Ferdiyet ve Şahsiyet. İnsan "karakteri" dünyasında; iki önemli tanımdır. Derin ve hassasiyet içeren kavramlardır. Çünkü "insan kimliğini" tarif eder. Ve onun için de ifade edilir. Yaşamın "toplumsal" çizgileridir. Hayat kitabının da; "nizamlarıdır". Ve bunları da bir arada tutan-yaşayan da "edeptir"! Ustadın dediği gibi; "Kişinin haddini bilmesi en büyük edebidir!'. Taktir edersiniz ki; İnsanın şerefi, kıymeti, ilim ve yaşam ahlakı "edebi" ile ölçülür. Edep ise, haddini, sınırını, hududunu ve "kim olduğunu" bilmektir.
***
Demek ki; bir insan kendi vazifesini, kendisinin ve başkalarının "haklarını", sınırlarını bilmesi lazım. Benim "sınırım" nerede başlamakta, nerede bitmektedir. İyi ve derin düşünmelidir. Hele "hayat" nizamında; bu hassasiyet daha da önemlidir. Çalıştığı "iş yerinde". Evlilikte, cemiyette, toplumsal arenada. Kısacası "her yerde ve her alanda" sınır vardır. Edep tıpkı; "Yasalar gibi, Kanunlar gibi, Hak-Hukuk ve Adalet gibi". Belli "nizam ölçülerine" bağlıdır. Öyle ise; insan "edep" nizamına riayet etmelidir. Sınırları bilmeli ve bu sınırlar içerisinde kalmalıdır. Şayet "haddini" aşmaz ise. Edep ve haya "denilen" ahlaki değerlere "ihanet etmez ise". Hem kendi "yaşam karakterine", hem de toplumsal nizama "saygı ve önem" göstermiş olur. Tabi ki, barışa da, kardeşliğe de, hoşgörü ve sevgiye de "yaklaşım" olur. En önemlisi; "gaflet, delalet ve ihanet" içerisinde olmaz.
***
Bakınız; üzüntülerin, sıkıntıların, kavgaların ana "kaynağı" haddini aşmaktan kaynaklanmıyor mu? Terör, şiddet, kan ve gözyaşı? Zulüm, tecavüz, saldırganlık. İnsan hakları ihlali, hukukun ve adaletin çiğnenmesi. Bunların tümü hep "sınır tecavüzünden" üremektedir. Eğer ülkenin ve toplumun "cenneti" bir atmosfer içerisinde olunması isteniyorsa; bu önce "bireyin" haddini bilmesiyle olur. Nasıl ki bir ev hanımı "kendi sınırları" içinde değerlerini korursa, "yaşadığı" ev onun için cennet olur. Bu erkek için de, ailenin diğer fertleri için de? Toplum için de, ülkeyi yönetenler için de "geçerli" bir dengedir. Yeter ki "Benim sınırım bu kadardır" diyebilsin. Ve onu algılayabilsin. Aslında "edep ve değer sınırları", hayatın kitabesidir. Ama ne yazık ki; son yıllarda aşırı bir derecede; "hayatın kitabına" ihanet ediliyor. Hem de, gaflet, delalet ve ihanet içerisinde bulunarak. Kin, nefret, öfke, şiddet ve haksızlık, saldırganlık. Öylesine toplumsal alanda "prim" kazanır oldu ki; "kişiler ilgili ve alakası" olmayan mevzulara "hüküm biçmeye" başladı. Var olan "kaosu" körükleyerek.
***
Şimdi gel gelelim; "bu edebi" sözlerin gayesine. Bu kadar; "söz" neden diye? Doğru. Mevzu; iki gündür "sinirleri" geriyor.. Diyarbakır'ı "huzursuz" edercesine.. Konu; Türkiye Kamu Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız. Bilmem, bilgi sahibi misiniz? Ben yine de bilgilendireyim. Zat-ı muhterem önceki gün Nevşehir'de "kameralar" önünde içini döküyor. Tabi bu iç dökme; demokrasinin "deryasında" ve "kendi sınırları" içinde sorunlarıyla alakalı değil. Tamamen "sınırlarının" dışında, sorunlarıyla alakalı olmayan mevzuda "öfkesini" dile getiriyor. Hakaretler sıralayarak. Peki, kime hakaret ediyor? Siyasal iktidara, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'e. Nefretin ötesinde "küfürler" sıralıyor. TRT 6 (Şeş'i) Türkiye'nin "dibine" dinamit koymakla eş değer buluyor. Ve hükümete "Bu ülkeyi parçalayıp bölmek için elinizden geleni yapıyorsunuz" diyor. Baydemir'e yönelik olarak da "haddini aşan", gaf'ın ötesinde "küfürler içeren" sözler sarf ediyor. Şöyle diyor. "Bugün o bölgeyi 21 vilayet olarak ifade ediyor Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, ne idüğü belirsiz it. 'Dilimizle yayın yapmayı kabul edenler önümüzdeki günlerde bu toprakların adını da kabul edeceklerdir' diye beyanat vermeye kalkıyor" Taktir edersiniz ki; Sivil Toplum Örgütleri "demokrasinin" ürünleridir? Hatta "çimentosudur"! Eleştirilebilinir, eleştirebilir. Ülkenin siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel "hayat nizamıyla" alakalı fikir üretebilir. Olumlu-olumsuzluk noktasında "tavır" koyabilir. Bu onun demokrasinin çimentosu olması noktasında "hakkı"! Ve toplumsal görev anlamında yapması gerekir. Ama bu hakkın da "bir sınırı ve edebi noktası" vardır. Binlerce "üyesi var" olan bir kurumun başındaki şahsiyet elbette ki "kendi sınırlarını ve edebi çizgisini" çok iyi bilmeli.
***
Sayın Akyıldız, Baydemir'in "kullandığı" cümlelerini, fikrini, düşüncesini, siyasi duruşunu, Hükümetin de "icraatlarıyla" alakalı görüşünü beğenmeyebilir. Tasvip etmeyebilir de? "Eleştiriler de" getirebilir. O onun demokratik hakkı. Ama o demokratik hak. Yasaların "nizamı" belli bir çizgiye kadar der. "Çizgi" aşılmamalı. Hele; küfre varan "hakaretler" edilmemeli. Edilemez de? Toplumsal "hizipleşmeyi" körükleyen fikirler de üretemez? Çünkü buna hakkı yok. Bir de "kendini" yargının ve yargıçların üstünde görme gibi bir lüksü de yoktur. Sahip de değil. Akyıldız bu konuşmasıyla "gerçek yüzünü" göstermiştir. Nedir bu yüzü derseniz? Sloganist, bencil ve samimiyetten "uzak" fikre sahip olduğu, işgal ettiği koltuktaki "görevini de" omurgasız" yürüttüğü gerçeğidir. Sonuç itibariyle diyorum ki; Akyıldız'ın "ne idüğü belirsiz it" sözü "hakarettir ve suçtur". Ve bu hakaret "salt" Baydemirle alakalı değil. Bu aynı zamanda; Baydemir'in "temsiliyet" noktasında idarecisi olduğu Diyarbakır 'halkına" yöneliktir de. Demokrasi Platformu "tepkisini" dün gösterdi. Aynı zamanda çağrıda da bulundu. "Demokrasinin ve Hukukun normları" çizgisinde tavrımızı ortaya koyalım diye. Yani; "bireysel ve toplumsal yönde" hem manevi hem de maddi anlamda "hukuk savaşı" başlatalım? Bence "Türkiye Kamu Sen-in" Diyarbakır'daki üyeleri ve örgütü de "tavır" geliştirmeli? Hatta "özür" manevrasında Akyıldız'a "baskı" oluşturulmalı.
*** Yineleyerek diyorum ki. Baydemir'in "zikrettiği" cümlenin "fikri anlamda" dozunu kaçırmış olabilir? Bugün ülkenin "idaresini" elinde bulunduran siyasilerimiz "dozu" kaçırmıyorlar mı? Siyasetçilerin "mayasında" vardır. Kalabalığı görünce; "kükremek"! Katılıp, katılmamak da "kişiye" özgüdür. Tabi bunları ifade ederken, "Baydemir'in" söylediklerinin altına imzamı atıyorum anlamı da çıkmasın. Zaten Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı "hukuki" işlem başlatmıştır. Yargı "gereken" fikri ortaya koyacak. "Adaletin kestiği parmak acımaz" sözüyle; mevzuuyu yargıya bırakalım. Ancak ben diyorum ki; Akyıldız'ın hem Diyarbakır'a, hem Baydemir'e hem de Hükümete bir özür borcu vardır. Bu özrü de "yapmalıdır."! Ya demokratik yollardan, ya da hukuki yollardan. Hatırlayalım. Demet Akalın konserinde; "Diyarbakır'dan mı geldiniz hepiniz? Dağdan mı? Nereden geldiniz anlamadım yani. İnsan bir tempo, alkış, bir şey yapar" diyerek, Diyarbakır ahalisine hakaret etmişti. Toplumsal tepki gösterilmiş, Akalın bir gün sonra "Diyarbakır halkından özür" dilemişti. Şuan hakkında açılan birçok dava olduğunu da biliyoruz. Neden suskun kalalım.