ANALAR AĞLASIN MI?
Eklenme: 5/23/2014 12:00:00 AM

Şimdi...

Hükümet, muhalefet. Ana muhalefet.

Ya da, yavru muhalefet. Meclis çatısında olan, olmayanlar.

Ve Parti liderleri. Seçileni, seçilmeyeni. İş dünyası. Sivil Toplum örgütleri.

Kanaat önderleri. Yazar-çizerler. Düşünürler.  Fikir üreten, eli kalem tutanlar. Sendikalar. Birlikler. Platformlar.

İşçisi. Memuru. Köylüsü. Esnafı. Tüccarı. Pazarcısı. Çalışanı-çalışmayanı. İşportacısı. Taksicisi, şoförü. Emekçilerin hepsi!

Öğrencisi. Üniversitelisi. Genci. Yaşlısı, kadını. Erkeği

Okuyanı, okumayanı. Mekteplisi, alaylısı. Tiyatrocusu. Türkücüsü. Sanatçısı.

***

Velhasıl, Ülke sathındaki herkes. 7'den, 70'e. 77 milyon nüfusun tümü. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yekun.

Bilaistisna, nefes alan tüm yaşayanların hepsi! Teredutsuz şu ifadenin ekseninde konuşuyor.

Konuşmalı da. Hal-i hazırdaki söz zincirleri bunlar;

"Analar ağlamasın. Evlatlar ölmesin. Yürekler yanmasın. Canlar toprağa verilmesin."

Ne dağda, ne bayırda, ne şehirde. Ne de, maden ocaklarında

Ne trafikte. Evde, işyerinde. Aile içinde. Kimse ölmesin. Öldürülmesin.

Tacizler. Tecavüzler olmasın.  Fuhuş olmasın Uyuşturucu satılmasın. 

Madde bağımlılığı yaşanmasın.

***

Körpe gencecik beyinler çürümesin. Şiddet, kavga, öfke ikmal edilmesin.

Toplumsal eylemler, tepkiler, demokratik tavırlar, "savaş" arenasına dönüştürülmesin.

Polis-asker, halk karşı karşıya getirilmesin.

Elbette ki tüm bunların yaşanmaması için.

Öncelikle ve ivedilikle; "toplumsal" birliktelik şart.

Huzur olmalı, istikrar sağlanmalı. İç çatışma durmalı. Eşitlik, özgürlük, barış olmalı.

Yasalar, kanunlar, uygulamalar, devlet mekanizması "eşitlik, adil ve adaletli" işlemeli.

Ötekileştirmemeli. Provokatif, kaygı üreticili olunmamalı.

***

İş, aş olmalı. İşçi ve işveren sömürgeci olmamalı.

Diktatöryal bir yönetim anlayışı ve siyaseti ikmale getirilmemeli. İnanç ve kültürel değerler, üstünlük kazanmalı.

Kimse kimseyi, "dilinden, dininden" örf, adet, gelenek ve göreneklerinden dolayı öteki görmemelidir.

Hele ki, siyasilerimiz. Parti kurmayları. Toplumun öncü isimleri, dillerine, üsluplarına, dikkat etmeli.

Siyaset, kavga, küfür, saldırı, yumruk "arenası" olarak görülmemeli.

Meclis "boks" ringine dönmemeli.

Her düşünce kendi ekseninde "saygı" görmeli. En önemlisi kimse samimiyetten ödün vermemeli.

***

Evet, bunları da konuşuyoruz, söylüyoruz.

Olması gerektiği için.

Ama "hayata" geçirmek için yapılan hakkaniyet ölçeğinde bir çaba var mı?

Yok.

Var olan kocaman devasa bir "HİÇ!"...

Çünkü bu meyanda, gayret sarf ediliyor mu dersek, ortadaki görüntünün söyleyeceği söz "doğru" söylemiyorsunuzdur.

Diyen varsa da, "ama" diyerek söze başlar ki, o da muteber değil.

Lakin şuan "ikiyüzlü" ruhun pençesinde bulunuyoruz.

***

İşte, çözüm süreci. Ki ülkenin ve toplumun "kanayan" yarası.

"30 yıllık" çatışmalı süreç. 50 binin üzerinde "can kaybımız" var.

Evinden, yurdundan edilen milyonlar. Sürgünler, cezaevi hayatları.

İnkâr politikaları.  Bugün "sona erdirme" adımı atılıyor.

***

Ne yazık ki böylesi "hayat-i" öneme haiz mevzuu da bile "ikiyüzlü" bir ruh var.

Basiretli davranılmıyor. 

En taze olan gelişme ve berisindeki olaylara baktığımızda; "ne tezat" durum demekten insan kendini alamıyor.

Tabi bizlerde, halk olarak da "aynı" meşrepteniz..

Önceki gün "çözüm zirvesi" yapıldı. BDP. HDP ve Hükümet eksenli. Ki, Kandil-İmralı trafiği de devam ediyor.

Bir araya gelindi; "süreç" konuşuldu. Ve dün de ifade edildi tüm taraflarca; "hemfikiriz" diye.

Hiç kuşkusuz ki, bu "hem fikiriz" sözü önemli bir kazanım!

Bölge için, ülke ahali için.  Yanan, endişe duyan, korku salınan "yüreklere" su serpmesi noktasında önemli bir "uzlaşı" noktası diye gördük!

***

Ama gel gör ki, berisi hiçte böyle görünmüyor? 

Uzlaşı var gibi görünüyorsa, güvensizlik en üst tepede. Tüm taraflar için.

Görüyoruz. Ve yaşıyoruz da.   Alınan mesafe var, "ama kaygılar" hiç dinmiyor.

Son gelişmeler her an; "sil baştan" olabilir dedirtiyor?

***

Mesela, Çatışma!  Taciz ateşleri.

Şuan düşük bir mekanizmayla devam ediyor. Yakma-yıkma, aynen.

Aynı istikamette Karakol inşaatları. Geçiş, kontrolleri. Güvenlik en üst seviyede.  Tam tekmil, "devam".

Şuan hiç olmadığı gibi, "karakol" inşa ediliyor.  Eskiler yenileniyor. Onlara yenileri ekleniyor.

Bu haliyle şu soru ikmale gelmiyor mu; "yarına güvenilmiyor?"

Biz de seyrediyoruz, "ketum" vaziyette.

***

Ya, PKK cephesi! Aynı kulvarda, faaliyete devam.

Şantiye baskını. Taşlanmalar. Molotoflu saldırılar. Köylülerin kaçırılması. Araçların ateşe verilmesi.

Hele ki, son dönemlerde "çocuk yaştakilerin" dağa götürülmesi.

Yaşları, 1417 arasında daha bebeler.  Hızla "eleman" kazandırma, gayreti içerisinde.

Ve son olar Lice'deki ev baskını, üç köylünün vurulması.

Taburlara yönelik taciz ateşi.

Olayların yarattığı zincirlerin ürettiği soru tıpkı yukarıdaki gibi "yarına güvenilmiyor?"

Burda da tavramız aynı, sessiz ve ketumuz!

***

Diyoruz ya, "analar ağlamasın"

İşte bugün 4'üncü gün. Büyükşehir Belediyesi önünde, "anaların" başlattığı bir eylem var.

Ki ilk tepkisel eylem, Fiskaya semtinde Börçkün ailesi yapmıştı. Eylem "sonuç" vermiş aile çocuğuna kavuşmuştu.

Şimdi, Büyükşehir Belediyesi önünde; "Çocuklarımızı geri verin" eylemi.

İlk gün 4 aile bulunuyordu. Bugün 6 aileye çıktı. 

Aslında çevre baskısı olmazsa, bu sayı daha birçok artar. Nitekim son zamanlarda "küçük yaşta" dağa giden çocuk sayısı hayli fazla deniliyor.

***

Anneler ne diyor?

"Oğlumu istiyorum, çiğerim yanıyor. O daha çocuk. Yaşamak istiyor. Oğlumla yaşamak istiyorum".

Evet, yüreği yanık, gözü yaşlı annelerin çığlığı böyle!

Umut ve beklentim odur ki.

Yüreği yanık bu anneler "daha fazla" acı çekmeden  Börçkün ailesi gibi "evlatlarına can parelerine" kavuşurlar.

Kavuşmalılar. 

Öncelikle, küçük yaştaki çocukların tümünün "ailelerine" kavuşmalarının yolu açılmalı.

PKK bu konuda Cenevre Sözleşmesine uymalı. Samimiyeti ortaya koymalıdır.

***

Sonuç itibariyle kafaları karıştıran, ikmale getirilen sorular zinciri çok.

Der demez tüm bu olup-bitenler için;

Toplum "çatışmasız-barışçıl" yaşamın önemini kavramışken

"Demokratikleşmeyle" çözümün olabileceğine inanmışken.

Karşılıklı "iyi niyetin" somut pozitif gelişmeleri üreteceği orta yerde iken.

Herkes, bu noktada kanaat getirmişken şu yaşananlar niye?

***

Evet, şuan için, toplumda ciddi bir şekilde kaygılar körükleniyor.

İnanç ve güven yerle bir edilmek üzere. 

Yeniden, "doksanlı yıllara mı" dönüyoruz denilir hale gelindi?

Onun için; "tüm bu kaygı" üretici etkenleri yok etmek gerekir.

En önemlisi de, halk olarak da artık "baskı oluşturma" görevimizi yerine getirmeliyiz. Her kim; "ateşi" körüklemek istiyorsa.

***

Evet, "taraflar", müzakerenin aktörleri, masa'daki "tüm" inisiyatiflerin "samimiyeti" ve ortaya koydukları stratejiyle bu hamle önemli bir aşama yaratabilir.

Özellikle "çözüme" olan inanmışlıkla mümkün.

Yani, her şeyden evvel sürece zarar verici "akım ve tavırlardan" tez be tez uzaklaşmalı, önlemler almalı.

Öfke dolu bakışlar. Kin ve nefret içerikli konuşmalar. Eski "yaraları" kaşıyıcı suçlamalardan imtina edilmeli.

Yoksa demiyorum.

Çünkü anaların yüreği şuan "ağza" gelmek üzere.

Hayırlı Cumalar