BİR ŞİİR VE BİR NASİHAT!
Eklenme: 10/8/2009 12:00:00 AM

Dünden size bir borcum vardı! İsterseniz önce bu borcu ödemeyle başlayalım. Hani sevgili Sadık Yahşi'nin kaleme aldığı 'isimsiz kızım' başlıklı şiir vardı ya. Onu dün size 'yazacaktım'! Hatta yazıda ifade etmiştim, 'konuları' süsleme anlamında aktaracağımı. Ancak 'gündemin' yoğunluk arz eden atmosferi ve son dakika hesapları; öteledi.. Dahası daldığımız sohbet bir anda 'yer sıkıntısı' yaratınca, sarktı. İsterseniz fazla da laf karıştırmayalım. Kısa yoldan önce 'şiiri' bir hazmedelim!

***

Sonra da, şu Sultan Mahmut'un 'Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmud' hadisesini konuşalım. Yani özetle bugünkü mönüde 'vahim gündemin' mide ve beyne kramp getiren mevzuuları yer almayacak. Tebessüm 'getiren', biraz da 'ortamdan' uzaklaşma anlamında; 'ilaç' gibi gelebilir! Çünkü dün yaşananlar önceki günden farklı değildi. Şiddet mi, terör mü, ötekileşme ve inkar mı, rüşvet-yolsuzluk mu, 'siyasi linç mi?', hukuk dışı koruma kollama mı? Dün hepsi mevcut idi. Hem de bir önceki günden daha 'haşmetli' bir şekilde!

***

Evet! Söz Sevgili Sadık Yahşi'de! Bakalım; 'tüm bu anlattıklarım', 'İsimsiz Kızım' şiirinde yer alıyor mu? Ben okudum! Hem de bir-kaç kez. Neler yok ki; buyrun!

İSİMSİZ KIZIM

Bir yanım PKK'lı ötekisi devletçi Bir yanım Ergenekon diğeriyse hiçbiri Bir yanım Allah dostu ötekisi hangisi Parçalıyor bir yanım gerçek olan birisi Bir yanım hep ağlıyor yalan diyor gerisi

***

İki gün önce daha doğrusu iki gece Bir kız çocuğu dünyaya geldi Benim kızım adsız kızım Nedense bir türlü adını koyamadım Az önce de gidip başını okşadım Ve öptüm ve bir de kokladım Ne de masum kokuyor

***

Kelimelerle imkânsız anlatılması Ne olsun dostlarım onun adı Beritan, Ceylan ya da Neslihan mı? Adını siz koyun gayrı Yalanım yok ikinci kez babayım Bir erkek bir de kız çocuk babası Siz koyun adını Şimdi mışıl uyuyor Ara sıra da gülümsüyor meleklere Bırakın o yaşasın bâri,

***

Nice insanımız öldü nice Hele bakın şu sinsilere Kimi terörist diyor Şehit diyor kimiyse, Övünüyor birileri kendince Müslümanın Müslümana kıydığı yerde İnsanların birbirini yediği Kurşunların sıkıldığı böğrüme Bir sorun hele ne diyecek sizlere, İnsanın insana zulmettiği Birbirini yağmaladığı Talan tulan olmuş Şu gönlüme bir sorun hele Deşmeyin acılarımı Deşmeyin ölen aşklarımı Bombaların yağdığı mevsimde Şehit olmuşsun ne yazar Şehit olmuşsun ne kadar ulan

***

Gülümseyin Anadolu'ya Başını okşayın altılı yedili yaşlarda Bakın bakalım o zaman Taş mı atılır polis babalarına, Yağmur yağacaktır elbet Kuruyan topraklara Huzur dolacaktır elbet Bağlar'a, Anadolu'ya Bu kan da duracaktır Ve hem de akmamacasına

***

Sabahın dördündeyim Dört gözle beklemekteyim İlk görecek olan ben miyim İlk duyacak, müjdeyi Hadi canlarım hadi Kin ve fesat ehlini Gösterecektir Rabbim Huzur selamet vakti, Hoşçakalın canlarım Huzur dolu rüyalar Kurşunsuz ve ölümsüz Gözyaşısız sabahlar Hoşçakalınız hoşçakal...

(Sadık Yahşi)

***

SULTAN MAHMUT-TIKANDI BABA!

Zaman zaman yeri gelince kullanırız bu sözü; 'Vermeyince Mabud, neylesin Sultan Mahmut'! Peki, atasözü niteliği alan bu söz nerden türedi, hayat hikâyesi nedir, biliyor musunuz? Bilenler bilir, bilmeyenlere işte bilmelerine fırsat sağlayan, hadise! Günün birinde Sultan Mahmut 'tebdili' kıyafetle, çarşı-pazar dolaşırken, bir kahvehaneye giriyor. Çevresine bakıyor, herkes bir şeyler istiyor. "Tıkandı baba çay getir. Tıkandı baba Kahve getir!' misali.

***

Pür dikkat kesilmiş, sonra 'hikmetini' merak edip 'de hele gel, anlat bakalım bu 'meseleyi' der! Yaşlı yüzüne bakıp tanımadığı için; 'uzun mesele evlat' demiş! Israrıyla; 'de anlat' baba diyerek razı etmiş. Kürsüyü çekip diz-dize tıkandı baba başlatmış hadiseyi! Bir gece rüyamda birçok insan gördüm, her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. "Benimki de onlarınki kadar aksın" diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden "Onlarınki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın" dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken bir zat göründü ve: "Tıkandı Baba, tıkandı. Uğraşma artık", dedi. O gün bu gün adım "Tıkandı Baba"ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. Şimdi de burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.

***

Bir hayli etkilenmişti Sultan Mahmut. Çayını içip çıktıktan sonra 'emir vermiş! "Her gün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altına da bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz". Emir üzerine başlanmış tıkandı Babaya baklava tepsileri sunulmaya. Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis. "Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim" diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken "Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim" demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya. Taze baklava, güzel baklava! Bu esnada oradan geçen bir adam baklavaları beğenmiş. Üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı Baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış.

***

Müşteri baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. Şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış ki her dilimin altında altın var. Ertesi akşam adam acaba yine gelir mi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Müşteri hiçbir şey olmamış gibi: "Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım" demiş. Tıkandı Baba da "Peki" demiş ve anlaşmışlar.

***

Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut: "Bizim Tıkandı Babaya bir bakalım" deyip Tıkandı Babanın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama bir de ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan: "Tıkandı Baba sana baklavalar gelmedi mi?" demiş. Geldi sultanım! Peki, ne yaptın sen o kadar baklavayı? Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım.

***

Sultan şöyle bir tebessüm etmiş: "Anlaşıldı Tıkandı Baba anlaşıldı, hadi benimle gel" deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş. "Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir" demiş. Tıkandı Baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda, düştü düşecek. Sultan demiş; "Baba senin buradan da nasibin yok. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar" demiş Askerlere; "Alın bu adamı Üsküdarın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin" Padişahın adamları peki deyip adamı alıp Üsküdara götürmüşler.

***

Bir taş beğen bakalım, demişler. Baba, "niçin?" demiş. Askerler:  "Hele sen bir beğen bakalım" demişler. Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline. "Ne olacak şimdi" demiş. "Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı" demiş. Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş: "VERMEYİNCE MABUD, NEYLESİN SULTAN MAHMUT!"