Öyle ya; boğulduk.
Hal-i hazırdaki "fitne" atmosferinden!
Enva-i hile ve desise, crit atıyor.
Şiddet. Kan. Gözyaşı ve ölüm ekseninde!.
Körüklenen; "ayrılıkçı" bir kavga var.
İşte bu girdaptan kurtulmanın gayretiyle biraz, zihni dinlendirelim.
Ama ders-i ibretli iki hayat, hikyesiyle.
Ki, "düşünmeyi de" ihmal etmedin.
***
Evet.
Tarih yaprağından bir gün!
Üçkardeş.
Köy'de, arazi sahibi bir ailenin fertleri.
Ecel bu ya.
Babaları "hakkın" rahmetine kavuşur.
Baba mirası; "arazi" kalır.
***
Paylaşmada; birbirlerine girerler.
Gelinler, akrabalar, köylüler.
Her söz bir fitne; "olayı büyüttükçe büyüttüler".
En büyük kardeş kahrolur.
Ve köyü terk etme kararı aldı.
Kardeşlerine de şu sözleri sıralar
***
Der ki;
Ben hakkımdan vazgeçiyorum.
Size bağışlıyorum!
Bana düşen bütün araziler sizin olsun."
Kardeşler şaşkınlık içerisinde.
Ancak "tepki ve gidişine" sessiz kalırlar.
İşlerine geldiği için.
***
çünkü köyün en büyük arazisi onlara kaldı.
Yarı yarıya.
İkinci kardeş, içinden enayiliğine doyma ağam der.
İnşallah caymazsın
Ağabey o tarihe kadar evlenmemişti.
Kardeşlerinin büyümesini beklemiş, hayatını onlara hasretmişti.
Ertesi gün, şafak sökerken vurdu sırtına azık torbasını, düştü yola.
***
Köy çıkışında, miras kalan araziden bir avuç toprak alır.
Ve onu, "para kesesine" koyar.
Kendi kendine söylenir.
Dedem rahmetlik, oğlum bu toprakta fesatlık var.
Biz çıkıp gidemedik. çık git babana aldırma derdi.
Kısmet galiba bu güne. " der.
***
Ne dedeme,
Ne ondan öncekilere,
Ne de babamla amcalarıma hayretmedi.
Şimdide, kardeşlerimle bana hayretmiyor.
Bari bu kadar toprak hatıra kalsın.
Yola çıkar gelen ilk araca atlar ve gider.
***
Yıllar peş peşe sıralanır.
Ve 20 yıl gibi bir zaman geçer.
Büyük kardeş, namı bütün ülkede duyulan cinsten zengin olur.
Kardeşler haberdar olurlar.
Karar alıp, kendi hakkından vazgeçen ağabeylerini ziyaret edip, gönlünü almak istediler.
Yola çıkarlar.
***
Ağabeylerinin yanına varırlar.
Yüzlerinde büyük pişmanlık hissiyatı var.
Ağabey kardeşlerini bağrına bastı.
Şehrin her tarafını gezdirir.
Yedirir, içirir, her birine, kıymetli ve değerli hediyeler satın alır.
***
Sonra eve gelirler.
Konak gibi bir yerde oturuyor.
Kardeşleri yattığında hanımına;
"Şunların kapısına bir var, bak bakalım ne konuşuyorlar?" der.
Adamın hanımı, kulağını kapıya dayar ve konuşmaları dinler.
***
Kardeşlerden biri ağlamaklıydı.
Ağamıza haksızlık ettik diyordu.
Başkası olsa bizi tanımaz, adamlarıyla şehre bile sokmazdı.
Diğeri ise;
Adamı yirmi sene önce yolcu bile etmedik.
Biz adam mıyız kardaşım diyordu.
Şu büyüklüğe bak, resmen duman olduk
***
Adamın karısı kocasına;
Bey dedi kardeşlerin bir pişman, bir pişmanlar ki sorma, ağlıyorlar
Adam acı acı gülmeye başlar.
-"Bırak ağlasınlar" der.
Benim sakladığım köy toprağım var ya yarın yataklarını serdiğinde, görünmeyen kısımlara birer tutam serpiver.
Ertesi akşam, adamın karısı denileni yapar.
Kardeşler odaya girerler.
Eşi yeniden onları dinlemeye başlar.
***
Kardeşlerden en küçüğü;
-"Bu kadar zenginlik bir adama çok" diyordu.
Hem daha çocukları küçük ağamızı öldürelim, bölüşelim malını
Diğeri ise;
Benim karım öldü diyordu, ağamızı öldürdükten sonra, karısını da ben nikhlarım dedi, söyle ne zaman harekete geçiyoruz?
***
Kadın heyecanla ve telaşla, gözyaşları içerisinde kocasına koşar.
Ve anlatmaya başlar; olanı-biteni.
Adam, dışarıda bekleyen adamlarını çağırtır.
Kardeşlerini yaka-paça aldırıp karşısına getirterek onlara der ki;
Bu toprak size değdikçe, bu fesatlık sizden gitmez.
Dua edin ki, kardeşimsiniz.
Varın gidin fesatlıkla yoğrulan o topraklara
***
Sonra o küçük keseyi, en küçük kardeşine uzatır.
Al dedi, bu kese de size bıraktığım topraktan bir avuç vardı.
Tek bir parçasını bile istemem.
Al bu da senin olsun.
Gözünüz doyar belki
Kardeşler, kaçar gibi uzaklaştılar, ağabeylerinin huzurundan
***
Doğruluk
Yine tarihte bir gün.
Zalim bir hükümran var.
Bu hükümran astığı astık, kestiği kestik biriydi.
Bir gün adamlarını göndererek Hasan Basri Hazretleri'ni yakalatmak ister.
O da bir vakit ders verdiği Habib-i Acemi Hazretleri'nin kulübesine gelip saklanır.
Hükümranın adamları geldi ve hışımla:
Hasan Basri'yi (r.a.) gördün mü? diye sordular.
O gayet sakin:
Evet, dedi.
Nerede?
İşte şu kulübemde...
Adamlar kulübeye daldı, fakat bir türlü Hasan Basri Hazretleri'ni bulamadılar.
Dışarı çıkınca tehdit edip:
Ya şeyh, niçin yalan söylüyorsun? dediler.
Ben yalan söylemedim, dedi.
Siz göremedinizse, benim suçum ne?
Tekrar girdi, aradı, fakat bulamadılar.
Onlar gidince, Hasan Basri Hazretleri:
Ey Habib! Biliyorum ki Rabb'im senin hürmetine beni onlara göstermedi.
Fakat yerimi niçin söyledin, hocalık hakkı yok mudur? dedi.
Hazreti Habib mahcub bir şekilde:
Ey Üstadım! Sizi bulamamaları benim hürmetime değil, doğru söylediğimizdendir.
çünkü bilirsiniz ki, doğruların yardımcısı Allah'tır.
Eğer yalan söyleseydim, sizi de beni de götürürlerdi, dedi.
Tevil yapmaya, bir zalimin elinden bir mazlumu kurtarmak için, yalan söylemeye ruhsatın olduğu yerler olsa bile, efdal olan, eğer Habib-i Acemi Hazretleri gibi bir teslimiyetiniz varsa, doğruyu söylemektir.
***
Velhasıl.
İki vaka da, ders-i ibret ihtiva ediyor.
Gerisi, sizin fikriyatınız.
Ama hepimizin malumudur ki.
Hal-i hazırda, "en büyük" ihtiyaç duyduğumuz, "fitne'den" uzak.
Doğru'ya çok yakın olmaktır.
Güzel ve huzurlu bir hafta sonu dileğiyle.