Aynen de öyle!.. Her nerede olursan ol.. Makamın da, mesleğin de, meşrebin de, maddi ve manevi güç dengesi için de geçerli olan toplumsal bir kural vardır.. Ki bu kuralın istisnası da, yaşam ikmalinde pek yoktur.. O da, haddini bilmektir?.. Ahlaki değerleri gönül hanesinde buldozer gibi ezip geçen kibir denilen zafiyetin, batağına kişinin düşmemesi demektir.. Eden bulur kabilinde bu bataklığa kendini teslim eden, iflah olmaz, mümkün de değil, selamete kavuşması..
***
Niye mi?.. çünkü kibir benlik ruhuyla, herkesten kendini üstün görmektir!..Ben büyüğüm.. En büyük benim.. İşte bu enaniyet denilen illet takoz misali; iyiliğe, güzelliğe, beşeriyete, dostluğa, kardeşliğe, sevgi ve muhabbete fransız olduğu gibi manidir de.. Maddi ve manevi yöndeki tüm ahlaki değerlerin en büyük hasmıdır.. Zafiyetlerin de, en kötüsü ve en dehşetlisidir.. Ve bu kötülük ile küfrü barındıran enaniyet, makam ve mevkileri karakter sahibine dönemsel üstünlük sınıfı sağlasa da, lakin ahaliye kötülük faturası olarak kesilir
***
Büyüklük taslamak..! Aslında psikolojik bir hastalıktır.. Ve şuur denilen mekanizmanın insani noktada şaltersiz kalmasıdır Bu travmatik karakter ne yazık ki, günlük yaşamın bir çok alanında kendini idame ettiğini söyleyebiliriz.. Özelde de, kamuda da.. Ama en çok da, politikacıların varlık gösterdiği siyaset arenasında, böylesi karakterler hatırı sayılır kadar vardırlar.. Zira bu arena aynı zamanda sivil ve siyasi hayattaki duruşun kalibresini de, ortaya çıkarmaktadır Yani o kişi seçilmeden önceki sivil yaşamı ile seçildikten sonraki hayat anlayışı.. Yaşamın iki kulvarını karşılaştırdığınızda işte o vahim kibir ben buradayım diye haykırır
***
Elbette ki, kendini bilen var.. Onları tenzih ediyorum.. Ama, varlık oranları ekseriyetini teşkil ediyor. Siyasi arenada vücut bulan kibir denilen büyüklük taslama olgusunu; demek ki haddini bileceksin başlığı altında, mevzu etmem, önceki gün gördüğüm, şahit olduğum manzaraya binaendir!.. Kaldı ki, Diyarbakırı Parti Liderinin sırtından geçinerek Mecliste temsil eden bir çok siyasi simayı, Ankaraya dahil olduğu an itibariyle yaşam karakterine kibir, benlik, burnu havalı libası giydirdikleri için; sürekli eleştiren, tepki gösteren ve sorgulayan olduğum için, manzarayı tez çaktım!.. Ama denir ya; nerde onlarda farkına varılabilecek bir benlik!..
***
Maalesef dediğim bu karakter sahiplerini Kışla sokaktaki resimde gördüm; kent halkından gördükleri teveccüh noktasında(!) Eee, zat-ı muhteremin sivil yaşamı, seçilmeden önceki Milletvekili adaylık dönemi ve seçildikten sonraki milletvekili düzeyindeki yaşam biçimini ve bugün geldiği noktayı karakter kalibresi terazisine aldığınızda korkunç bir tabloyla karşı karşıya geliyorsunuz.. Yok daha, neler diye başlayan cümleler de peş peşe ağzınızdan çıkıyor çelişkiler yumağı içerisindeki zatın yaşam ilkeleri.. Şaşıp kalıyorsunuz ne oldum deliliğinin sonu bu diye?!..
***
Bir insan bu kadar mı; değişebilir diye.. İsimlerini zikretmiyorum.. Ki bilen biliyor.. Vaziyet, malumun ilanı olsa gerek.. Miting alanında, gelenlere nasıl da kendilerini şirin olarak göstermeye çalışıyor.. Tören alanında kendilerini insanlara sevdirmek için, enva-i takla atıklarıyla yüz yüze geldim.. Gülüyor, konuşuyor, zoraki öpüşmelerde bulunuyor.. Peki teveccüh var mı, ya da elini uzatan, öpüşen, hal hatırına yanıt veren var mı, yok?.. El uzattığı, söz söylediği, görüşme moduna girdiği kişiden gördüğü tepki; sırt dönmekten başka bir duruş olmaması ne acı bir tablo!.
***
Hangi yüzle, neye istinaden de hele dercesine, vatandaşların tavır koyması gerçekten, derinden derine düşündürüyor insanı.. Bu tabloyu bir anlık değil, çok anlarla yaşadığımı söyleyebilirim.. Ki yalan değil..? Salt biriyle alakalı yaşanmadı, diğerlerinin de manzarası aynı idi?.. Demek ki, riyakarlık bir yere kadar, itibar görür.. Der demez insan sorguluyor, demek ki haddini bileceksin, demek ki ahde vefaya sahip olacaksın?.. Dün neydin, bugün nasıl bir alemdesin diye özeleştiride bulunman gerekir?!.. Eden kendine eder ve kişinin kendine ettiğini kimse ona edemez, diyerek nokta koyuyorum bu mevzuya!
***
Zaten bu zatları artık bu kadim şehrin insanlarının pek göreceğini sanmıyorum.? Ki görmek de istemiyorlar.. Zaten kendilerinin de gelme zahmetinde bulunacakları zor gibi.. çünkü, onlar gibi niceleri geldi, meclise gitti, ama bir daha bu kente dönmediler, gelmeye dair yüzleri de yok! Dönüşleri de, seçimden seçime, parti liderinin gelişinden gelişine, günü birlik turlayanlar olmuştur.. Yani çantacı siyasetçiler.. Giden gelmiyor.. Olsun, gitsinler de, kalanlar bize yeter.? Ama velakin, gidenlerin geride bıraktıkları enkazın, yıkımın, gönül kırıklığının, duygu alaborasının ağır bedelini ne kalanlar ödesin, ne de bu kentin ahalisi
***
Hasılı kelam!?.. Bir bakın, bir sadede gelin, bir yüzleşin.. Ne diyor şair.. İnsanoğlu için, makam ve mevki gelip geçicidir, tıpkı hayatın başlangıç ve ölümü gibi.? Baki olan, kubbede hoş bir seda bırakmaktır?.. Eğer ki, hoş bir seda bırakmışsan, hayırla, sevapla, insani duygunun sevgi ve muhabbetiyle anılırsın.. Ki, heykelin dikilir.. Ama, enaniyetin çukurunda, kendi menfaatperestliğinle, çıkarı, rantı, kötülüğü, bencilliği ikmal etmişsen, bıraktığın hoş seda değil küfürdür!.. Ki o küfürün muhatabı da bizatihi kendisin.. Vekil de olsan, Padişah da olsan, tahttan indikten sonraki göreceğin teveccühtür seni insan kılan!.. Öyle ise, en kutsal ve ulvi karakter; haddini bilmektir düsturunu ilke edinmektir Sizce..
***
İFTAR DAVETLERİ..
..Ve Ramazan-ı Şerifin son günlerindeyiz.. Bugün, Kadir gecesi. Öncelikle, tüm okurların, izleyicilerin, sevenlerin, dostların ve kadim şehir Diyarbakırlıların, kadir gecesi mübarek olsun..
Malum, bu yıl Ramazanı buruk geçiriyoruz.. Asrın felaketi deprem, kaybettiğimiz insanlar.. Evinden, barkından olan, milyonlarca vatandaşımız!.. Ve virane olmuş şehir ve ilçelerimiz.. Acı büyük..
***
Cenab-ı Allah bizleri sınama noktasındaki bu asrın felaketleriyle, acılarıyla bir daha yüzleştirmemesi, duasıyla, insanoğlu için, ders-i ibret içermelidir.. çünkü, deprem bir gerçek, lakin kaybettiğimiz canların müsebbibi bizleriz!.. Deprem değil, ihmal öldürür!
***
Gelirsek, İftar yemekleri davetine dair takındığım tavır!!.. Bu yıl, tüm dostların davetine kapıları kapattım.. Biliyorum bir çoğu da gönül koydu, koymuştur?!.. Kısmi olarak haklı olsalar da, benim de haklı gerekçem var.. Tavrımın nedeni de bol yıldızlı mekanların, otellerin haşmetliğine, ilişkin.. Şöyle ki.. Bir tarafta, sıcak aşa ulaşamayan onbinlerce depremzedeler!.. Sokakta aç, perişan olan insanlar.. Beri yanda, ekonomik sıkıntıların mutfakta yarattığı yangın hali.. Hayat pahalılığı.. Piyasadaki fahiş fiyat, fırsatçılığı..
***
Hal bu iken.. Kaldı ki, komşusu aç iken, tok yatan bizden değil inancına iman etmiş biri olarak.. Janjanlı, cafcaflı, enva-i çeşidi sunan yemeklerin bolluğu içerisinde iftar yapmak ne kadar doğur olur?..Ya da, ne kadar insani, ahlaki ve vicdani olabilir ki.!.. Arayan, eş, dost akraba!.. Ve tabi ki, kamu ile STK temsilcileri.? Kurum müdürleri.. Davetlerine verdiğim öneri mahiyetli yanıtım var.. O da şu..
***
Beş yıldızlı iftara harcanacak parayla yapılacak öylesine, hayır ve hasenat alınacak o kadar, dua var ki!.. Denir ya seç beğen, al misali alan geniş.. Depremzedeye aş, libas ve konut ol ki, yarın dara düştüğünde, sana koşanın olsun!.. Sokaktakine libas ol ki, düşmeye göresin.. Yetimi, yoksulu, ihtiyaç sahibini gözet, yardım elini uzat, onu mutlu et ki, sen de huzurlu ve mutlu yaşayabilesin!.. Okuyan öğrenciye burs ol ki, yarınların cehaletle boğuşmasın!..
***
Ha bir de, oruç tutmayıp iftara katılım gösteren, ya da davet edilenler var?.. Sofradaki hal ve hareketleri, umursamaz şekilde, atıştırıp, ciğara tüttürmeleri.. Daha da handikabı olan da, yaşam biçimi hiç bir şekilde İslami olmayan, enva-i ahlaki iş ve işlemde bulunanların kendilerini hayır sever, suret-i haktan gösterenler var ki, aman Allahım.. Evet benim gerekçelerim bunlar!.. Bilmem katılır mısınız?
***
GÜNÜN SÖZÜ..
Her şeyi bilmene gerek yok haddini bil yeter.
Failed to load the video