Dünden deyiceğiz.
Malumunuz üzre;
Fikri beyanımız Kan donduran hadise üzerineydi.
Mardinde yaşanan...
"Kan davası" ve getirdiği; "kanlı katliamla" alakalı.
Kahredici.
Bir gün önce, bir kez daha sarsıldık.
Savur'la başladı.
Mardin ve Diyarbakır'la son buldu.
Üçgendeki; "vahşet serisi"
***
Dile kolay.
3"ü çocuk, 2'si kadın, 5 ölü.
Bir de yaralı çocuk var.
Meselenin, "sıcak" yönüne dün aktarmıştım.
Tabi demiştim ki; olup-bitenin bir de "öncesi" var.
İşte.
Bugün o öncesine, sizleri götürmek istiyorum.
Ki, devletin zafiyeti.
Ve bölgemizde "insanların" örf, adet ve geleneklerdeki yozlaşma.
Kadına, çocuğa el kaldırılmazken.
Bugün "soykırım" yapılıyor olması.
***
Evet.
Tarih, 29 Ocak 2013.
Saat gecenin 23.00 suları.
Bağlarda, bir binanın ikinci katındaki daire kundaklanıyor.
O ev.
İşte, dün Cezaevi önünde katledilen ailenin gizlendiği ev.
Sürer ve İpek ailesi!
Hasımlar.
Yani, Erkan ailesinin fertleri.
Öğreniyorlar ki, burada barınıyorlar.
"İntikam ve soy kırım" hıncıyla, hazırladıkları planı işte o gece devreye sokuyorlar.
***
Evi, "tiner ve kimyasal" içerikli yakıcı maddeyle ateşe veriyor.
Mahalleli.
Ve ailenin Üniversite öğrencisi Roşat.
Ateş duman ve kokuyla saldırıyı fark ediyor.
Failler.
Seslerin-çığlıkların arasında panikleyip kaçıyor.
Nitekim komşu söylüyor kapıyı açınca, iki kişi maskeli kaçıyordu.
***
Kısa süre sonra yangın söndürülüyor.
Olay yerine intikal eden, itfaiye ekibinin kahramanlığıyla.
Önce evdekiler tahliye ediliyor.
Alevler içerisinde, birçok kişi yaralı kurtarılıyor.
Ama ne var ki;
2 kardeş feci şekilde yanarak ölüyor.
Ailenin, diğer 14'ü de yaralı...
Hem de bir ve ikinci derece, yanık.
***
Yaralılar.
Hele ki, anne Emine.
Küçük kız, Nevin.
Vücut halleri, yürek sızlatır halde, yanık izini hala da taşıyor.
Dicle Üniversitesi Yanık Ünitesinde "uzun süre" tedavi gördüler.
Aylarca.
Aileyle bizim diyalogumuz işte bu zaman diliminde oldu.
Daha yakından, tanıdık.
Görüşmelerimiz oldu.
***
Sebebi de.
İlginç bir olay olacak ki.
Tam da o esnada arkadaşımız Saffet Azbay'ın 1 yaşındaki oğlu da, "yanık vakasından" dolayı, hastanedeydi.
Aynı serviste tedavi gördü!
Derken.
Saffet Azbay, Sürer ve İpek ailesinin göz bebeği açık ifadeyle; "direği" olan Roşat'la tanıştı.
Gazeteci olmanın merakıyla.
Saffet, "haber" kokusuyla, yaşananları sordu, bilgi topladı, konu hakkında bir hayli detay elde etti.
***
Bana geldi.
Olayla ilgili, bildiklerini aktardı.
Olup-biten ne olmuşsa.
Dedi ki, basında yazıldığı gibi yangın sıradan bir yangın değil.
Farklı bir, durum var.
"Kundaklama, kanlıların saldırısı, ev ateşe verilmiş" dedi.
***
Roşat diye bir kız var.
Ailenin ferdi.
O diyor, Ömer abi hakikatleri bilsin, görüşebilirmiyiz diye!
İyi dedim.
Gelsin, gazetede görüşelim.
Kızımızı davet ettik.
Geldi.
Konuşması hayli, düzgün ve kendinden emin.
***
Belki ki, yaşadıkları "dramlar" onu bir hayli olgunlaştırmış.
Anlattı, olup biteni.
Emine İpek.
Ve aile fertleriyle, "buluşmamızı da" sağladı.
Söyleşi yaptık.
Her ne kadar;
Davanın yargı süreci sansürlediyse de; "iddiaları" hukuk süzgecine alarak sizlere, aktardık.
***
Gazetenin müdavimleri hatırlarlar.
29 Mayıs 2013 tarihli Söz gazetesini.
Manşet haber şöyleydi.
"Beşikteki, bebeğinizi de öldüreceğiz."
***
Haber sonrası, hatta sözleştik.
Aile fertlerini tümüyle; "canlı yayına" çıkarmak.
Ve cezaevinden,
Abdulkadir Sürer'in şahsıma yazmış olduğu mektupla.
İçeriğiyle birlikte kamuoyuyla paylaşacaktım.
Ancak, Aile'nin "hasımlarının" izlerini yeniden bulabileceği endişesi.
Tabi ki; dava'daki "gizlilik kararı".
Bir de; "devam eden yargılama davası hakkında yayın yapılamaz" kuralı.
***
Tüm bunlar.
Hukuki ve insanı engel olarak karşımıza çıktı.
Aile de, pek "taraftar" değildi, canlı yayına.
Programı yapamadık.
Ama o gün; Roşat, bana şunları söylemişti.
Sanki, bugün bu olayın başlarına gelebileceğini tahmin ederek.
***
Ömer abi, şunu bilesin ki olay, sıradan bir yangın değil.
Sabotajdır
Tiner var, yakıcı madde var.
Biz o gün sabotaj olduğuna ilişkin ifa verdi.
Elimizdeki bazı belgeler sunduk.
Şikyetlerimize rağmen hiçbir şey yapılmıyor.
Savcılık ve yargı erki bizi dikkate almıyor.
Daha büyük facia olmasından çekiniyorum.
Bana ölüm tehditleri geliyor.
Ailemden tek bir kimseyi bırakmayacaklarını söylüyorlar.
çoluk çocuk kadın demeden herkesi yok edecekler.
Üniversiteyi bıraktım.
Kardeşlerim, yeğenlerim okula gidemiyor.
Can güvenliğimiz yok.
Ölüm korkusuyla yaşıyoruz.
***
Ne yazık ki, dediği oldu.
5 can kurban gitti.
Evet.
Bu feryada sessiz kalmadık.
Bir kez daha;
Tabi aileden izin alarak ve diğer aile öğrenmesin diye adresi gizli tutarak aileyle görüştük.
Valiliğin İpek ve Sürer aileleri için tuttuğu yeni evde haber yaptık.
çocuklarını kaybeden ve kendisi de yanan gelin Emine İpek'ten röportaj aldık.
***
O günkü "ruh" hali.
Dün yapılan röportajı izlerken, bir kez daha gözlerimin önüne geldi.
Emine hanımın psikolojisi çok kötüydü.
Ben de ölmek istiyorum diyecek kadar bitkindi.
Nasıl olmasın ki?
Biz haykırdık.
Onlar feryat etti.
Ama ne var ki, her zaman ki gibi "devlet baba" bir aileyi daha koruyamadı.
***
Belki.
Denilebilinir ki, "polis kontrolündeki bir evde" tutuluyorlardı.
Koruma var diye.
Lakin görüyoruz ki, cezaevindeki sevdiklerini ziyarete giderken öldürüldüler.
Hem de, jandarmanın, polisin ve güvenlik birimlerinin "gözü" önünde.
Kan donduracak şekilde; katledildiler.
Tek, tek..
Başlarına "ateş" edilerek öldürüldüler.
Hele ki, bir kare var.
Diyorlar ki, anne yaralı çocuğunun üzerine kapanıyor.
Kanlı gelip "yaralı çocuğun" kafasına bir kaç kez ateş edip, öldürüyor.
***
Bu nasıl insanlık.
Değil.
İnsanlıkla hiç alakası yok.
***
Ölenler.
Evet, aynı ailenin fertleri.
Bizim açımızdan.
Tabi ki, hayatları ve yaşadıkları açıdan.
Her birinin kendisine özgü "hazin bir hikyesi de" yok değil.
***
Nevin İpek.
Röportajında, şöyle demişti.
"İyileşip okuluma gitmek istiyorum."
Kısmen de olsa iyileşti.
Vücudundaki yanık izlerine rağmen.
Ne yazık ki kurşunların hedefi oldu!
Okula gidemedi.
***
Her ölüme karşıyım.
Tepkim aynı.
Ama böylesi masum çocukların katledilmesi.
Bedenlerinin "kurşunlarla" paramparça edilmesi.
çok acı.
Vahşet.
Vahşetin ötesinde bir "soykırım" girişimi.
***
Dün.
Roşat'ı telefonla aradık.
Acısını paylaşmak için.
Acar açmaz.
Ağlamaktan, feryat etmekten konuşamıyordu.
"O kadar bağırdık, haykırdık ama devlet bunu görmedi.
7 canımız gitti.
Bunlar olduktan sonra biz yaşamışız ne anlamı var?
Devlet bu kadar aciz mi?" diyordu.
***
Aynen de öyle.
Eee.
Ne diyelim, devletin acziyeti olmasaydı "bu vahşet" yaşanır mıydı?
Sanmıyorum.
Öncelikle.
Savur'dan başlayan,
Mardin'le gelişen,
Diyarbakır'da vahşete dönüşen,
Cezaevi önünde, "soykırıma" dönen
Bu "kan davasının" büyümesi hiç kuşkusuz ki zafiyetler zincirine munsahırdır.
***
Ne, "Devlet baba" babalığını.
Ne, buraların "bürokratları".
Ne, siyasileri ve kanaat önderleri.
Ne de, adalet ve hukuk mekanizması.
Polisi.
Jandarması dhil olmak üzere.
Ne yazık ki kolektif bir sorumluluk zafiyetiyle "hepsini" öldürdüler.
"Göz göre" katledildiler.
***
Şimdi sormak istiyorum.
Katil kim?
Hiç kuşkusuz ki,
Ellerinde kaleşnikofla "kan güden" hasımlar.
Peki, müsebbip ve kusurlu kim.
O da.
Olup-bitene "göz yuman" zihniyet ve zihniyetin uygulayıcıları.
Evet.
Ölenler masum, gariben becare insanlar.
Kadın ve çocuk.
Meknları cennet olsun.
***
Ne derler;
"Ateş düştüğü" yeri yakar.
Hiç kuşkusuz ki öyle.
Ama bu mevzu, biliyorum ki hepimizin yüreğini yakıyor.
Onun için.
Toplumsal tepkilerin artık böylesi "vahşetlere" karşı, gelişmeli.
En halisi olan da.
Daha "canlar, bedenler" toprağa düşmeden, önleyebilmek.
Barışı.
Kardeşliği ve sağduyu temin etmek.
***
Maalesef.
Tehlikeli ve ürkütücü, bir hal-i vaziyete sürükleniyoruz.
Allah, sonumuzu hayır eylesin.
Bir taraftan; "çözüm süreci" diyoruz.
çatışma.
Silahlar susmuş olmanın sevinci içerisinde olurken.
Böylesi, bir "kin ve öfke" sarmalının patlak vermesi.
Doğrusu, hayli tedirgin edici.
Nitekim.
Sevgili dostum Sosyolog Prof. Dr. Rüstem Erkan, dün mevzuuyla alakalı şu beyanı oldu.
"Son dönemlerde kan davaları kanı yerde bırakmama anlayışından çıkmış, karşı tarafın soyunu kurutmaya dönük bir intikamcı durum haline gelmiş"
Aynen de öyle.
Tehlike büyük, sırada dışı.