DEPREMLE YAŞAMAYA ALIŞMAK?
Eklenme: 3/9/2010 12:00:00 AM

Bilirsiniz; Acılar duyguları tar-u mar eder Düşüncelere de duvar örer. Öyle ki; hal-i durum çıkmaz sokak misali çıkılmaz olur. İşte bu tablo ne yazık ki 'çaresizliğin' resmidir. Ülke ve millet olarak şuan için böylesi bir havayı soluyoruz. Geçmişten ders-i ibret almadan. Dün sabah ezanıyla uyandık; Merkez üssü Elazığ'ın Kovancılar ilçesi olan. 6.0 şiddetindeki depremin yarattığı sarsıntıyla. Bilânço; büyük çoğunluğu çocuk 51 ölü. 74 te yaralı. Onlarca ev ve ahır yerle bir. Evet! Tabiatın şehitlerine Allah'tan rahmet. Yaralılara acil şifalar. Geride kalanlara da başsağlığı. Aslında hepimizin başı sağ olsun. Hepimize de geçmiş olsun.

* * *

Derler ki; Korkunun ecele faydası yok diye! Bilemiyorum; 'depreme' ecel demek mümkün mü? Çünkü biliyoruz ki; 'sabahın' ezanında yerle bir olan yörenin 'birinci' derecede deprem hattında yer aldığını. Ve görüyoruz ki; 'yapıların' yıkılmaması gereken bir sarsıntıda 'beton-kerpiç' evler kâğıt misali. Her ne kadar; 'ölümler' köylerde vuku bulmuşsa da 'sorumsuzluk ve ihmal' büyüktür. Yani; 'ecel'den çok intihar ve cinayettir. Önce de, dün de 'Deprem'le alakalı onlarca bilim adamını dinledik. Bölgeyle 'alakalı' durumun ne kadar 'vahamet' içerdiğini. Önümüzdeki zaman dilimi içerisinde; daha büyük 'hadiselere' gebe olduğunu.

* * *

Demem o ki; Güneydoğu ve Doğu Anadolu. Yani Türkiye bir bütün olarak 'depreme' yabancı değil. Hatırlayın; Lice'yi, Bingöl'ü, Erzincan'ı, Muş'u, Hakkâriyi, Kocaeli'yi Dinar'ı. Mevcut tükettiğimiz asrın içerisinde meydana gelen depremleri; Ki bu süre zarfında toplam 26 büyük deprem yaşandı. En büyüğü de 26 Aralık 1939'da Erzincan'da yaşandı. O gün; 31 bin civarında insan şehit düştü. Ve hafızalardan silinmeyen 'üzerinde' ders-i ibret hikmeti kılınan; 17 Ağustos 1999'daki Kocaeli. Yani 'körfezdeki' deprem faciası. Bilânço o günün rakamıyla 17 bin ölü.

* * *

Anlamamız gereken; tartışılmaz bir gerçek 'Depremle yaşamaya' alışmak. Coğrafik olarak; üç ayrı kuşak içerisinde 'deprem' fayları üzerinde bulunuyoruz. Nitekim bilim adamları 'avazları' çıktığı kadar bağırıyorlar. Türkiye bir bütün olarak; 'Birinci derecede' deprem bölgesi. Ki son Kovancılar depremi için 'tehlikenin' geleceğini de haber veriyorlar; 'Fay kırımı'. Yani 'yeni depremler' ve yeni ölümler, yıkımlar kaçınılmaz. Öyle ise; Depremle yaşamaya alışmalıyız. İyi de; nasıl?

* * *

İşte her ciddi ve büyük mevzularımızda olduğu gibi; deprem felaketinde de bu noktada tıkanıyoruz. Nasıl; 'Depremle' bir bütün olarak yaşayacağız? Şuan için; 'mümkün' demek mümkün değil. İmkansızın da ötesinde. Çünkü bu vahim hadiseyle alakalı icra ettiğimiz 'tedbir' amaçlı hiçbir şey yok. Olmadığı gibi; soruna yeni 'ivmeler' ekleniyor. Şöyle ki; Her deprem sonrası 'etkili-yetkili' zevat söylenir. Tedbirler alınacak, projeler üretilecek. Artık felaketlere 'kurban' vermeyeceğiz. Bu bir ders-i ibrettir. Ama bir süre sonra 'uyuklama' başlıyor.

* * *

17 Ağustos depremi sonrasındaki; hikmetlerin hangisi icra edildi. Hani; zorunlu deprem sigortası. Hani binaların güçlendirilecek çalışmaları. Hani imar ve kentteki betonlaşmanın kontrolleri. Hani dere kenarlarında, dağ yamaçlarında 'evler' yapılmayacaktı? Hani devlet baba 'babalığını' gösterip; evsizlere, aşsızlara sahip çıkacaktı? Velhasıl; hepsi sözde ve tarih sayfalarına dönen gazete sütunlarında. İcra yok! Yani; 'eski tas, eski hamam' misali. Dün ne idiyse, bugün de öyle. Ta ki; bir 'acı' durum daha yaşanana kadar. İşte bizim de 'Depremle yaşama' alışkanlığımız bu.

* * *

Düşünüyorum; Millet olarak 'insan-i' yardımlaşmayı, Dar günde 'yardıma' koşmayı, Vicdani duygularımızla 'kardeşliği' yaşatmayı, Eğer diğer hadiseler gibi devlet baba anlayışıyla vuku bulsaydık; vay halimize. İnanın öyle bir ruh haline sahip olurduk ki, 'değil' yardım etmeyi. Ölenin cesedini 'sokaktan' kaldırmazdık. Ki yavaş yavaş da bu 'ruh' haline doğru yol almıyor değiliz de.

* * *

Haydi! Kovancılar acısı 'son' bir ders-i ibret olsun. Depremle 'yaşamada' önlemlere sahip olalım. İşte Japonya, işte Çin, işte Şili. Ve diğer deprem kuşağı içerisinde olan ülkeler. Bakın; ahali nasıl depremle yaşamaya alışmış. Değil 6,0 şiddetinde depreme 'ölü' vermeyi 7 hatta 8 şiddetindeki 'depreme' yıkım vermiyor. "Öldüren kul öldürüyor" demek yerine! "Öldürmeyen Allah öldürmüyor" deyip kendini kandıran zihinler 'uyanmalı'. "Felaket olasılığı"ndan korkmak ve ona göre önlem almak; 'hayatı' sahiplenmektir. İşte "felaketten korkmayan" zihinlerde deprem yaratılmalı. Ki; ülkede ve millette 'can bilinci' yerleşebilsin.

* * *

Umut ediyorum ki; Bu acılar ve paylaşılan korkular! Kaybettiklerimizin değerini bir kez daha unutturmaz. Ve hayatlarımızı, geleceğimizi, değerlerimizi 'koruma ve kollama' noktasında aklımızı teşvik eder. Aksi takdirde; 17 Ağustos gibi, Kovancıların 8 Mart'ını da unuturuz. Ta ki; kafamıza yeni bir 'depremin' felaketi düşene kadar. Dikkat diyorum; 'ölümle-yaşam' arasındaki mesafe 'salisenin de' ötesinde çok yakın.