağlayamamıştır.

Bol miktarda diplomalı cahil tabakası oluşmuş ve “Şûra-yı devlet” denilen “Devletin Danışma Kurulu”na girmiş boş beyinler hâkim olmuştur.

Tıpkı bugünkü AK Parti’nin “Barış Süreci”nin gerçekleşmesi için nice nice “Akil insanlar” denilen kanaat önderlerinin oluşturması gibi.

Siyaset, ne yaptığının farkında değil?

Olan ülkeye oluyor, millete oluyor.

Ama ne diyelim?

“Atı alan Üsküdar’ı geçmiş” misali, Allah encamımızı hayreyleye.

Toplum arasında, siyasi partiler hareketi içerisinde ajanlar kol geziyor.

Casusluk had safhada, ama ne yazık ki hedef şaşırtılıyor.

Gerçek ajanlar görünmüyor veyahut görmezlikten geliniyor.

Olan; masum, inanan bir kısım aileleriyle muhafazakâr olan Polis teşkilatına oluyor.

En derin saygı ve sevgilerimle.