İki dilli yaşam! Ya da; Ana dilde eğitim ve kullanma özgürlüğü. Sahi; Aşılmaz olan, ipoteğe bağlayan etken nedir? Bir lisan, bir insan olduğundan mıdır? Yoksa bir insan iki lisan sahibi olmasından korkulan mıdır? Doğrusu; Anlaşılmaz olan, despot bir dayatmanın "hakkın ve hukukun" üstüne çöreklenmesidir. Şöyle ki; Türkçe, Kürtçe, Zazaca, Lazca, Çerkezce, Arapça, İngilizce, Fransızca, Almanca, Hatta Çin'ce. Velhasıl bu ve bunun gibi daha onlarca "diller" yer küresinde, konuşuluyor, yazılıyor, çiziliyor. Yani, yeni icat edilen bir olgu değiller. Dün de vardı, ondan önceki gün de. Ve bugün de varlar, yarın da olacaklar.
* * *
Kürtçe. Yaşadığımız ülke, bulunduğumuz coğrafya açısından bugün mü peydahlandı. Hayır. Bin yıllık bir geçmişe sahip. Belki de, daha ötesi bir zamanda ikmale gelmiştir. O zaman! Niye bu despotça üretilen arıza. Güneydoğu insanı, yıllardır konuşuyor Kürtçeyi! Her ne kadar; Cumhuriyet'in ilanından sonra belli bir zaman dilimi içerisinde "inkâr ve yasaklar" vaki olduysa da, konuşuldu. Peki, ne oldu; O gün konuşuldu, bugün konuşuluyor, yarın da konuşulacağına göre kıyamet mi koptu? Hayır. Eğer; Millet olarak hala hayatta isek, nefes alıp-verme noktasında birlikteysek. Demek ki; Kıyamet kopmadığı gibi bu yöndeki "senaryolar da" paranoyaklıktır. Niye icra ediliyor bu "bölünme" paranoyaklığı.
* * *
Sahi; Bizler çocuklarımızın "yabancı" dil öğrenmelerini istemiyor muyuz? Hatta, İster devlet ister özel okullarda "yabancı" dil noktasında tercih koymuyor muyuz? Bazen de; Daha iyi ve kaliteli "öğrenebilmesi" açısından çuval dolusu para ödemiyor muyuz? Diyoruz ki; "Bir dil bir insan" diye. Hele, Yaşadığımız çağ ve küreselleşen dünya konjöktoründe, küçülen atmosferde "Türkçe" bilmek yeterli mi? Hayır! Bugün, İngilizce "küreselleşen" bir dil vasfına sahip değil mi? Sahip! Neden peki? Çünkü "dil" konuştukça, yazıldıkça, idrak edildikçe yayılır. Ve pek tabi ki; Temsil ettiği Milletin de vasfını ortaya koyar. Şöyle bir dünya küresindeki ülkelere bi bakın. Mesela Amerika. Mesela Almanya. Mesela Fransa. Mesela, İngiltere. Bugün; kendi resmi dilleri olduğu gibi, "İngilizceyi" de kullanmaktadırlar. Yollardaki trafik levhalarında üç dilde, yazım. Ya; Bunun yanında "yerel" dil, yani "Ana dilleri" de var.
* * *
Miami. Geleni-gideni, yerlisi-yabancısı bol bir bölge. Baktığınızda, nadirdir İngilizce konuşan. İspanyolca konuşuluyor, yazılıyor, çiziliyor. Her yerde; İspanyolca! Çünkü yoğun olarak ana dili o olan insanlar yaşar o bölgede. Şimdi; Biz Türkiye'de. Ki dayanmışız Avrupa'nın kapısına diyoruz, Avrupa'ya giriyoruz diye. Daha demokratik, Daha çağdaş, Daha özgürlükçü, Daha eşitlikçi Diye böbürleniyoruz. Ama öbür yandan kişinin "anasından" doğduğu Dil'e geçit vermiyoruz. İnsanlar, Ana dilleriyle konuşup-anlaşabiliyorsa. Bunu engellemek. Ve öğrenilmesine karşı pranga takmak "despot" bir mantığın ötesine gidilebilinir mi? Hiç kimse; Resmi dil Türkçe "olmaz" olamaz diye, bir dayatma içerisinde değil. Elbette ki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmi dili "Türkçedir". Ki, Sanmıyorum ki, hiç bir Kürt, Zaza, Laz ve diğer diller bu resmiyete karşı olsunlar. Olamaz da!
* * *
Hatta, BDP, DTK olduğu gibi Kürtlerin genelinde, Türkçenin yanında "Kürtçe" resmi dil olsun. Türkiye'de, "İki dilli resmiyet" vaki olsun diyen olsun. Yok... Yok. Ve yine Yok... Sadece, İstenen ve söylenen bu dilin Anayasal güvence altına alınması. Öğreneyim, Konuşayım. Ve pek tabi ki, yolumu bulayım, derdimi anlatayım, sorunumu çözebileyim. Yani, Yer küresindeki onlarca devletteki gibi yaşayan olarak, günlük hayatımı "Ana dilimle" icra edebileyim. Demokrasilerde; Kimse kimsenin diliyle, diniyle, yaşam tarzıyla, giyim ve kuşamıyla ilgilenmez. Önemli olan; Kişinin "insan" olarak değer görmesi ve öyle algılanmasıdır.
* * *
Aslında; Türkiye'nin aşılmazı "kendi" değerleriyle olan kavgasıdır. Bugün; Kişiler "dillerinin" yanısıra dinlerinden, ırklarından, giyim ve kuşamlarından da; "geri planda" tutulmakta değiller mi? Anlayacağınız; İnsana "insan" gözüyle bakmayı başardığımızda, bilmeliyiz ki, o zaman "biz" bir bütün olarak, var olabiliriz. Din de, ırk da, dil de geri planda kalır. Ama yok; Her şey yasak "benim dediğim dedik" derseniz, bilmelisiniz ki işte o zaman "kıyamet" kopar. Ve bu durumun heveslilerine de, gün doğar. Bırakın; Diller, dinler "özgür" olsun. Korkmayın, bir şey olmaz.
* * *
7 GENCİMİZİ ANIYORUZ
Ve önümde; Üç yıl önce, dün gibi. Bombalı saldırıda, "katledilen" 7 gencecik ter-ü taze fidanlardan Rıdvan Süer'in, acısını mısralara döken babanın şiiri. Baba Şemsettin Süer, kaleme almış "Özlemimdesin" diye! Okudum. Okurken de, gözlerim nemlendi. Dile kolay; "evlat" acısı, can pareyi kaybetmek. Kardeş "kavgasına", kurban gitmesine şahit olmak. Kabul edilemez! Zaten; Hiçbir gerekçe bir başka insanın "hayatı" üzerine kendi gerekçesini bina edemez. Hele, Kardeşin, kardeş "hayatına, malına" kast etmesinin, gerekçesi olamaz. Onun içindir ki; Hep yüreği buruk, gözü yaşlı bir hal-i ruhiyet içerisinde "yeter" diyoruz bu kardeş kavgasına. Giden geri gelmez.
* * *
Ama, Gideni "huzur" içinde anmak. Gelenleri de, güven içerisinde yaşatmak. Acılara, kan ve gözyaşlarına mahkûm bırakmamak için; "ateşi" söndürmeliyiz. Bir daha, Kardeş kavgasının ateşi "yakılmamak" üzere! Evet! Kelimeler kifayet etmez, Acılara ve ölümlere "tanım" getirmeye. Dün, Olay yerinde karanfiller bırakılırken oğlu Eren Şahin'i kaybeden Oya Eronat şöyle bir ifade kullandı. "Diyarbakır terör kalesi değil" diye! Aynen de öyle! Bir kez daha; 7 gencimize Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum. Ve pek tabi ki; bu acılar artık son bulsun çığlığını da avazımızın çıktığı kadar bağırmalıyız diyorum...