DEMOKRASİYİ GÜÇLENDİRMEK
Eklenme: 12/8/2009 12:00:00 AM

"Görünen köy kılavuz istemez" misali; ülkenin ve milletin soluduğu hava, iyice fena bir şekilde bozdu! Ciddi manada 'etkilediği' gibi de tetikliyor. Ki görüntü de ifade ediyor solunan bu havanın giderek bozacağını. Nitekim bu eksende teyit edici emareler var! Bir hayli de çok denilecek düzeyde. Çünkü sokakların, ilçelerin, şehirlerin ve metropollerin şu anki 'ruh' halleri hepimizin malumudur. Şiddet, çatışma, kavga, tahribat! Kitlesel gösteriler ve beraberinde gelen sokak çatışmaları. Polis ve göstericilerin birbirlerine karşı saldırmaları. Korku, kaygı, endişe ve ürkütücü resimler veriyor. Ulu-orta sergilenmekte. Yani anlayacağınız 'kaos' ortamı her yerde kendisini hissettirmektedir.

***

Tüm bu olup-biten noktasında hazin olan odur ki 'ateşi' fitilleyen siyasilerin düşman kesici politik duruşlar sergilemesidir. Allah rızası için 'siyasiler', hangi fraksiyon ve temsiliyet olursa olsun kimse samimiyet çizgisinde bulunmuyor. Bilakis 'körükleme' noktasında tavır ve söylemler sergiliyor. Siyasal iktidarın kurmaylarından tutun da, MHP'ye, CHP'ye kadar. Hatta DTP bile! Ateşe 'körükle' gitmekte. Bu yetmezmiş gibi; devlet kurumlarının 'dokunulmaz' denilenleri ciddi manada 'hukuksal' ikilem içerisinde bulunuyor. Ki onların bulundukları 'süreç' kaostan da öteye gitmektedir. Demem o ki; 'barışık' bir ortam nedense 'istenilmiyor'! Çok ciddi ve vahim denilecek bir performansla 'kutuplaşma' kavgasına sürükleniyoruz. Ve giderek de ateş körüklenmektedir.

***

Oluşan 'vahim' kutuplaşmanın yarattığı 'iç çatışma' aslında farklı konseptler içeriyorsa da; 'özü' itibariyle tek hadisede kurgulu. Anlayacağınız bu olup-biten ve bizleri de kaosa sürükleyen etkenler; Türkiye'nin 'iç ve dış' etkenlerin etkisiyle 'kötü' yönetiliyor olması. PKKnın silahlı faaliyetleri, Abdullah Öcalan 'üzerinden' dile getirilen talep ve istekler. Öcalan'ın İmralı cezaevindeki hücresinin küçülmesi. DTP'nin kendisine özgü 'infaz' olarak gördüğü Anayasa Mahkemesindeki 'kapatma' davasının bugün esastan görüşülmesi. Devletin kirli bağırsaklarında büyüyen Ergenekon Terör Örgütü yapılanmasının, 'deşifre' edilmesindeki süreç. Darbeci ve darbe hazırlayıcı 'apoletlerin' artık dokunulmazlık 'zırhlarının' delinerek, 'darbe üzerine yemin' ettiniz diye sorgulanmaları. Şırnak'ta, Diyarbakır'da, Batman ve Mardin'de işlenen onlarca faili meçhul cinayet ve karanlık organizasyonun mimarı Albay Temizöz'ün 'derdest' oluşu.

***

Kitlesel eylemde 'kör kurşuna' hedef tutulan Üniversite öğrencisi Aydın Erdem'in katledilmesi. Dahası; İşsizliğin, yoksulluğun 'krizlerle' kat be kat artması. İnsanların 100 TL için; Banka önlerinde birbirini ezmesi. Fuhuşun, Uyuşturucunun, sosyal yaşamdaki 'dengesizlik'! Ve daha sıralayabileceğimiz, onlarca hatta yüzlerce 'olup-biten' hadisenin 'nedenler' başlangıcı. Hepsi! Ama hepsi ve daha sayamadıklarım. Özü itibariyle bugünkü yaşanılan atmosferin 'birer' halkasıdır. Yani olumlu-olumsuz anlamında 'müsebbip' hadiselerin 'ta' kendileridir. Onun için sokakları geçilmez kılan 'etkenlerin' membası aynıdır. O sudan 'tüketilendir'!

***

Şiddeti, kavgayı, terörü, kan ve gözyaşını 'insanların' yüreğine, ülkenin dinamiklerine 'kor' gibi düşüren etkenler aslında 'birdir'! Tokat'ta 7 Askerin pusu sonucu şehit edilmesi, 3 askerin de yaralanması da 'aynı' kirli sudan gelmektedir. Sonuç derseniz; hepsinin pozitif ve negatif anlamda tartışılacağı ve çözüm getirileceği zemin 'Demokrasidir'! Dikkat ediniz; az önce satır başlarıyla izah ettiğim hadiselerin 'oluşlarında' ya Demokrasi işlem görmüştür, ya da demokrasi devre dışı bırakılmıştır. Nitekim bugün toplumda ve devlet kurumlarındaki 'ciddi' hizipleşme ve ötekileşmeye dayalı 'kutuplaşma' bu çizgidedir. Demokrasi taraftarları, demokrasi karşıtları. Özetlersek 'ötekisi-benimkisi' misali. Ya da, benden misin, değil misin?

***

İşte asıl kırılgan noktamız da bu! Sürecin ve yaşam atmosferinin 'omuriliğini' oluşturuyor. Malum! Demokrasi 'özgürlüktür, eşitliktir, hukuk ve adaletin tarafsız ve bağımsızlığıdır'. Kısacası 'halkın' kendi kendini yönetmesindeki 'söz sahipliğidir'! O zaman bizim 'sahip' çıkmamız lazım. Şöyle bir duygudaşlık yapalım. Türkiye'de 'demokrasinin' sekteye uğratılması için; tarih sayfalarında 'neler oldu, neler yazıldı?'! 12 Eylül'den mi, Mart'tan mı 'bahsedelim', yoksa 28 Şubat'tan mı? Ya da darbe günlüklerinden mi? İsterseniz; şöyle haklı-haksız, karlı-zararlı, çözümlü-çözümsüz noktasında kurgu geliştirelim. Ve ilk adım da; Güneydoğu olsun!

***

30 yıldan buyana 'yaşanılan' bir çatışma ortamı var! 40 binden fazla insanın ölümü, bir o kadar kişinin de sakat ve mağdur olması. 200 milyar dolar gibi; bir kaç Türkiye'yi inşa edebilecek 'servetin' harcanması. Yüz binlerce 'insanın' evinden yurdundan edilmesi. Yakılan-yıkılan köyler! Ve ne hazindir ki bu olup-bitenler 'Devletin' içerisine çöreklenmiş kirli zihniyetlerin faaliyetleriyle daha açık bir görüntü almıştı. Devlet mekanizması ciddi manada kirlenmişti. Devletin verdiği yetki, üniforma ve makamla 'suç' işleniyordu. Faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, asit kuyularına insanların diri diri atılması ve binlerce kayıp insan. Sorgusuz-sualsiz, domuz bağıyla bağlanıp; 'evlerin' içerisinde betona gömülmesi.

***

Hizbullah-PKK çatışmalarının organize edilmesi, uyuşturucu, insan kaçakçılığı, devlet ihalelerinin peşkeş çekilmesi. Kendileriyle barışık olmayan 'işadamlarına' komplo teorileri üretip, fişleme, gözaltı ve yasaklama, işkencede bulunmak. Bölge insanını 'potansiyel' suçlu gösterip, varlıklarını inkâr etmek. 'Kart-kurt' diye tanımlar getirmek. 'Ya sev, ya terk et'! Ya Siyasal İktidarlara 'karşı' üretilen senaryolar! Toplumda 'kaos' yaratıp, iktidarın siyasal gücünü zayıflatmak. Gece yarılarında 'muhtıralar' düzenlemek! Hükümetlerin 'el değiştirmesinde' bile rol almak. Başbakan tayin etmek! Başbakan-Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı 'arasında', kırmızı anayasa fırlatma kavgasında 'ülke' devalüasyon geçirmesi. Bunları yaşamadık mı, yaşatılmadı mı, halen kısmen de olsa yaşamıyor muyuz?

***

Yaşıyoruz! Hem de ülke ve millet olarak iliklerimize kadar hissederek yaşadık. Peki, şimdi öyle mi? Hayır! Bugün devletin bir kısım ciddi manada kirli ve kan kokan bağırsakları temizleniyor. Temizlenmeye gayret gösteriliyor. Yani gerçek devlet olabilmenin uğraşı veriliyor? Her ne kadar belli noktalarda durum sekteye uğruyorsa da; 'iyi adımlar' atılıyor. Türkiye'de karamsarlık arz eden vahim ve ürkütücü gelişmeler söz konusu ise de; 'önemli' gelişmeler kaydediliyor. Siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel 'noktada' ilerleme var? Demokrasinin 'güçlenmesi' yönünde hamleler söz konusu. Kürtlerin 'tanınması, haklarının verilmesi' için de; iradeler eskisi gibi 'inkârcı' değil. Evet! Demokrasi, hukuktur, nizamdır, özgürlüktür, birlik ve bütünlük, sevgi ve kardeşliktir. Her şeyden önce 'eşitliktir'!

***

Onun için sahip çıkılmalıdır! Özellikle de; dün de önceki gün de altını çizerek ifade ettim. Burada; 'DTP' özgüven geliştirmeli. Değil eliyle; gövdesiyle 'duruma' ve demokrasiye güç kazandırmalıdır. Çünkü bilmelidir ki kendisine ve demokrasiye karşı 'halen' güçler vardır. Devletin ve milletin 'demokrasiyi' solumasına karşı çıkma noktasında devletin içinde ciddi mücadele veren güçler göz ardı edilmemelidir. Bilinmelidir ki; 'devlet' mekanizmasına yılların otoritesizliği ve kirli düşüncelerin üretimiyle sinen 'zihniyetin' temizlenmesi kolay değil. Ha deyince de olmuyor. Demem o ki 'demokrasi' kavgasında önemli bir kitleye temsilcilik eden DTP 'iyi işlerin' icrasında destekleyici ve taraftarı olmalıdır. Ve demokrasinin 'önünü' tıkamaya çalışanlara karşı tavır sergilemelidir!

***

Bence; DTP Emine Ayna'nın 'Açılım bitti, ya da taban istifa edip dağa çıkmamızı istiyor' söyleminden çok. Parti Genel Başkanı Ahmet Türk'ün "ülkede barışa, ortak akla, diyaloga ihtiyaç duyuyoruz". Ve son olarak; DTP'nin 'kapatılması', ülke ve millet açısından ciddi manada bir 'demokrasi' kaybı olacak. Oluşacak 'etkileri' düşünmek bile istemediğim gibi; kapatılması ülkeye kötülük olur. Böyle bir kötülük ülkeye reva görülse bile; DTP ve DTP'ye gönül verenler 'demokrasinin' hayatında sağduyuyla karşılamalı. Bilinmelidir ki 'budanmış' ağaç daha bir gür çıkar. Hadise de bir ilk değil, derler ya 'feleğin' çemberinden bu kaçıncı geçiş. Özellikle 'kitlesel' eylemler noktasında DTP ciddi manada 'sağduyu' misyonu üstlenmeli. Yeni oyunların 'üretilmesi' noktasında 'yem' olmamalı, sabırlı olmak ve durumlara siyaset üstü bir pencereden bakması lazım. Gün, itidal günüdür. Akıl günüdür. Tüm olumsuz duygularımızı kontrol etme günüdür.

***

Ve içimiz cız etmeli! Lice'de faili karanlıkta bırakılan Ceylan için. Kızıltepe'de kurşunlara hedef olan Uğur için. Diyarbakır'ın göbeğinde 'sırtından' vurulan Üniversite öğrencisi Erdem için. Atılan molotofla yanan Serap için. Tokat'ta şehit edilen Muşlu, Giresunlu, Ankaralı 7 asker için. Çünkü 'ateş düştüğü' yeri yakıyorsa da. Bugüne kadar bölgemizde ölen ve sayısının 40 bini aştığı ifade edilenlerin 'acıları' için. Bu kavga bitmeli, bu şiddet sona ermeli, bu 'hizipleşme ötekileştirme' gayretleri boşa çıkarılmalı. Kurtuluş ve özgürlük, eşitlik ve bağımsızlık, hür düşünce ve kimlik varlığı 'Demokrasinin' güçlenmesindedir.

***

Özetlersek! Herkes ama her siyasal düşünce şu tezi artık aleni bir şekilde durduğu yeri açıkça söylemeli.  Demokrasiden, hukuktan, özgürlükten, insan haklarından, eşitlikten, bağımsız hür iradeden yanayım; demeli. Irkı, dili, dini, mezhebi 'ne ise', tek düşünce ve tek felsefi bakış olan 'İnsan' diye görülmesinden yanayım demeli. Ki; ne kendi içinde, ne kendi karşısında, ne de ülkenin yarınları içerisinde 'faşizan' düşüncelerle muhatap olmasın. Bizim birbirimize çok ama çok ihtiyacımız var.