"Yeterki acıdaki hikmeti görebilelim"! Tam hatırlayamıyorum. Yazılı bir mevkutede okumuştum. Ve çok etkilenip, "arşive" almıştım. Bir gün; "kaleme" alırım diye. "Etkilendiğim" bir hikayeydi. Dün "arşivi" düzeltirken, elime sıkıştı. Aldım ve bir kez daha okudum. O günkü gibi "aynı" duygular içerisinde; düşündüm.
***
Her ne kadar; "mevzuu" sanatsal bir eşya üzerine kurguluysa da; "İnsan" karakteri ve yetiştirilmesi. Hayatın "nizamı" ve ilkeleri noktasında "ders-i ibret"! Üzerinde bir kez daha "beyin" fırtınaları geliştirdim. Çünkü tam da "insanı" yetiştirmeye münsahır bir "yazı". Düşündüm. Sizler okumuş olabilirsiniz, ya da okumamış olabilirsiniz? İkilem içerisinde karar verdim. "Paylaşmaktan ne çıkar. Onun için de sizinle paylaşmak istedim. İnanıyorum ki; okuduğunuzda "her satır" arasına koca fikirleri "dolduracaksınız". Tabi hayatı. Yaratanın ve yaratılanın "arasındaki" diyalogu da; düşüneceksiniz. Çünkü "öylesine" hayati "hassasiyet" çizgisini anlatıyor ki; yeter ki "nerden" geldiğimizin. Ve nerede "yaşayabildiğimizin" idrakinde olabilelim.
***
Günün birinde, yaşlı bir kadın. Bulundukları sokağın başındaki "antika" dükkanından satın aldığı "yüzyıllık" fincanı "özenle" vitrinine yerleştiriyor. Önce bi "elindeki" bezle temizleyip parlatıyor. Çünkü Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu hemen gösteriyordu. Vitrinin en alımlı "parçası". Bir an düşündü ve gözlerinin önüne getirdi; fincan için antikacıya ödediği fiyatı hatırladı. Ucuza almıştı. Öyle pahalıya da almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kendisini satın alan Yaşlı kadına seslendi: "Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi. Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: "Nasıl? Anlayamadım?" diyebildi yaşlı kadın. "Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: "Yeter! Lütfen dur artık!" diye bağırmak zorunda kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve "Daha değil!" diye cevapladı.
***
"Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım: "Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!" Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: "Henüz değil!" "Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek" Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum: "Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!" "Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve "daha değil!" diyordu. Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. "Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum. "Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!" dedim. Onun cevabı ise aynıydı: "Henüz değil!" "Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. "Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!" diye bağırdım.
***
Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. "Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!" diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine "Daha değil!" diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. "Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: "Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?" Ona "Evet" dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve "Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım." "Evet, bu sensin!" dedi usta.
***
Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde." Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim: "Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim Teşekkür ederim." Usta fincanı, Yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acıdaki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek Ama nerdeee?
***
Adaylara uzman tavsiyeleri Ha bu arada; 29 Mart seçimleri yaklaşıyor. Henüz Diyarbakır'da "beklenen" esinti gelişmiyorsa da Siyasi partilerin aday adayları da artık caddede, sokakta, her yerde boy göstermeye başladı. Kimi gazete sütünlarında.. Kimi "parti" kulislerinde.. Kimi de "hamilerin" gölgesinde.. Kimi de "kapitalin" güçlü keyfiyle.. Durumdan "kazanç" çıkarma gayretinde.. Bakınız; Profesör Osman Özsoy, seçimler arifesinde adayları yakından ilgilendirecek bir kitap kaleme almış.. "Seçim Kazanma Sanatı" Kitaptaki öğütler yalnız adayları değil halkın karşısına çıkan türlü meslekten pek çok kişiyi ilgilendiriyor. Seçim Kazanma Sanatı kitabının "Kürsüde başarılı olmanın yolları" adlı bölümü ders verici.
***
- Kürsüye gelirken kendinizden emin görünün... - Kürsüye ilerlerken ve konuşma sırasında ceketinizin önü ilikli olsun... - Kürsüye ilerlerken zoraki çıkıyormuş gibi bir izlenim oluşturmamalısınız. Yüzünüzde hafif bir tebessüm, yıllardır bir arada olduğunuz dostlarınız arasındaymışsınız gibi içten davranmalısınız... - Etkili konuşma için ayakta durmayı tercih edin. Tarihte iz bırakan konuşmaların çoğu, ayakta yapılan konuşmalar olmuştur... - Konuşurken kürsüye abanmamalısınız. Böyle bir durum, dinleyiciler üzerinde olumsuz etki oluşturur... - Kürsüde konuşurken iki ayağınızı sağ ve sol tarafa doğru açmamalısınız. Bu insanı bayağı ve kaba gösterir. Sağ ayağınızın 10- 15 santim sol ayağınızın önünde bulunması aynı zamanda elleri daha iyi kullanma ve dengeyi daha iyi tutturma konusunda ergonomik bir rahatlık sağlar... - Konuşurken ellerin cepte bulunması, önde veya arkada bağlanması dinleyiciler tarafından saygısızlık gibi algılanır. *Kürsüde en iyi duruş, sol kolla kürsüye hafifçe yaslanmak, sağ kolu da konuşmanın muhtevasına göre hareket ettirebilecek şekilde kullanmaktır... Adaylar bunlar kulağınıza küpe olsun. Sakın yabana atmayın.. Çünkü; her işin bir sanatsal yapısı vardır. Nasıl ki; "fincana" albeni kazandıran ve onun eseri "hikmeti" kabilse.. Siyasetin de ve siyasinin de; "duruşu, sözü ve karakteri" hikmeti kabildir.