Maşallah! Türkçemizde "deyimler" silsilesi bir hayli zengin. Her mevzuya "mutlaka" bir kaç hikmetli sözü vardır. Külliye sahibi. Ne ararsan var? Malum; "Bakla" ile alakalı da "deyimler" kâmildir. Her ne kadar "sıkça kullandığımız" iki deyim var ise de; "Alanında" düzineleri aşmakta. Biz "iki" deyimle yola çıkalım.
* * *
Malum; Biri "Çıkar ağzındaki baklayı" sözü. Diğeri "Ağzında bakla ıslanmaz". Doğrusu iki deyimin de "varlık manzumesi" birbirine bağlı ama zıt ifadelere sahip. Şöyle ki; "Ağızda Bakla Islanmaz" sözü; 'olumlu-olumsuz' her hadiseye özgüdür. Çünkü tanımında şu vardır. Diline, sözüne ve sır saklama kabiliyetinden "kuşku" duyulan. Güven vermeyen! "Boşboğaz" kişiyi tarif etmektedir. "Ağzında bakla ıslanmaz" diye! Nedeni de; "Kurumuş Bakla" ağzında tez be tez "ıslanmaz". İşte bu "ıslanmaz sözü, "lafın ve sırrın" ağızda durmamasına kabildir.
* * *
"Çıkar ağzındaki baklayı" sözüne gelince; "özü ve açılımı" tam aksine "ketumluğu" ifade eder. Yani kişi için "içinden geçeni" anlatmada imtina etmesi. Mekân, zemin ve zaman anlamında 'çekince' göstermesidir. Bu duyguların hâkimiyeti icrasında; birinin ikazıyla "içinden geleni söyle" ifadesidir. Özetle; "Ne söyleyeceksen söyle". İsterseniz tarih sürecinde "dilimizde" pelesenk ettiğimiz bu iki deyimin; "hikâyesine" bi bakalım. Bilmem; "hikâyeyi" biliyor musunuz? Bilen biliyor. Ama bilmeyenler için; "ders-i hikmet" anlamında aktaralım. Boşuna dememişler; "fazla bilgi göz çıkarmaz" diye. Buyurun; birlikte vakıf olalım "Bakla"nın hikmetine;
* * *
Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Zamanla kendine yakıştırılan küfürbazlık şöhretine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan vazgeçmek için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş. Şeyh efendi bakmış, adamın niyeti halis, geri çevirmek olmaz, matbahtan bir avuç bakla tanesi getirtmiş. Bunlara okuyup üfledikten sonra yeni dervişe dönüp tembih etmiş: Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak. O zaman sen de küfür etmeme isteğini hatırlayıp o an da söyleyeceğin küfürden vazgeçersin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştirirsin.
* * *
Adamcağız şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlar. Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince onu yanından ayırmamaktadır. Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve gençten bir kız çocuğu başını uzatarak; Şeyh efendi, biraz durur musun? deyip pencereyi kapatır. Şeyh efendi söyleneni yapar, illa yağmur sicim gibi yağmaktadır. Sığınacak bir saçak altı da yoktur.
* * *
Üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur. Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçer içinden ve tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünür ve Şeyh efendi, der, birkaç dakika daha bekleseniz... Şeyh içinden "lahavle" çekse de denileni yapmamak tarikat adabına mugayir olduğundan biraz daha beklemeyi göze alır. O sırada küfürbaz derviş kendi kendine söylenmeye başlamıştır. Yağmurun şiddeti gittikçe artmakta, bizimkiler de iliklerine kadar ıslanmaktadırlar.
* * *
Nihayet pencere üçüncü kez açılır ve kız seslenir: Gidebilirsiniz artık! * Şeyh efendi merak eder ve sorar:* İyi de evladım bir şey yok ise bizi niçin beklettin? Efendim, der kız, elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu. Münasebetsizliğin bu derecesi üzerine şeyh efendi, Ulan derviş, der, çıkar ağzından baklayı!
* * *
Ve bir başka deyim; "Acındırırsan arsız acıktırırsan hırsız olur?" Hikmet-i mucibesi de şöyle; Bir insana yapılabilinecek en büyük kötülük "acınacak durumda" bırakılmaktır. Şöyle ki; Güçsüz kalır, muhtaç duruma düşer. Sonra; ister istemez dilenir, arsızlaşır. Aynı şekilde bir insanı aç bırakırsanız, yedirip içirmezseniz açlıktan ölecek değil ya. Yaşamına devam etmek için çalar, hırsızlık yapar ama hayatını idame ettirir.
* * *
Peki ders-i ibreti? Bir insanı kötü bir durumda bırakırsanız. Mutlaka "o kötü" durumdan kurtulmanın arayışına girer. O zaman da 'hatalar' zinciri ardı ardına gelir. Demek ki; Kimseyi ne aç bırakmak gerekir, ne de açıkta. Peki; 'biz ve devlet ahalisi' bu fikrin icrasında mı? Ne yazık ki; değil. Onun için de; Bugün "arsız da" çok, hırsız da çok!