AÇILIM KAOSA DÖNÜŞTÜ!
Eklenme: 12/4/2009 12:00:00 AM

Görünen odur ki; 'ülkede' ters giden işler var. Hem de ciddi bir şekilde ters gidiyor.  Aslında; ülkenin genel yapısı 'tersliklere' müsait.

İşte 'Demokratik Açılım'! Şuan 'açılım', kaosa dönüşmüş durumda. Ki giderek de 'tehlike' arz ediyor. Tabi durumda 'etkenler ve nedenler' çok?

Çünkü 'hadise' çok yönlü. Satır başları olduğu kadar, şıkları da mevcut. Onun için de hepsinin burada 'icra' edilmesi zor.

Onlarca gazete sayfasına yetmez.  Ancak ben bugün için 'tarafların' ikna edilmeyişi üzerinde durmak istiyorum.

***

Hani ilk günden beri 'yerdiğimiz' MHP ve CHP! Yani Baykal ve Bahçeli'nin 'duruma' karşı sergiledikleri tavır.

Onların, siyasal iktidarın 'Kürt sorununun' çözümü noktasındaki 'Demokratik Açılımına' ilk günden beri karşı 'tez' ortaya koyduğunu biliyoruz.

Kimi zaman da 'bu tavırlarından' dolayı onlara faşizan yaklaşım gösterenler dedik! Haklı olduğumuz noktaların ekseriyetinde ifade ettik.

Soruna 'faşizan' yaklaşım gösterdiklerine ilişkin. Ama bazen de 'hak verdiğimiz de' olmadı değil.

Çünkü ciddi manada demokrasiyi güçlendirme adına çıkılan yolda 'güven' ikilemi oluşturdu. Tabiri caizse, bir ileri iki geri misali.

***

Onun için de; toplumda 'farklı' görüş ve fikir bölünmeleri oluştu. Anlayacağınız 'meramı' anlatmada 'iyi şeyler' olacak ifadesinde.

Net bir 'görüntü' oluşturulmadı. Elbette ki; demokratik açılım noktasında 'alkışlanacak' adımlar atıldı. Onları göz ardı etmemek gerekir.

Ama bunlar yeterli mi; hayır! Zaten 'kırılganlık' yaratan durum da burası; 'yeterli' görülmeyiş ve tatmin edilmeyiş, iknada zayıf kalış.

Nitekim açılıma ve hükümetin bu alandaki aktivitelerine destek veren DTP de bugün karşı kulvarda sertlik gösteriyor.

Hem de MHP ve CHP'nin 'tepkisel' siyasal tavrından daha sert, sokağa taşan 'eylemlerle' duruma karşı çıkış veriyor.

***

Karşı tezini 'güvensizlik' üzerine kuran DTP Lideri Ahmet Türk! Ki önceki gün deklare etti; 'artık güvenmiyoruz' diye!

Çünkü 'hükümet aldatmaca ve oyalama' taktiği uyguluyor diye! Tabi Türk'ün bu söylemleri 'Kandil ve İmralı'dan yükselen 'sese' odaklı.

Nitekim Türk, dün AK Parti hükümetine 'Kürt Açılımında' olmazsa olmaz koşulu olarak 'üç koşul' sundu. Ve en önemlisi 'Kürtlerin' iradesi dedi.

Yani İmralı sakini Öcalan!

Kürtlere 'yönelik' bir hamle gelişecekse, 'masanın' bir tarafında mutlaka Öcalan olmalıdır.

***

Tabi burada bir ikilem de yok değil. Çünkü Kandil 'çözümde' siyasi irade olarak DTPyi gösteriyor.

Ama Türkte önceki gün 'bu yükü' Öcalan'a gönderir fikrini tartışmaya açtı; 'İmralı toplumsal barışın hassas noktasıdır'.

Sonuç itibariyle; 'demokratik açılımın' akıbetindeki seyir şunu gösteriyor. Kısmen de olsa; DTP'nin destek verdiği 'hükümet' artık yalnız.

Süreci 'tek başına' götürme başarısını gösterebilecek mi? Yoksa 'geçmişte' bu hadiseyle alakalı 'çıkışlar' yapan siyasilerin akıbetine mi uğrayacak.

Özellikle Erdoğan'ın bu noktadaki 'durumu', bilinmez!

***

İsterseniz hatırlayalım 'Kürtlerle' ilgili çıkışları yapan tarihimizdeki 'siyasilerin' akıbetleri!

Özellikle son 20 yılı göz önüne getirelim. Her ne kadar o günün siyasileri.

Kimi samimi duygularla, kimi de oy avcılığı yapmak amacıyla; 'destur' deyip Kürt sorununu çözme arzuları şöyle gelişmişti.

Rahmetli Turgut Özal! O gün için; 'Kürt meselesini çözmek boynumun borcu. Ben de bir Kürt annenin çocuğuyum' demişti.

Demirel! 1984'te siyasi yasaklı iken 'Kürtler 500 yıldır asimile edilmemişler. Bundan sonra da asimile edilemezler'!

DYP-SHP Koalisyonunda Başbakan İken. Yani 1991'de; Diyarbakır'da şöyle demişti:

***

'Kürt Kimliğine karşı çıkılmaz? Kürt realitesini artık kabul etmeliyiz.'

Ya 1999'da dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz. Yine Diyarbakır'da demişti ki;

'Demokrasi Türkün de, Kürdün de hakkıdır. Avrupa Birliğinin yolunun Diyarbakır'dan geçtiğine inanıyoruz".

Bakın Başbakan Erdoğan 2005'te Diyarbakır'da şöyle demişti:

'Kürt sorunu bizim için demokrasi sorunudur'.

***

O günler için sonuç; hep 'çözümsüzlüğe' odaklandı. Başta askeriye olmak üzere; devletin de birçok kurumu 'karşı' duruş sergiledi.

Hatta bu söylemleri ifade edenler 'vatan haini' ilan edildi, statükocu anlayışlar tarafından.

Yani 'sözler' balondan öteye gitmedi. Peki bugün için 'aynı düşünce' gelişebilir mi? Hayır diyorum.

Çünkü bugün 'durum' o günlere göre çok ama çok farklı. Özellikle 'çözüme' karşı olan lobiler. Ve onların 'uygulayıcıları' ciddi bir manada; zayıf.

Ortam müsait ve fırsat söz konusu!

Onun için 'bu durumun' ciddi manada 'destek' görmesi gerektiği gibi varsa; 'eksik ve yanlış' yön, o da 'demokrasinin' dişlilerinin arasına alınmalı.

Ve böylece 'doğru' yolda; çözüme yönelik adımlar atılabilinsin.

Yoksa 'sokaklar' alev topu olursa. Olmayan duaya amin deyip 'dayatma' gösterilirse.

En büyük kayıp; yine bizim kaybımız olur.

***

PROVOKASYONA AÇIK BİR DURUM?

Bir de sokakları 'alev' topuna çeviren; son günlerdeki eylemler! Öncelikle şunu net okumak lazım.

Özellikle de Güneydoğu illerinde 'yaygınlık' kazanan kitlesel eylemler; 'kaygı ve korku' üretmektedir.

Şiddet 'içeren ve de etkisiyle üreten' hadiseler; ülkenin yarınları açısından 'kötü' resimler veriyor.

Ve yarattığı karamsarlık noktasında; 'acabalar' da söyletiyor! Çünkü Türkiyenin yakın tarihi malum.

En önemlisi Güneydoğu'nun yaşadığı son "30 yıllık' süreç içerisinde; 'benzer' durumların nasıl vahim 'sonuçlar' doğurduğunu.

***

Az mı 'Kürtler birbirine' kırdırıldı. Binlerce faili meçhul cinayetten bahsedilmesi. Binlerce insanın 'halen' kayıplarda olması.

Hizbullah'ın yaratılmasıyla, oluşan PKK-Hizbullah 'çatışması'!

Ya 12 Eylül'ün 'hamurunun' yoğrulduğu zamandaki; vakaların 'senaryolarının kaleme' alınışı?

Hatırlayalım! Darbenin 'hamilerinin' elindeki kozları! Gerekçeleri hep şuydu; 'sokak çatışmaları', şiddet ve kaos diye!

Maazallah!

***

Onun için bugün bölge illerimizde 'cereyan' eden ve yaygınlık gösteren eylemler 'provokasyona' açık.

Pusuda bekleyip, kandan beslenen 'malul' oluşumlarımızı da çok iyi biliyoruz. Şuan için iştah kabartıyorlar.

Ah! Sokaklarda şiddet bir artsa da kan aksa diye! Kitlesel eylemler her zaman 'provokasyona' müsait.

Şeyle ki; sokağa dökülen kitleler tepkilerine gelen müdahaleye şiddetle karşılık verince; kaos çıkar.

Ellerde taş, molotof kokteyli. Ama aralarına sızan biri bir anda o kitleyi 'başka' bir mecraya sürükler.

***

Her şey 'amaç dışına' çıkar ve o koca kitle bir tek provokatörün 'maşası' durumuna düşer.

Hele biri 'o kitlenin' içerisinde karşısında bulunan polise, ya da göstericilere 'silah' doğrultup ateş ederse.

Ya da; Vedat Aydın'ın 'cenazesinin' toprağa verilişi esnasında Mardinkapı'daki gibi 'tepelerden' ateş açılırsa.

Taksim meydanını bi hatırlayalım. 1977 yılında. Kalabalığın içerisinde 'yükselen' silah sesinin ardından gelen; kurşunlar.

Onlarca 'insanın' bedeni yere serildi. Sonra; 12 Eylül. Yakın tarihimizde 'kaleme' alınan bu senaryoları kulak ardı etmemeliyiz.

Aksi taktirde; 'pusuda' bekleyenlerin aşına aş katmış oluruz.