ANALAR DOĞURUR, ÖĞRETMENLER YETİŞTİRİR
Eklenme: 11/24/2009 12:00:00 AM

Öyle ya; takvim yaprağı bugün için 24 Kasım 2009'u gösteriyor.

Bir çoğumuz için; bu günün tarihsel anlamı sıradan bir gün kabul edilebilinir.

Ama öyle değil.

Çünkü günün önem ve anlamı noktasında tarihi bir söylemi var.

'Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü' diye!

Anlayacağınız; bugün dünün, bugünün ve yarının 'nesillerini' yetiştirmede görevli olan 'öğretmenlerimizin' günü.

İsterseniz öncelikle ülkemizde 'öğretmen' olmak nasıl bir meşaket gerektirir.

Ve bu yoldaki; 'zorluklar' nelerdir bi ona bakalım.

Ülkemizde öğretmen olmak bugünkü 'ekonomik, sosyal ve siyasal' konseptte çok kolay.

Tabi bu kolay 'sözcüğünün' açılımı; 'şu noktada' ifade ediyorum!

İsteyen 'öğretmen' olabiliyor.

***

Ancak 'öğretmen' kadrosuna sahip olmak zor ve meşakkatli.

Şöyle ki; önce Eğitim fakültesini bi okuyorsunuz.

Mezun olup diplomayı aldıktan sonra; bu kez KPSS 'maratonuna' hazırlanıp, burada sınava giriyorsunuz.

Buradaki performansınız; iyi bir çizgide ise KPSS'den yırttınız demek.

Ancak bu yetmiyor. Pinekleme dönemi başlıyor.

Yıllar geçmeye başlıyor, KPSS'deki puan notunuzla yapılacak atamaların 'çakışması' gerek.

Bir bakıyorsun ki; 5 yıl geçti.

4 yıl da üniversite. İlköğretim, Lise. Yaş 30'a dayanıyor.

Bitkin ve bıkkın bir ruh haliyle.

***

Üniversiteli olmuş hala ana-baba sırtından geçinmenin ezikliği ve çöküşüyle; tükenme moduna giriyorsunuz.

Her şeyden uzaklaşmış, 'sadece ve sadece' geçinebilmenin 'mücadelesine' odaklı vaziyette, ne zaman öğretmen olurum?

Derken; 'hasbel kader' atamanız yapılıyor. Bilmediğiniz bir yere.

Sizde ne öğretmenlik heyecanı ve ne de sevgiye dayalı duygu.

Gülmeyen bir yüz. Her şeye karşı hınç besleyen bir ruh haliyle; öğrencinin karşısına çıkıyor.

O dört yıl içerisinde 'öğretmen' olabilmek için okudukları ve aldığı eğitim çoktan 'tüymüş'!

Anlayacağınız; 'öğretmen' olabilmek için bugünkü yasaların ve devlet anlayışı noktasında 'deveye hendek' atlatmaya benzer.

***

Peki, böylesi bir 'hamurla' yoğrulmuş öğretmenin öğrencisine verebileceği ne kalmış olabilir ki?

Kendi sorunlarını yansıtmaktan başka.

Tabi bir de; 'geçinebilme'! Yaşam koşullarına karşı gelirinin yetersizliği.

Bugün; 'açlık' sınırının altında bir gelire sahip öğretmen.

Evli, çoluk çocuk sahibi ise. Geçinmesi imkânsız.

Mutlaka ama mutlaka ek bir iş zorunlu.

Ya geceleri gizliden şoförlük, ya da özel ders gibi 'yönlendirmede' bulunur.

Veya bi dershanede ders verir, yasadışı.

Çünkü başka çare yok!

***

Aslında 'öğretmen' düzenin varlığı içerisinde yokluğunu yaşıyor. Şöyle ki;

Eğitim alanındaki 'değişim' inanılmaz derecede baş döndürücü bir düzeyde.

Artan teknik imkânlar, bugün için 'eğitim araçları-gereçleri' noktasında parmak ısırtıyor.

Altyapı donanımları sayesinde; okullar ve sınıflar 'teknolojik' çağı andıran bir yapıda.

İletişim mi, ulaşım mı, bütünleşme mi, çağın nimetleri mi, hepsine çok kolay 'ulaşabiliyorsunuz?'!

Eğitim araç ve gereçlerinin çoğalmasının yanında, ders kitapları ve yardımcı materyaller.

İnternet gibi 'ikinci bir bilgi deryası'!

***

Bundan 1520 yıl öncesiyle bugünkü 'eğitim' imkânlarını kıyasladığımızda; fark 'çağlar' ötesi.

Bugüne imrenmemek olur mu?

Diyarbakır'dan örnek verirsek, okullaşma oranı düzeyinde.

Türkiye ortalamasının çok üzerinde.

Öyle ki; yüzde 100'e ulaşmada iki puan eksik.

Kız öğrencilerin okullaşması.

Taşımalı eğitim, yatılı eğitim.

Tüm bunlara bakıldığında ülkede eğitim kalitesinin tartışılmaz bir şekilde 'yüksek' olduğunu görmekteyiz.

***

Öğretmenin 'hali-vakti' ortada! Eğitim kurumlarımızın da 'kalitesi' malum.

İkilem geliştiren bir tablo!

Onun için diyorum ki; İlmi irfanla, bilgiyi marifetle buluşturmadan.

Eğitimciyi de 'salihi ruhiyeye' kavuşturmadan; yapılan eğitim-öğretimin sonucu ne olur?

Hiç olmaktan öteye hiçbir şey olmaz!

Bakın bu noktada küçük bir anekdot aktarmak istiyorum.

***

Bir gün öğretmen öğrencilerine 'kendisini' tanımlamalarını istemiş.

Üç öğrenciye bu görevi vermiş.

Birinci öğrenci büyük bir balık resmi çizmiş. Arkasında da küçük balıklar var.

Resmin altına şunları yazmış: "Siz büyük balıksınız öğretmenim, biz de küçük balıklarız. Siz nereye giderseniz biz de oraya gideriz."

İkinci öğrenci bir doktor ve bir de hasta resmi çizmiş. Demiş ki: "Öğretmenim, siz doktor,  bizler de hastayız. Okul da eczanedir... Öğretmen hastalarına okulda ilaç verir, biz de iyileşiriz"

Üçüncü öğrenci güneş resmi çizmiş. Etrafında da yıldızlar var. "Öğretmenim siz güneşsiniz. Biz de yıldız. Sizin ışığınız olmadan ne parlar, ne de görünürüz."

 

***

Tabi buradaki maksat ve öğretmeni en iyi tanımlama şeklindeki gaye; 'onun' bir hayat rehberi olduğu gerçeğidir.

Çünkü öğretmen 'isminin' açılımıyla öğretendir.

Büyük bir fedakârlıktır, insanları eğitip yarınlara nesil olarak yetiştirmek.

Ancak burada 'en önemli' etken sorumluluktur.

Öğretme evrensel bir uğraş olduğu için; 'usta-çırak' diyalogu en büyük yol haritasıdır.

Yarının büyükleri olarak gördüğümüz 'çocuklarımızın' eğitimine 'ışık' olan öğretmenlerimiz; elleri öpülesilerdir.

Boşuna din büyüklerimiz söylememiştir; 'Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum' diye!

 

***

Öğretmenler sevgi dağıtır.  İçimizi aydınlatır. Bizi doğruya yöneltir.

Bilgili kişiler olmamız için çaba gösterir.

Dünyayı tanıtır. Öğretmen her alanda yeniliği, yenileşmeyi savunur.

Gerçekleri anlatır. Beceri ve yeteneklerimizin gelişmesine yardımcı olur.

Kısaca analar doğurur, öğretmenler yetiştirir.

Evet! Bu yazı vesilesiyle öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.