Artık, gına geldi diyeceğim, bu seçimle alakalı mülahazalara. Ama elden ne gelir! Bir türlü icra ettiği hadiseler yüzünden "yakadan" düşmüyor. Cumhuriyet, tarihinin "en bela seçimi" oldu, 12 Haziran seçimleri. Öncesi de, sonuçları da, sonrası da, "mübarek", kriz üreten mekanizma misali, "dur durak" bilmedi. Toplumsal bir beklenti içerisinde "uzlaşı" olacak. Demokrasi "güçlü" bir performansla "kimlik" kazanacak. Umut hâkimdi herkeste! Ama ne var ki; "meşru" zemin, meşrusuzlaştırılarak, "anti-demokratik" bir hal oluştu. Ne milletin iradesine saygı. Ne de seçim sonuçlarına ilişkin teammül. Ve ne de, "uzlaşı" sağlama açısından, "öncelik" elde etme gayreti. Maalesef, Zerresi "vaki olmadığı" gibi söz konusu değil.
* * *
Bakın, Tozu dumana katan "aktörlere". Şu veya bu demiyorum. Hepsi ama hepsi. "A'dan Z'ye" tüm siyasiler ve elemanları dem vuruyorlar; "Milli İradeye" saygılıyız. Ve milli iradenin adına, "bu işlevde" bulunuyoruz" diye! Ancak seçim öncesi ve sonrası, şu an yaşadığımız zaman içerisindeki meseleler. Genel profiline baktığınızda tabiri caizse "zerre-i miskal", ağızlarına sakız ettikleri "Milli İrade saygısını" görmüyorsunuz. Şöyle ki, Yaptıkları, ettikleri ne varsa yapıyorlar. Sonra da hepsini "Milli irade" adına yaptıklarını söylüyorlar. Sormuyorlar, "milli irade" yapılanı-edileni tasvip ediyor mu diye? Yok. Sormadıkları gibi, bildikleriyle "gölgeliyorlar", biliyoruz diye! Sorsalar, "alacakları" cevap belli. "Bin pişmanım, irademi teslim ettim sana" tepkisi olacak. Galiba, Türkiye'de "siyasal dokunun", demokrasi ahlakı bu olsa gerek. Demiyor ki, milli İradenin "talepleri" vardı, onun için "yetki" verdi. Onları, yerine getirmem gerekir. Ama yok! Kendi ferdi taleplerini, "milli iradenin" taleplerinin üstünde görüyorlar. Bazen de, "kutsiyet" kazandırarak. İşte, ülkemin "demokrasi" anlayışı bu.
* * *
Evet, dün "Milli iradenin" temsiliyeti açısından, Meclis'te yemin töreni vardı. Kimler katılım gösterdi. AK Parti ve MHP. Olmayanlar, BDP "boykot" kararı nedeniyle yoktu. Meclis yerine, Diyarbakır'ı "tercih" etti. Hatta, "hadiseler" çözüm bulmayana kadar, "grup toplantıları" Diyarbakır'da yapılacak. Yani, dün satır arasında mırıldandığım gibi, "BDP artık kendine özgü Diyarbakır'da Parlamento" ortamı oluşturuyor. Çünkü Kışanak söyledi. Artık grup toplantılarımızı, Ankara'da değil, "Diyarbakır"da yapacağız. Velhasıl, Meclis dün "Kürtler" olmadan, açılmış oldu. Bağımsızlar ilk gün aldıkları "Boykot" kararına, ben muhalefet şerri koymuştum. Süreç açısından, "çözüm" getiren bir tavır değil diye! Tam aksine, Meclis'e gidilecek, yemin edilecek. Ancak, "yapılan da, edilen de" sineye çekilmeden, Meclis'te mülahazası, gür sesle yapılacak. Siyasal iktidara, muhalefete. Öyle ki, Yasamanın tüm "dokuları", zorunlu bir istikamette "anti-demokratik" yapılara yönlendirecekti. Yeni Anayasa için, "şu anki" hal-i durum, "koz" olarak, yaptırım olacaktı. Hatta "kilit" parti olma vasfını, elde ederek, "çözüm" dinamosu olacaktı. Olmadı.
* * *
Tabi, henüz zaman var. Öyle inanıyorum ki, BDP ve Bağımsızlar bir kez daha, "durum değerlendirmesi" yapacak. Özellikle de, Kürt solunun önemli isimlerinden Kemal Burkay'ın, uyarısını "irdelemeliler". Ne demişti; Ülkeyi ve toplumu "geren" seçim arifesi ve sonrasında "gizli" ellerin, ortaya koyduğu organizeyle alakalı. "Darbecilerin, Ergenekoncuların dört gözle Kürt sokağının karışmasını bekledikleri, bunun için Kürtleri kışkırttıkları, doğabilecek kanlı ve hükümet bakımından yönetilemez ortamda kurtarıcı pozuyla yeniden sahneye çıkıp hükümeti de Parlamento'yu da, cümle siyasi partileri de bir yana itip 12 Eylül türü borularını öttürmeyi umut ettikleri, bunun için çalıştıkları bilinmeyen bir şey değil. Bunu görmeyen, gördüğü zaman çok geç kalmış olur." Evet, Geç kalınmamalı. Kürtleri temsiliyet açısından, BDP. Elbette ki, Hükümette, siyasal iktidar da, yek vücut vaziyette. Özellikle de Başbakan Erdoğan'a "büyük" görev ve sorumluluk düşüyor. Uzlaşı, Demokratik atmosferin "gelişmesi ve geliştirilmesi" açısından, güven tesis etmesi lazım. İtici değil, kabul edici.
* * *
Dönersek yine, Meclis'in dünkü "ilkleri" gerilim açısından, barındıran atmosferine. CHP. Günün öğlen saatlerine kadar, "gözler" çevriliydi. Nasıl bir karar verilecek, "Meclise katılıp katılmama, yemin etme etmeme noktasında". Karar, MYK toplantısı sonrasında verildi, "yemin etmeyeceğiz" diye. Ve yemin etmediler. Yani dün, mecliste CHP'den sadece "yaşı büyük" olduğu için, geçici Meclis Başkanlığını yürüten Oktay Ekşi. Ekşi'nin, konuşmasıyla alakalı söz söylemek gerekirse! Uzun yıllar Basın Konseyi başkanlığını yapmış. Ve bizim mesleğin de, "duayeni" olması, noktasında, doğrusu 1961 Anayasasını "övmesi". Meclis, Tarihinin "en kapsamlı ve demokratik Anayasası" olarak, görüp bahsetmesi. 50 yıl sonra, buradayım" diyerek, "şu anki" atmosferi "yerlerde" göstermesi. Hala da, "vesayet rejimini" içinde ve Umutlayan var demek diyerek; Maazallah diyorum. Ekşi, Hep muhalefette kalsın, duasını da ederek.
* * *
AK Parti, bir fireyle 326 Milletvekili yemin etti. Dicle'nin yerine vekil olan Oya Eronat'ta yemin etti. MHP'den, 51 ve bağımsızlardan da bir. Okumayan, CHP'den 134, BDP destekli 35, tutuklu bulunan MHP'li Alan ile AK Partili Çavuşoğlu yemin etmedi. Peki, şimdi ne olacak. Anti-demokratik, hal devam mı edecek? Sanmıyorum. Çünkü AK Parti "tansiyonu" düşürme, gerilime son verme noktasında, dün ilk adımları attı. MHP ve CHP'yle durum "istişaresi" yapmak açısından, randevu istedi. Cevap ta, tez geldi, bekliyoruz. Cemil Çiçek, CHP ve MHPyi ziyaret ederek, görüşlerini alacak ve uzlaşı zemini arayacak. Çiçek, bugün önce CHPyi, ardından da MHPyi ziyaret edecek. Konuşulanlara göre, Muhtemelen Çiçek, CHP'ye Danıştay saldırganı Alparslan Arslan ve Hrant Dink cinayeti zanlısı Ogün Samast'ı örnek gösterecek. Bu zanlıların da tutuklu yargılandıklarını ve hâlâ haklarında kesinleşmiş bir hüküm olmadığı hatırlatılacak. Her hangi bir düzenleme durumunda onların da Meclis'e gelme ihtimali üzerinden CHP ikna edilmeye çalışılacak. Denilen bu.
* * *
Dedim ya; ne bela bir seçim yaşadık. Ve halen de, yaşıyor ve giderek de, büyüyor. Peki her şey bir tarafa. Suçlu kim? İşte bu "suçlu kim" sorusu, aslında "Milli iradeye" topyekûn gösterilen, saygısızlıktır. Ve bu saygısızlığı "kendisine" bireysel, hak gören, zihniyettir. Düşünüyorum; Sivil Anayasa diyorlar, ileri demokrasiden dem vuruyorlar. Daha işin başında; Dereden geçme korkusu içerisindeler. Bu hikmete, yönelirlerse, önlerine çıkacak okyanusta ne yapacaklar. Üstadın ifadesiyle; Ya bu işi "uzlaşı ve ortak akıl" icrasıyla, çözecekler. Ya da, Biz milli iradenin "yakasından" düşsünler. Bizi de, kendileriyle beraber "okyanusa" gömmesinler. Şapkalar, öne. Düşünceler de duyguya değil, akla, yönelsin. Çünkü çözüm orda.