Önem arz edici olan; "birlikte yaşayabilmektir…
Söylüyoruz..
Ama diyerekten, söze başlıyoruz…
İşte; "tişört ve tekme" hadisesi…
Hani "tekmeci" biri vardı ya.
Belediye otobüsünde, hemşireye "uçan tekme" atmış!
"İşte" o vaka üzerinde, yürütülen tartışmalar…
***
Öncelikle!
Vaka'nın "hukuki" boyutu, doğru zemine oturdu…
Şöyle ki.
"Yaşam tarzına müdahale…"
Ceza kanunumuzda, 2014 itibariyle suç!
Malum!
Tekmeci...
İfadesinde, "ortama uygun kıyafet giymemişti ondan tekmeyi salladım" diyor!
***
Savcı!
İlk etapta, "basit yaralama" suçundan işlem yapmış.
Ve bilahare, "Tekmeci" salı verilmişti…
Çünkü "ceza" oranı 2 yılın altında olduğu için...
Ama kamuoyundan gelen baskılar seyri değiştirdi…
İtiraz üzerine, yeniden gözaltına alındı.
Bu kez, "Yaşam tarzına müdahale" suçundan, "üç suç" teşkil edilerek işlem gördü.
Ve "tutuklanarak" cezaevine konuldu.
***
Hukuk açısından.
Toplumsal yaşam açısından…
Kişi özgürlüğü açısından…
Bu vaka ve tutuklama, suç nevi’si; Türkiye'nin tarihinde bir ilk olacak!
Sonuç neyi değiştirirse değiştirsin.
Hukukun vereceği karar ne olursa olsun…
Adaletin tecellisi ilkesinde, şu hakikat hâsıl olacak mı; hiç bir zorbanın, "zorbalığı" hiç bir edepsizin "edepsizliği" yanına kar kalacak mı?
***
Özellikle!
Kimse "ne olmuş" bir tekme atmış.
Ya da, "itelemiş"
Veya tokat atmış, şunu etmiş bunu etmiş demesin.
Veyahut.
O hemşirenin "göbeğini" açmış.
Transparan kıyafetle, belediye otobüsüne binmiş.
Gibi, gibi söylemleri de geliştirmesin…
Kimsenin kimse üzerinde "tahakküm" kurma, zorbalığı olamaz…
Olmamalıdır da.
***
Ama!
Herkes, hukuktan, yaşam serbestiyetinden önce!
Örfüne.
Âdetine.
Geleneğine.
Göreneğine.
Dini ve kültür, ahlaki değerlere "önem vermek" zorundadır.
Ona göre; "adet ve adap" bilmeli.
Çünkü birlikte yaşamanın; "bir kültürü ve nizamı" vardır.
Bir başına "buyrukluk" yoktur.
***
Hal böyle olması gerekirken…
Sormak istiyorum…
"Plaj kıyafeti bir bayan ya da erkek" fark etmez!
Caddede.
Sokakta.
Alış-veriş merkezinde.
Velev ki, Belediye otobüsünde olsa bile.
“Hiçbir şey” olmamış gibi; seyredip, geçer miyiz?
Yoksa dönüp; “edep biraz yahu” demez miyiz?
Deriz.
Neden hadiseyi; kendi nefsi, fikir ve akıl havsalamızda değerlendirmiyoruz da.
"Sınıfsal" bindirme yapıyoruz.
Yani vaziyetimiz her yönüyle; "psikolojik" bir vaka!
***
Biliyorum.
Şimdi birileri, algı yoksunluğuyla bize de bindirme yapacak.
Şu bu diyerek…
Diyeceğim o ki.
"İki edepsiz, durum var ortada."
Tabi, sebeb sonuç’u da görerek.
Ne hemşirenin o giyinişi.
Ne de, atılan o tekmeyi "kimse" mazur görmemeli.
Hele ki, "ideolojik" bakılmamalı.
***
Bakınız!
Her Allahın günü; "daha acımasız".
Daha ahlak dışı…
Daha insanlık dışı…
Vahşi ve vahşetin ötesinde; hadiseler vuku bulmaktadır.
Siyasi vakalara girmeyeceğim…
Ulu orta elinde silahla "haraç" kesenler.
Çam çerçeve indirenler.
Esnafı tekme tokat dövenler.
Karısını.
Çocuğunu.
Annesini.
Babasını bıçaklayıp yaralayanlar.
Uyuşturucu.
Fuhuş ticaretiyle; "terör estirip" adam vuranlar…
Ya tacizciler.
Yüzlerce değil.
Binlercesinden söz edebiliriz…
Tüm bunlar, "birlikte yaşam" için psikolojik vaka değil mi?
Neden sorgulamayı bu minvalde yapmıyoruz.
Veyahut ceza ve suç nevi’si açısından…
Bunların "tutuklanmama" sebebi nedir?
**
Bayanlar.
Beyler.
Ey sevgili ahali…
Zıvanadan çıkmış "bir kültürle".
Zıvanadan çıkmış "ideolojik" saplantıyla.
Zıvanadan çıkmış, "ahlaklı" çöküntüyle…
Zıvanadan çıkmış; "sınıfsal" bölünmeyle.
Zıvanadan çıkmış "devlet" anlayışıyla.
Ve yine zıvanadan çıkmış bir "medya" ahlakıyla.
Deyin bakalım.
Biz nasıl "birlikte yaşama" erdemliliğine kavuşabiliriz.
Bizim önce; "ikircikli" girdabından kurtulmamız lazım.
İşimize geldiği gibi değil...
Yani "söze" değil; "özümüze" dönmeliyiz.
***
İşte o zaman;
Ne ahlaksızca saldırılar ikmale gelir.
Ne de ahlaksızca, keyfiyetler hâsıl olur?
Ne de, keyfiyete dair hak, hukuk ve adalet tecelli eder?
***
ÖZEL GÜVENLİK…
Alın size bir tartışma vakası daha.
Bakalım kim bundan; "nasıl bir" ideolojik saplantı üretir.
Ya da keramet çıkarır.
Hemşireye saldıran tekmeci!
Sahi; ne işle meşguldü, mesleği neydi?
Bir şirkette; "Özel Güvenlik" elemanı…
Bakınız…
Mersin'de komşusunun çocuğuna "cinsel tacizde" bulunan bir sapık…
Mahalleli yakalıyor.
Hem de; "suçüstü…"
Linç'ten polis kurtarıyor.
Tutuklandı.
***
Şahıs, iki evli…
Hatta birinci evliliğinden de; 16 yaşında bir kızı var.
Yaptığı iş; "o da" özel güvenlik" elemanı…
Hem de, "belinde silah" olanlardan…
Vaziyet.
Tepeden, tırnağa psikolojik bir sosyal travma!
Bakalım; "bu ahlaksız" hal-i vaziyete, kim ne diyecek?
***
Korkarım.
Birileri çıkıp, "o sapık’a" tekme atanları; "cezalandırın" diyebilir.
Hatta işi daha bir zıvanadan çıkarıp; "onlar" dinci diye; yobazlık yapabilir.
Hatta "o sapığı" bırakın…
Onları; tutuklayın diye; manşet haber düzenler olabilir?
Ve bunu da "birlikte yaşamak" adına, sunabilirler.
Niye sunmasınlar ki…
Bunun beterine; "şapka" çıkaranlar.
Sapıklıklarına; hay be hay sahip çıkarlar.
Göreceğiz!
***
Merak ediyorum...
Devleti Aliye”ye, bir sorum var.
Ülke sathında sayıları 200 bin…
Şu "özel güvenlik" elemanlığında; kıstas nedir?
Denetleyen.
Sorgulayan.
Sosyal ve siyasal bazda; "sınava" bir tabilik yok mu?
Yoksa…
Yoksa vaziyet; "psikolojik" bir vaka mı?
Bence.
MAŞALLAH KARPUZUMUZA!
Vay be!
Ne zamanlardı…
Ne namlardı.
Ne büyüklüklerdi.
Ne söylemler, şiirler, türkülere konuydu.
Ne de, kadim şehrin marka, ürünüydü.
Diyarbekir Karpuzu…
***
Önceki gün festival vardı.
Protokol festivali.
Ahalisiz.
Şehirden onlarca kilometre uzaklıktaki Hipodromda…
Büyüklerimiz böyle takdir etmişler.
Neyse!
***
Karpuza dönersek…
Bu yıl ki, "karpuz şampiyonumuz", 29 kilo 700 gram!
Biliyorum.
Birileri diyecek ki, özellikle kadim şehirden uzak olanlar.
Diyarbekir Karpuzu'ndan; "tatmayanlar"
Görmeyenler.
Tarihçesine bakmayanlar; "nasıl olur böyle büyük bir karpuz" der.
Ama ben.
Hele ki Diyarbekir ahalisi demez.
***
Çünkü. Kim ne derse desin.
Devlet ricalı, hangi sözcükleri "yaldızlarsa yaldızlasın."
Diyarbekir Karpuzu…
Artık "o tatta, o büyüklükte" değil.
Ki her yıl; bir sonraki yılın "arayışı" içerisinde.
Bakınız geçtiğimiz yılın; en büyük karpuzun ağırlığına.
Tamı tamına; 45 kilo 900 gram…
Bu yıl ki ürünün şampiyonu; 29 kilo 700 gram…
Nerden nereye?
Biz yine de diyelim ki; "maşallah karpuzumuza!"…
Nasılsa, "patenti" bizde…
Ama işlevi keyfiyette…
Neyse ki, aşçı Üzeyir Atlı'nın becerisi vardı.
Karpuzu bir hayli ustalıkla; "işlemesi" figürlerle desenlemesi…
Hayli.
Ama bir hayli ilgi gördü.
Sizce de öyle değil mi?