ZİFİRİ VE DERİN BİR KARANLIKTA ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ NE GEZER!?
Eklenme: 9/7/2009 12:00:00 AM

Evet sevgili okurlar! Bilindiği üzere Ergenekonun devletin derinliğine bir asır boyu yerleşmesi ve onun uzantısı olan JİTEM ve TSK bünyesinde oluşa gelen üst düzeydeki masonik düşünceye sahip bazı generaller ve yargıçlar yıllardan beri milli iradeyi vesayet altına almak istemişlerdir. Söz sahibi olmuşlar, hükümetlerin başına deyim yerindeyse 'Demoklesin kılıcı' gibi, hakimiyet kurmuşlardır. Ve yıllardan beri bunu kendilerine göre 'kurtarıcılık'(!) adı altında yapmışlardır. Ama ne çare ki kaş yapayım derken göz çıkarmaya neden olmuşlardır. Türkiyeyi terörün karanlık maceralarına ve devleti de derin ve zifiri karanlığa sürüklemişlerdir. Üstüne üstlük gittikçe boğucu girdaplara sürüklemişlerdir ve hala da bu süreç devam etmektedir. Ne yazık ki bunun adını da yurtseverlik, vatanperverlik, kahramanlık koymuşlar.. Daha doğrusu kurtarıcılık ve bir yığın hayali kurtarıcıların söz sahipliğiyle bunu icra etmişlerdir. Ama heyhat! Tamamıyla sanaldır ve hayalidir. Zira, sonuç itibariyle ülke yararına elde edilen hiçbir şey yok. Hatırlarsınız!... Yıllar öncesi Suriye'de, Irak'ta ve Libya'da basçı anlayışa sahip, solcu Marksist ve inkarcı generaller güruhu kan dökerek işbaşına geçmişlerdi.. Neticede de kendilerince sözde 'ülkeyi kurtarmak' ve kahramanlık elde etmek idiyse de kendi ülkelerinin kaybına ve milletlerinin de kanlarının dökülmesine neden olmuşlardır. Ve yine dikkat ederseniz bu her üç Arap devletçiklerinin başındakiler diktatör, ihtilalci kişiler olmuştur. Saddamların, Esadların ve Kaddafilerin saltanatı ülkelerinin başına musallat olmuş, özgürlük ve demokrasi adına hiçbir adım atılmadığı gibi, bilakis özgürlük ve demokrasi kökten silinmiş, ayaklar altına alınmıştır.  Milletlerine rağmen başka mihraklar adına yönetimi elde etme başarısını göstermişlerdir. İşte bu tablo ve yılların yaşattıkları insana Türkiye açısından korku getirtiyor.. 27 Mayıs 1960lı yıllardan günümüze dek Türkiye'de yapılan ihtilaller ve askeri müdahaleler ve otoriteleri vesayet altına alan askeri anlayışlar, anlatılan o üç Arap devletçiklerin yaşadıklarıyla benzerlik arz etmiyor değil.. Bu süreç içerisinde birkaç defa böyle olmuş ise de ama yine Türkiye coğrafyası milli ve İslami bir bütünlük içerisinde olma hasebiyle bu solcu, Marksist ihtilalci generaller tüm çabalarına rağmen gerçek manada hedeflerine ulaşamamışlardır ve ulaşamayacaklardır. Sonuç itibariyle AK Parti yönetimi halkından almış olduğu milli irade emanetini yavaş yavaş az da olsa yerinde kullanarak bu tür zifiri karanlık oluşumların önünü kesmiştir. Tabi bu askeri alanda.. Ya bir de Yargı alanında.. İşte burda bi tıkanma var. Aynı paralellik arz ediyor. Ama maalesef şuan için bu tehlikeli 'yapı' ortadan kaldırılmış değildir. Bu yapı devlet içerisinde büyük bir tehlike arz ediyor. Demişler ya, "Görünen köy kılavuz istemez" Gerek Anayasa Mahkemesinin, gerek Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun ve gerekse Yargıtayın etrafında dolaşıp duran bazı solcu, Marksist, Cumhuriyet Halk Partisinin zihniyetine sahip fetvacı bazı yargı mensuplarının varlığı söz konusudur. Bunlar da tıpkı 'Postmodern' düşünceye sahip genareller gibi, devleti vesayetlerinin altına almak istemektedirler. Bu da bize göre, Adaletin Bağımsızlığını 'gölgelemektedir'!.. Zira, her gün okuduğumuz tomar tomar medyanın birinci sayfalarındaki manşetleri ve yazar çizerlerin kaleminden elde ettiğimiz bilgi ve belgeler bu tezimizi kanıtlamaktadır. Bakınız!.. Gerek bazı üniversite rektörleri olsun, gerek bazı medya mensupları ve askeri üniformalı gerek muazzaf gerek emekli olsun büyük bir ittifak içerisinde, derin ve karanlık odaklarla işbirliği içerisinde oldukları, Ergenekon'la gün yüzüne çıkmıştır. Özellikle Ergenekon savcılarınca hazırlanan 3'üncü iddianame bunların ülke ve millet üzerinde nasıl bir vesayet sağlama girişimi içerisinde olduklarını gün ışığına çıkarıyor. Yıllardan beri bu tezimizi hep ileri sürdük, hep anlatmaya çalıştık, fakat maalesef kimseye dinletemedik ve olan oldu, devlete de ve millete de çok büyük, ağır bedeller ödettirildi. Bakınız sevgili okurlar! Dünkü Taraf Gazetesinin birinci sayfasında büyük puntolarla yazılan manşet: "YARGIYI, YARGIDAN KURTARMA PLANI" Evet, yargıyı yargıdan kurtarma planı gerçekten Türkiye için kaçınılmaz bir fırsattır. Geç kalmış bir harekettir ve şerefli bir davranıştır. Ben hükümetin yerinde olsam, her gün biraz daha elimi çabuk tutarak Türkiyeyi hem askeri vesayetlerden, hem de yargının başına musallat olmuş bazı karanlık anlayışlardan kurtarmaya çalışırdım. Bu da genç Adalet Bakanımız sayın Sadullah Ergin Beyin aktifliğine bağlıdır. Yoksa Türkiye, geçmişe yönelik daha badireli, girdaplı sorunlara gebe olur ve korkularla dolu yıllara mahkum olur. Bu tehlike çanlarının en tehlikelisi ve en şiddetlisi de solcu Cumhuriyet Halk Partinin ideolojisini bünyesinde taşıyan üst seviyedeki bazı hakim ve savcılardır. Nitekim hali alem meydandadır. Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunun başındaki zevat, aylardan beri medyanın satır başlarında yer almıştır. Şuyuu vukuundan beter örneği yeter ve artar bile Taraf Gazetesinin dünkü manşetinin devamı şöyledir: "Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu, yargı içindeki kast sisteminden bağımsızlaştıracak plan ABye sunuldu. Adalet Bakanı Sadullah Ergin yargı reformu eylem planını Cuma günü Avrupa Komisyonuna sunduklarını açıkladı. Planın en önemli ayağını oluşturan HSYKnın yapısıyla ilgili değişiklik, AB standartlarında geniş temsil ve hesap verebilirlik sağlanacak. REFERANDUMA KALABİLİR Planın, Meclisten 367 ile geçmesi gerekiyor. Adalet Bakanı Ergin, Önce Anayasa değişikliği için destek arayacağız. Olmazsa referandum için şapkayı önümüze koyar, düşünürüz dedi." Evet can dostlarım! Gerçekten iktidar ve Adalet Bakanlığı ipin ucunu yakalamıştır. Devletimizi, ülkemizi bu baskıcı, karanlık tablodan bir an evvel kurtarması lazım. Yıllardan beri Türkiye, doğusuyla batısıyla, Kürdüyle ve Türküyle 80 yıllık solcu Cumhuriyet Halk Partinin dipçik ve şeflik baskısından bir türlü kendini kurtaramıyor. İşlerine gelmedikleri zaman anayasal rejimi antidemokratik yöntemlerle askeri vesayet paralelinde ve yargının üst düzeydeki bazı fetvacı yargıçlarının anlayışıyla meşru olan iktidarları devirip yerine kendi hegemonyasını kurma girişiminden vazgeçmiyorlar. Evet! Yazımıza başlık olarak koyduğumuz "ZİFİRİ VE DERİN BİR KARANLIKTA ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ NE GEZER!?" Anlayana çok anlamlıdır Zira 25 yıldan beri kırk bine yakın insanımızın masum kanları dökülmüştür ve bunların bazıları resmiyette şehit, diğerleri de terörist olarak tanımlanmıştır. Oysa ki bize göre bu felsefe gerçekçiliğe ve insan temel hak ve özgürlüğüne, demokrasiye uymayan bir anlayıştır. Zira, çarpışan ve birbirine silah çeken bu ülkenin evlatları, kendi insiyatifleriyle değil, zorbaca, karanlık kurulların vesayeti altında ülke bu raddeye sürüklenmiş, batıl ve yanlış bir kavga sonucunda ülke evlatları birbirinin kanına girmiştir. Devletin cenahında olanlar şehit, diğer odaklarının cenahında olanlar da terörist olarak anılmış ise de, bize göre bu anlayış, bu felsefe tümüyle bir keyfiyetin sonucu olmuştur. Zira bin yıldan beri, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesinden bugüne kadar bu coğrafya insanı, doğusuyla batısıyla, kürdüyle, türküyle, lazıyla çerkeziyle, ilahi kelimetullah uğruna Haçlı emperyalizme karşı omuz omuza vererek ordular kurmuştur, devletler kurmuştur, kabileler ve aşiretlerden teşekkül eden bölgesel değişik şivelere dayalı diller konuşmuştur ve yüce İslam dinine birlikte inanmışlar, Kuran-ı Kerimin gölgesinde hayatlarını birleştirmişlerdir. Kimse kimsenin diline, dinine, rengine, ırkına müdahale etmemiştir. Büyük bir bütünlük içerisinde gittikçe yeryüzündeki karanlık emperyalist odaklarına karkşı dimdik ayakta durmuşlar,  Haçlı ve siyon teşkilatlarına karşı birlikteliklerini muhafaza etmişlerdir. Asırlar arkasında saklanan bu kahraman ecdadların bugünkü evlatlarına ne oluyor da ırkçılığa dayalı kirli, faşizan karanlıklara saplanmış ve birbirini yok etmek için maceralara sürüklenmişlerdir. Bu da ne demokrasiye, ne insan özgürlüğüne, ne de sosyal bir hukuk devleti anlayışına yakışmaz ve semtinden bile geçemez. Bunun nedeni başta anlattığım gibi Ortadoğudaki Irak, Suriye ve Libya gibi devletçiklerin başındaki ihtilalci, Basçı generallerin varlığı gibi Türkiyenin içinde aynı anlayışa sahip, solcu Cumhuriyet Halk Partinin antidemokratik anlayışa sahip devletin derinliğindeki postmodern ihtilalcı genarellerdir. Ve fetvacı üst düzeydeki bazı yargı mensuplardır. Aslında her iki anlayış, yani solcu basçı anlayışla solcu Marksist CHP anlayışı aynı paralelde yürümektedir. Bugünkü yazımızın ana hedefi yukardan detayıyla izaha çalıştığım temel espri şudur: Ülkedeki yeni yapılanmada ana hedef askeri vesayetten kurtulmak, yargının üst düzeydeki Ergenekon zihniyetine sahip hakim ve savcıların fetvacılığına son vermek olmalıdır. Eğer biz burada 1995li yıllardan 2000li yıllara kadar Diyarbakırın, Şırnakın, Hakkarinin, Vanın ve Batmanın başına gelen antidemokratik belalar ve yağdırılan mezalimler, söndürülen nice ocaklar ve faili meçhul cinayetleri dile getirirsek sayfalar yetmez.. Ama bugün bunu burada özetlemek suretiyle kesiyor ve yazımıza son verelim. Bir sonraki yazımızda bu coğrafyada olup biten karanlıkların tümünü, siz değerli okurlarımla paylaşmak suretiyle kaleme alacağız ve öyle inanıyoruz ki yer yerinden oynayacaktır. İşte sözüm ona devleti temsil eden zevat ve devletin üniformasını omuzlarına atarak devleti ne kadar kötüye kullanmış ve ne kadar istismar etmiş ve geleceğini temin etmek için Gladio tipi mafya çeteleriyle ne kadar işbirliği içine girdiklerini görüyorsunuz. En derin saygılarımla