BAŞLIKSIZ BİR YAZI
Eklenme: 6/6/2009 12:00:00 AM

Sizce 'hayatı' anlamlı ve değerli kılan nedir? Dahası; 'iç bu mevzu' üzerine kafa yordunuz mu? Dünya'ya bir kez 'geldiğinizi'! Ve yaşadıklarınızın 'bir zaman' dilimine hasıl olduğu. Ve bu hâsıl olunan sürecin 'sizin' bir hayat zamanınız olduğunu? Hiç ama hiç düşündünüz mü? Başarılarınızın 'toplamı mıdır?' hayat. Yoksa 'başarısızlıkların ve hayal kırıklıklarının' varlık gösterdiği 'tüketilen' zaman mı? Hayal mı, gerçek mi? Ya da hayatı 'ölüm kapıya gelip', 'yolun sonuna' gelindi zaman parçası olarak mı 'değerlendiriyorsunuz?'!

***

Hayat! Ve tüketilen 'zaman' dilimi. Artınız ve eksiniz nedir? Pişman mısınız? Yoksa 'yaşadıklarınız' sizin 'mutluluk' resminiz midir? Sakin mi? Yoksa 'vakası bol mu? Hayat! Duru pürüzsüz bir gölün üzerinde nazlı nazlı yüzen yaprağın gizleri mi? Veya tam aksine gölün derinliklerindeki sürprizlerde ve korkularda mı? Aradığınız nedir. Kendi hayatınızı yaşamak mı? Yoksa 'başkalarının' size dayattığı hayatı yaşamak mı? Düşündünüz mü? Geldiğiniz dünyanın bir 'sınav' merkezi olduğunu. Ve gerisinde 'ebedi bir hayatın' geleceğini?

***

Yaşamın her alanını 'sınav' maratonuna dönüştüren mevut 'sistemin'! Sizlerin 'hayat' idamesinde ne kadar 'yol' gösterici olduğunu. Düşündünüz mü? Bir korkak gibi bir köşeye çekilerek pişmanlıklarınızın çetelesini tutmaya mı 'hayat' diye görürsünüz. Yoksa 'hem bu dünyayı' hem de 'ahireti' düşünerek; 'benim hayatım' bu rotada ilerliyor diyebiliyor musunuz? Bir de 'başkalarının' hayatını çalmak var? Hiç bu kulvarın 'düşüncesine' girdiniz mi? Eşinizin veya aileden herhangi birinin. Ya da komşunuz, yakınlarınız. Bilgenin beyniyle 'düşündünüz mü?'. Doğarken 'neden' ağlanıldığını. Ve seni 'doğuranların' sevindiğini. Ölürken neden 'ardından' gözyaşı döküldüğünü. İçtenlikle 'bir sorar mısınız?' Neden diye!

***

Ya saygı. En önemlisi 'sevgi! Saygı 'kişiye' özgüdür. Ahaliye gelince 'saygı' düşüncedir. Onun için de; 'kişiye' özgü saygı kendiyle başlar. Çünkü kişi 'kendine' saygı gösteriyorsa; saygı görür. Kendisine saygısı olmayanın bilinmelidir ki; 'kimseye' saygısı olmaz. Kimsenin de 'ona' saygı göstermesi beklenilmez. Aslında; saygının özü derin ve büyüktür. Erdemliği de 'tartışılmazdır'! Ki insanlar da 'kime' saygı göstereceklerini iyi bilirler. Ona göre, negatif ve pozitif 'saygı' gösterirler.

***

Saygı 'hayatın' evresinde değerdir. Saygı göster ki, kişi sana saygı göstersin. Bu 'bir kavim'! Diğer kavim ise 'olması' gereken saygı. O da 'büyüklerimizdir'! Bizden 'yaşça' büyük olanlardır. İster tanı, ister tanıma. İster sev, ister sevme. Ama Yüce Yaradanın 'bahşettiği' Ahlakta; 'Kişi' insan olduğu için 'saygıyı' hak eder.

***

Ya hoşgörü! O 'sağduyunun' membasıdır. Derya misali 'hep' üretir. Tükenmez. Tıpkı 'sevgi' gibi. Daima 'ter-ü taze' hayat bulur. Yeter ki; 'kulvarına' zehir akıtma. Saygı'daki 'iki kulvara' sahiptir 'hoşgörü'. Bireysel ve toplumsal. Kişi 'çevresinde' olup-biten olaylardan 'rahatsızlık' duyabilir. Tepkisi 'mevcut' durumun 'körüklenmesi' yerine. Çözüm ve bertaraf 'barışçıl' seyirde sağlanıyorsa. Gösterdiği 'tepki' hoşgörüden öteye değildir. Ama aksi ise; O kutsal ve çözüm üreten 'hoşgörüye', zehir katmış gibi 'kışkırtma' olur. Gösterilen tepki!

***

Çünkü Hoş görmek kavramı genelde her insana göre değişiklik arz ediyor. Çoğu zaman hoş görememek nedeniyle ortaya konulan kişisel tepki 'farklı' algılanabiliniyor. Ve böylece bir diğer kesim tarafından hoşgörüsüz olarak tepki gösterilmesine neden olabiliyor. Ki bu durum hem birey ölçeğinde, hem de toplum ölçeğinde kaçınılmazdır. Hoş görebilmek için, konunun/olayın bizlere yansıyan ve ilgilendiren bölümü önemlidir. Aynı yaşıt insanların birbirlerine karşı kullandıkları üslup 'fitili' ateşleyendir. Hoşgörüden uzak hatta tartışmalara veya kavgalara dönüşebilir. Hoşgörülü olmak ve bunu kişisel bir yapı edinmek 'en doğru' yoldur. Tabi önemli bir nokta da; Karşımızda gelişen olaylarda bizi pasif veya tepkisiz kişi olma durumunda da bırakabilir. Onun için hoşgörü karşılıklı benimsenebildiği oranda olumludur. Tek taraflı zorunluluk haline geldiğinde ise kişisel bir probleme yol açabilir. Ama yine de; 'sorunlar' şiddete yönelik 'tepkiyle' değil. Hoşgörünün 'sihirli' değneğiyle çözmek en kutsal yoldur.

***

Ve Nazım Hikmet'ten bir şiir. Sevgiyi 'dile getiriyor'. 'Bir Fotoğraf' diye, dizeleri sıralıyor. Sözü ustada bırakalım. Bakalım 'yüreğinden' akan incilerin 'ifadesine'! Söyler.

***

Karşımdasın işte... Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni. Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim. Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim. Tıkandığım o an, Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte, Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim. Ellerim boşlukta, ben darda kaldım. Ellerim buz gibi, ben harda kaldım. Bir senfoni vardı kulağımda çalınan, bitti artık hepsi...

***

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme. Bakış açım belli oldu yine. Geride kalan, ardından bakar gidenlerin. Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim. Dağlara çarptım her esişimde. Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan: "Önemli olan zamana bırakmak değil, zamanla bırakmamaktir.." Şimdi bana, geçen o zamanın Unutulmaz sancısı kalır. Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim? Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim..

***

Evet.. Sıkıcı ve yorucu bir haftayı geride bıraktık. Siyaset, ekonomi, sosyal ve şiddet içeren 'vakaların' havada uçuştuğu bir hafta. Yordu. Hem beyinleri, hem de bedenleri. Onun için de; 'Cumartesi' günkü yazıyı 'pazar' yazısı niyetine 'kaleme' aldım. Biraz da olsun 'az sıkıcı'. Ama bir ölçüde 'düşündüren' konuları seçtim. İnanıyorum 'yorucu' haftanın güzel hafta sonu tatilinde 'bu yazıyı' keyifle okursunuz. Güzel bir hafta sonu dileğiyle. Pazartesi günü buluşmak üzere. Şimdilik hoş kalın.