Günün; yoğun trafiği artık sakinleşme göstermişti. Gelen-giden de pek meşgul edici noktada olmayınca bilgisayarın başına geçtim. Bugün için sizlerle yapacağımız hasb-i halle alakalı. Genellikle günlük yazımı, "gecenin" bi vaktinde kaleme alırım. Ama dün öyle olmadı. Biraz daha, erken bir zaman dilimi içerisinde, vücuda geldi. Tabi, yazı konusu ne olacak noktasında, henüz bir karar vermişliğim yoktu. Her ne kadar! Gün içerisinde olup-biten bazı mevzuları gazeteye haber noktasında harmanlama not almıştım. Şu konu gün için; hassas ve gündemin "flaş" mevzusu, deyip öne çıkması gerekir diye. Beyin harddiskim de, bu işlem seyr-ü sefer yaparken, kendi kendime şöyle dedim. Baksana! Diyarbakır eksenli mevzular ne kadar çok? Bu kadar, bol mönüden okurları mahrum etmek, salt bir konuya odaklanmak haksızlık olmaz mı? Dünden notlar deyip; her konuda "yarım porsiyon" misali, konu başlığı edersen, daha zenginlik olmaz mı? Sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel. Velhasıl; her mevzu "gün" için sirkülasyon icra etmiş. Ve karar verdim, bu fikir fena değil diyerek?
* * *
VE KCK DAVASI!
Son duruşması geçtiğimiz yıl 11 Kasım'da yapılan KCK duruşması bugün. Malum; Suçlama PKK'nın Şehir yapılanması... 7 bin 578 sayfalık bir iddianame. 26'sı kadın, 104'ü tutuklu toplam 152 sanıklı bir dava. Evet, Davanın seyri bildiğiniz gibi; "Kürtçe savunma" noktasında hayli tartışma yaşandı. Ki halen de; "mevzuu" öncü. Ülkenin, siyasi süreci açısından dava her ne kadar bazı kesimler tarafından sıradan bir mesele olarak görülse de. Gerçek şu ki; Ülkenin gelecek zamanıyla alakalı; "yol haritasında" hatırı sayılır, mevzu olacak. Onun için hep şu tezi öne sürmüşümdür. Demokratik açılım. Kürt sorununun çözümü. Ve ülkenin, AB koşusundaki "salih-i selameti" açısından, dava hassas. Karşılıklı; Siyasi "çekişme" ve alt etme gibi bir fikir icrası, doğru tercih olmaz! O zaman! Ortak bir akılla, hareket etmek gerekir.
* * *
Bakalım; Bugün iki ay gibi üzerinde süre geçen duruşmada nasıl bir hava esecek? Davanın sanığı konumundaki kişiler; "Anadilde" savunmada yine ısrarcı olacaklar mı? Ve Mahkeme Heyeti; Kürtçeyi "bilinmeyen" bir dil diyerek, "yargılama" hakkına geçit vermeyecek mi? Doğrusu! İki cepheden de böylesi bir tavır takınılmaması anlamında; beklentim biraz zayıf. Çünkü DTK Başkanı Ahmet Türk'ün, KCK'lıları Cezaevinde ziyaret ettikten 'bir hukuk devletinde insanların kendilerini anadiliyle ifade etmesinin artık bir hak olduğu'' ifadesi, dikkat çekici. Ancak, BDP ve DTK'nın organizasyonuyla bugün bir de; İstasyon Meydanında miting var. Orda da, konuşulacak, davayla ilgili fikirler belirtilecek. Ancak şu bir gerçektir ki; Çağdaş ve demokratik, özgür ülkelerde insanların dillerine ve kültürlerine saygı gösterildiği gibi, Anayasal güvence altındadır. Ama ne var ki; ülkemiz çağdaş ve demokratik olabilme noktasında "henüz" rüştünü sağlamış değil. Tabi bir önemli nokta da; kent ahalisi ve tabi ki BDP, DTK ve Emniyet Teşkilatı açısından şunu ifade etmek istiyorum. Olası, Provokasyonlara "gelinmemeli" ve uyanık olunmalı... Lakin Pusuda bekleyen çok dumanlı havayla iştah kabartan kurtlar var. Aman ha.
* * *
TAHLİYECİLER FİRARDA MI?
Öyle ya; CMK'nın 102 ve 252 maddelerindeki "tutukluluk süresiyle" gelişen; hayli tahliyeler oldu. Ülkenin; geçmiş tarihinde "en baba" hadisenin zanlıları olarak derdest edilenler tahliye edildi. Ki, kamuoyunda en çok "yargı ve hukuk" polemiği edilen; Hizbullah'ın öncü isimleri idi. İşte şimdi! Onlarla alakalı "imza" imtinasıyla bu infial üreten tahliyeler yeni bir boyut kazandı. Tabi en çok beyin meşguliyeti yapan bu kişilerin bir haftadan buyana "kontrollü" imzaya gelmeyişleri. En büyük iddia "bu kişilerin" bir başka ülkeye kaçtığı yönde. Bilemiyorum; Belki de iddia doğru. O zaman da; "Atı alan üsküdarı geçmiş" oldu. Şahsen; tahliyeleri ve tabi ki "tutukluluk" süreleri noktasındaki fikrimi bir kaç yazımda ifade ettim. Hatta Anayasanın eşitlik "ilkesine" aykırılık teşkil ettiğini ve bu yönde; Anayasa Mahkemesine dava konusu olabileceğini söylemiştim. Nitekim! İstanbul başta olmak üzere birçok yerel mahkeme "bu savımızın" paralelinde hareket ederek, tahliye reddi veriyor. Tüm bu; hukuki nizamın kötü icrasını bir tarafa bırakmak istiyorum. Çünkü; Bölgemizde hayli bir endişe verici durum var. O da; 1993'le başlayıp 2002'ye kadar süren. O faili meçhul cinayetlerin kol gezdiği dönem gibi. Yeni bir süreç mi başlatılmak isteniliyor; korkusu. Takdir edersiniz ki; 2011 seçimlerini sabote etmek. AK Parti'yi, salt çoğunlukta iktidara getirmemek. En önemlisi; Sivil Anayasayı çıkarabilme Meclis aritmetiğine sahip olmama noktasında; "pusuda" bekleyen kurtlar var. İşte; herkeste ki aynı kuşkuyu da ben taşıyorum. Bu "şer odaklı" Kurtlar bu atmosferi hayata geçirip, ülkenin sahil-i selametini baltalamak isteyecekler. Buna uyanık olmamız gerekir. Yoksa; Ne Bayramdır, Ne seyrandır bu vakit "eniştem beni niye öptü" misali.
* * *
17 YIL SONRA!
Beddua mı etmek lazım, yoksa duamı etmek lazım. Bilemiyorum. Ama bildiğim, Nazar değmesin demek gerekir. Çünkü; 17 yıl sonra nihayet Diyarbakır ahalisi Dicle Üniversitesi Kardiyoloji Hastanesine kavuşuyor. Maşallah. Dile kolay, temeli 1994 yılında atıldı. Ve 2011'in, Ağustos ayında hizmete girecek. Dün trajikomik yapıyla alakalı ajanstan haber önüme gelince kendi kendime şöyle dedim. Ülkemiz. Ve tabi ki Bölgemiz kendini sahil-i selamete ulaştıramıyorsa, bunun başlıca nedeni "böylesi zihniyetlerin" bıraktığı Abideler yüzündendir. Düşünebiliyor musunuz; Bu hastanenin yapılış zamanı içerisinde; "Kaç Rektör" gelip geçti. Kaç yönetim değişti. Ve kaç kez ikmal ihalesi yapıldı. Neyse ki! Hizmeti "hakka hak" bilen bir yönetim görevi üstlendi de iki yıl içerisinde; Tüm imkânları seferber edip, "bu rezalet" yapıyı ömür çürümüşlüğünden kurtardı. Hastane Başhekimi Sevgili Prof. Dr. Sait Alan'ın dediği gibi. "Hastane kaynaklarının etkin kullanılmaması sonucu maalesef 17 yıldır bitirilmemiş..." Evet, sanmıyorum ki kimse çıkıp, "el insaf" deyip bu ayıplı duruma gerekçe gösterebilsin. Neyse. Nihayet deyip, artık Diyarbakır'ın, dahası Güneydoğu'nun "kalbini" sağlık açısından tekletmeyecek "Kalp Hastanesi" var. İnşallah, Açılışını da Burda "maşallah" deyip, üzerine fikir analizi edeceğiz.
* * *
ŞEHMUS DİKEN!
Sanmıyorum ki; Tanımayanınız olsun sevgili Şehmus Diken'i. O, "Sırrını surlarına fısıldayan Şehir; Diyarbakır" kitabının yazarı. Kitabının kapağında şöyle bir ifade var; Sanmayın ki dili yok. Elbette var. Taşlarının diliyle konuşur. Sırlarını surlarına fısıldayan Memleket". Salt bu kitapla kalmış değil Sevgili dost. Ama bu kitabı şimdi "Uluslararası" bir unvana sahip. Çünkü, kitap onuncu yılında "Fransızcaya" çevrildi. Editions Turquoise Yayın evi tarafından, Ariane Bonzon ve Mehmet Uzun'un önsözleri ile François Skvor'un çevirisiyle. Kitap; Artık Fransa'nın tüm kitap evlerinde. "Diyarbakır, La ville pui mermure en ses murs" ismiyle. Dün bu sevindirici gelişmenin paylaşımı vardı. Diyarbakır Tanıtma, Kültür ve Yardımlaşma Vakfı'nın ev sahipliğinde; Erdebil köşkünde bir araya geldik, Sevgili Diken'i kutlamak için. Evet, Buradan bir kez daha sevgili dostu tebrik ediyorum. Tabi ki; yeni kültürel yapıtları da bekliyoruz. Sanırım; Bir kültürü vücuda getirdikten sonra "onun sahiplenilmesi" ve yer küresinde değer bulması; en büyük değer ölçüsü olsa gerek. Bunu; bizim dost aştı galiba.
* * *
BENİM İKİ GÖZÜMSEN!
Öyle ya; Diyarbakır'ın kültürel hazinesinden söz ederken Abdulkadir Nur Gördük'ten söz etmemek olur mu? O da; Beğeniyle okunup, kitaplığa yer verilebilecek bir yapıtı "Benim iki gözümsen" isimli kitapla, vücuda getirmiş. Sağolsun, Önceki gün imzalayıp, göndermiş. Hele; Remzi İnanç'ın "Diyarbakır'ın sevdalısı olmak" arka kapak yazısı var ya. Bu coğrafyanın; Velisinde de, delisinde de, "yükselen" ses hep "Benim iki gözümsen" olmuştur. Boşuna denilmiyor ki; Diyarbakır'ın sevdasını yaşamak için; "onu" tüm kalbi derinliklerine kadar solumak lazım. İşte, Gördük'te şiir kitabında böyle solmuş Diyarbakır'ı.