Yüzünü gökyüzüne doğru çevirmiş.
Buğulu 'gözlerle' bakıyor. İçten, ama yorgun.
İçinden kopan "isyanla", sesleniyor.
Aşağıya bi baksana; ne haldeyim?
Yaşadıklarımı bi gör. Ama gözünü açarak.
Sakın; beni bu yaşta "yorgun" düşürenler gibi bakma.
Sevgini "yüreğinde", dost elini samimiyetle uzat.
Çünkü "sen sıcacık" evinde mışıl mışıl uyuyorsun.
Ama ben öyle değilim.
Gözler buğulu vaziyette Ayaklarım şiş. Hava soğuk üşüyorum.
Açlığı "iliklerime" kadar yaşıyorum.
Sen size; "kuş sütü" eksik sofrada; mideni dolduruyorsun.
***
Yarınların da "güven" içinde.
Arayanın, soranın var. Ama benim yok.
Sen okula gidiyorsun, arkadaşlarınla oyun oynuyorsun.
Top sektiriyorsun, seksek oynuyorsun. Sıcacık odanda "televizyon" izliyorsun.
Teknolojinin nimeti olan Bilgisayarın başında "dünyayı seyrü-sefer" yapıyorsun.
Peki, ben ne yapıyorum.
Tam o vakitte "çöplerin" arasında nevale arıyorum.
Para bulmak umuduyla sokaklarda "dolanıyorum"!
Pet şişelerin peşinde, bir kaç tane bulabilirsem "satarım" diye.
Belki; "fırından" bir parça ekmek alabilirim. Hem kendime hem de kardeşlerime.
Ve bizi dört gözle bekleyen "Engelli" anneme.
***
Sen bunları bilir misin?
Bilemezsin!
Sen yüreğimdeki açlığın, yoksulluğun ve çaresizliğin volkanından habersizsin.
Niye deme?
Çünkü "sen görmek" istediğin gibi dünyaya bakıyorsun. "At gözlüğü" takmış tek ufuktasın.
O nedenle; "sen anlamazsın" bunları ve beni.
Duymazsın. Çünkü "kulak" vermezsin yaşadıklarıma.
Ama bugün 'başımı" kaldırıyorum.
Yüzümü sana çevirmiş, diyorum ki "bi aşağıya baksana"!
Tabi "bakacak" yüzün var mı?
Bak "Çöplerin arasındayım aşağıya baksana!"
***
Tam da bu "çığlığın" sesi gökyüzüne yükselirken muhabir deklanşöre basıyor.
Tek kareyle; Mehmet'in 'yaşadığı' dramı ölümsüzleştiriyor.
Evet. Mehmet henüz 5 yaşında.
Ablası Azize 10. Ağabeyi Aziz de 7 yaşında.
O 'ruhsal' sorunları olan annesinin "çöp eve" dönüştürdüğü; "yıkık ve harabe" evde üç kardeş yaşıyor.
Çöpler arasında bir yaşam. Tabi "yaşam" denilirse.
Aslında onlar için "hayat" ne kadar uzaksa, ölüm de bir o kadar yakın.
Çünkü "küçücük" bedenleri; devasa yüreklerini "taşıma" gücüne sahip değil.
Her an "başlarına" çökebilecek bir evin çatı altında "ölüme" yakın.
Ya da çöp evdeki "mikropların" yaratacağı "hastalık ve zehirlenmeyle", ölümün ağındalar.
***
Ama artık "sahipsiz" değiller.
Artık "çöp yığınları" arasında yaşamaya mahkûm değiller.
Artık; "dilenmeyecekler", çöp artıkları arasında "kırıntı" aramayacaklar.
Dondurucu soğukta; dolanmayacaklar.
Mikrop yuvası denilen "evin" ne zaman üzerlerine çökeceği korkusunu yaşamayacaklar.
Çünkü "artık" onlara uzanan bir şefkat eli var.
Bu el; duyarlı bir vatandaşın "ihbarıyla" uzandı.
***
Önceki gün Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ekipleri "ihbar" üzerine adrese gittiler.
Dilencilik yapan ve psikolojik sorunları bulunan anne Remziye Kaya'nın "bulunduğu" evin önüne geldiler.
Ancak Kaya kapıyı kilitleyip evden ayrıldığı için korkunç durumdaki eve girilemedi.
Komşu evin damına çıktıktan sonra çocukların içler acısı "yaşam" sürdüğü çöp eve girilebilindi.
Tabi tam da bu esnada; "açlığın ve yoksulluğunun" isyan çığlığıyla Mehmet göründü.
***
Başını kaldırdı.
Buğulu gözler, ama gülümseyen ruhi yüzle. "Bu adamlar ne yapıyor?" diye.
Eli yüzü kir pas içinde, ama çocuk gözleri umut dolu...
Gün ışığına çıkan "vaka"dan sonra Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü "harekete" geçti.
Önce "çocukları" sağlık kontrolünden geçirdi.
Soğuktan ayakları şişmişti. Gelişim bozukluğu tespit edildi.
İlk müdahale yapıldı. Tedavilerine de başlandı.
Ardından kendileriyle çok ilgilenen (!) ailelerinden alınarak yurda yerleştirildi.
Artık yeni bir hayatın kapılarını aralamışlardı.
Anneleri de "tedavi" altına alındı. Ama sırra kadem basan "baba(!)" ise halen kayıp.
Hakkında "soruşturma" başlatıldı. Sonuç ne olur bilinmez.
***
Peki, "her şey güllük gülistanlık" oldu mu?
Mehmet'in dediği gibi;
"Çıkardılar bizi, bir amca geldi, sonra diğerleri. Kurtulduk mu şimdi? Ya bizim gibi diğerleri?"
Kılıç gibi "sözler"!
Çünkü sadece 'onlar değil'.
Onlar gibi niye pek çocuk var.
Diyarbakır'ın "arka sokaklarında". Güneydoğu'nun uçsuz bucaksız "karanlık" mahallelerinde.
Sokak aralarında buldukları derme çatma evlerde yaşama tutunmaya çabalıyor.
Kimi dileniyor, kimi bir şekilde buldukları eşyaları satmaya çabalıyor.
***
Yeter ki üç beş kuruş gelsin.
Sonra onları anneye babaya götür.
Yoksa ağabeyine ver, o bakar çaresine!
Sana vermez ama sen dilenmeye devam et...
Sen "para" getirmeye çaba göster.
Birileri "seni" düşünür, yerine karar verir.
Yeter ki; "sen sesini çıkarma, para bul"!
Eee.
Ülkeyi yönetenler ve yönetmeye aday olanlar "kafalarını" gömdükleri kumdan çıkarmadıkları sürece.
Bizler "nice dramları" deklanşöre basarak "vesikalandıracağız"!
Ve bu köşeden "dramları", sille gibi yüzlere indireceğiz.
Var olan "çaresiz" yaşamların da sayısı; her geçen gün artmaya devam edecek.
Evet.
Sosyal Devlet "nerede?" diye çığlık atmak geliyor içimde.
***
TUNCELİ KİRİZİ?
Buarada;
Günlerdir tartışılan "Tunceli yardımı" ve Tunceli Valisi ile ilgili tartışmalar için YSKdan dün keskin bir açıklama geldi.
YSK, "Tunceli Valisi'nin YSK'nın seçimin düzenine ve dürüstlüğüne ilişkin kararlarını uygulamakta gösterdiği duyarsızlığın idari ve disiplin yönünden gereğinin taktir ve ifası isteğiyle İçişleri Bakanlığına bildirilmesine" karar verdi.
YSKnın bu açıklaması kulislere "Vali ile ilgili soruşturmayı açın ve görevden uzaklaştırın" şeklinde yorumlandı.
Aynı kulislerde şimdi şu soru soruluyor:
YSK daha önce Valiyi uyarmış ve Tunceli Cumhuriyet Savcısını göreve davet etmiş. Erdoğan ise YSKnın bu kararına rağmen "Tunceli Valisine teşekkür ediyorum" diyerek YSK kararına karşı tavır almıştı.
Şimdi kulislerde şu soru soruluyor?
"İçişleri bakanı Beşir Atalay YSKyı mı dinleyecek, Valiye teşekkür eden Başbakanı mı dinleyecek?"
Tabi "soruşturmanın" derinliği nereye varır?
Bu da "tartışılan" ve kulisleri yapılan mevzu..
Çünkü; "soruşturma" sonucunda ortaya çıkacak veri; 29 Mart seçimlerine "iptal" getirebilir.
Uzak bir olaslık olsa bile, düşünülmüyor değil.