Şöyle bir ifade kullanılır.
Yaşanan-yaşatılan ve yaşana gelen "olumsuz" hadiseler karşısında!
Denilir ki; "Eğitim şart" diye!
Doğru bir tespit. Peki, ülkemizde, "eğitim" ne lemde?
Ya da, "eğitimcimiz" nasıl bir yapı içerisinde?
Hiç sorguladık mı? Ya da "öz eleştirisel" bakış ortaya koyduk mu?
Sanmıyorum!
***
Eğer ki ortaya koymuş olsaydık!
Eğitimi ve Müfredatını "yazboz" tahtasına döndürmezdik!
İdeolojik bakış.
Benden olsun diye bakılmazdı.
Öğretmen'e Hazreti Ali'nin (r.a) ifadesiyle;
"Bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum" ilkesiyle, bakılırdı...
Ve öğretmen de, "bu ilkenin" kutsal misyonuyla hareket edip, öğrencisiyle bütünleşirdi
***
çağdaş. Özgürlükçü. Birleştiren.
Yenilikçi. Farklılıklar geliştiren!
Sosyal. Ekonomik.
Kültürel. Hatta siyasal "gelişmeleri" yakından takip ederdi.
Teknolojiyi "alaka" alanında tutardı.
***
Gelenekçi değil, yenilikçi olmayı "şiar" edinirdi.
Ve bunu öğrencileriyle paylaşıp, "peşinde" sürükleyen olurdu.
En önemlisi.
Öğrencisine "bilgi" verirken, yeni bilgilere "ulaşabilmenin" de güvenilir yollarını, aktarabilen eğitimci olurdu.
Önemli bir atasözü var.
Der ki; "Bir insana her gün bir balık vermektense, ona balık tutmayı öğretmen daha iyidir?"
***
Peki, bugün "toplum" kaotik bir çatışma içerisinde ise.
Cinayetler. Şiddet olgusu.
Hırsızlıklar, soygunlar, rüşvetler, suistimaller.
Ahlaki çöküntü.
Hele ki; Uyuşturucu kullanımının 11 yaşına düştüğü.
Fuhuşun arttığı.
İdeolojik ayrışmaların yükseldiği.
Aile bölünmüşlüğünün artığı.
Saygının ve sevginin "maddiyatla" ölçüldüğü.
***
Siyasi "mekanizmanın" enva-i desiseyle, ikmal edildiği.
Yasaların. Kanunların. Adaletin icrasında bile "keyfiyet" geliştiği.
Kişiye. Düşünceye. İnanç "yapısına" özgü, kararların verildiği.
Kısacası; "Orman" hukukunun öne çıktığı.
Değerlerin, geleneklerin, insanı yapının hızla erozyona uğradığı bir atmosferde yaşıyorsak.
Demek ki; "eğitim" eğitimsiz!
Onun için;
Toplumu, ülke nizamını dizayn eden; "eğitim" hayatı öneme sahiptir.
Eğitim düzeyi. Ve verilen eğitim müfredatı da
***
Tüm bunları niye anlattım!
Aldığım bir mektuptan dolayı.
O mektubu size olduğu gibi aktarabilmek için.
Mektup dedim.
Ama çağımız ve teknolojinin hikmeti, "mektubu" rafa kaldırdığı için gelen; "elektronik posta".
Ancak, biz yine de mektup diyelim.
çünkü içerik hele ki "mesleki ve eğitimdeki çarpıklığı" özeleştirisel olarak yer alması önem arz edici.
Duruma açık bir mektup "kimliğini" ikmale getiriyor.
***
Mektup bir eğitimci okurumdan geliyor.
Öncelikle, öğretmenlerimiz "mektuptaki" bazı eleştirileri.
Şahsi "eleştirim" olarak görmesin.
Bir meslektaşlarının "öz eleştirisi" olarak görmeli.
Bir de; MEB içerisindeki "nizamsız" işlevlerin, icra edilmesi.
***
Neyse. Mektup uzun.
Fazla da, söze gerek duymadan.
Zaten, ülkenin hakikat profilini yukarıda aktardık.
Bakalım, Eğitimcimiz, "yaşanan ve yaşatılan" aksaklıklarla alakalı neleri anlatıyor?
Hep birlikte okuyalım.
Tabi bir noktayı da ifade edeyim; mektubu olduğu gibi aktarıyorum.
Sansüre, uğratmadan.
***
EĞİTİMCİDEN MEKTUP!
Sayın Ömer Büyüktimur.
En derin saygı ve sevgilerimle sizi selamlıyorum.
Sizinle bir eğitimci olarak Milli Eğitimde gördüğüm bazı aksaklıkları ve problemleri paylaşmak istiyorum.
Öncelikle Dershanelerin tartışıldığı bugünlerde sorunun dershanelerden ziyade okullar olduğunu ifade etme gereği duyuyorum.
çünkü devlet okullarında öğretmenler işlerini düzgün bir şekilde yapsalar kanaatimce dershanelere pek gerek kalmaz.
Ayrıca dershaneler mevcut eğitim ve sınav sisteminin sonucunda ortaya çıkmıştır.
***
Maalesef azımsanmayacak sayıda öğretmen kadroyu aldıktan belli bir süre sonra doğru dürüst ders anlatmamakla birlikte öğrenciye örnek teşkil edecek davranışlardan çok uzak hareket etmektedir.
Hele ideolojik hareket edenler kendince aydın-yazar geçinip branşını ve etik değerleri öğrenciye empoze etmekten aciz olanlar
Aile yaşantısıyla bağdaşmayacak yaşam tarzı sürdürenler var ki pedagoji ilkelerinden çok uzak hareket etmektedirler.
Öğretmenlik insan yetiştirme sanatıdır.
Bunu icra etmek her babayiğidin harcı değildir.
***
Tabi ki sosyal anlamda bazı yetersizlikler olabilir ve uygun şekilde bu haklar aranabilir.
Ancak öğretmen asli vazifesini unutup maaşım yetersiz!
Yok, efendim imknlar kısıtlı diyerek veya farklı bahanelerle derse girmiyorsa, geç giriyorsa, ders anlatmıyorsa bunun hesabını da vermelidir.
çünkü aldığı maaş o dersine girdiği daha doğrusu yetiştirmekle mükellef olduğu her bir öğrencinin ailesinin vergileriyle ödenmektedir.
Zira bu durumda en büyük kul hakkını ihlal etmektedir.
Hatta bu öyle bir kul hakkı ki kimden geldiği bile değildir.
***
Hele yüzbinlerce öğretmenlik mezunu olup KPSS ile boğuşan öğretmen adayı kardeşlerimi görünce
Ve buna karşılık atanıp yıllardır bu mesleği yapan ancak iki koyunu bile emanet edemeyeceğiniz bazı öğretmenleri görünce bu duruma daha çok üzülmekteyim.
Diğer bir konu da Fen Liselerine öğretmen alımı dışında, il içi ve iller arası tayinlerde sadece hizmet puanına bakılmakta!
Bu hizmet puanı kriteri öğretmen başarısının yansımasında çok yetersiz kalmaktadır.
Şöyle ki bir öğretmen 2025 yıllık öğretmen ise merkezde en iyi okula gelmekte ve hiçbir şekilde oradan ayrılmamaktadır.
Ve o okulda uzun yıllar boyunca kaldığı için hem okul idaresi ile yüz göz olup istediği gibi ders programı yaptırmakta, derslere zamanında girmemekte, bununla birlikte çoğu zaman ders anlatmamaktadır.
Okullar çağın gereklerine göre donatılmaya çalışılırken bu tip öğretmenler tecrübe ile teknolojiyi yoğurup kaliteyi çok daha ileri götürmeleri gerekirken, her şeyi adeta asırlar öncesinde takip etmektedirler.
***
Üç beş yıllık başarıya aç öğretmenler ise en aktif oldukları dönemde ücra köşelerdeki okullarda harcanmakta, merkezi bir okula gelseler dahi her an norm fazlası olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır.
Bu yüzden tayinlerde hizmet puanına ek olarak kadrolu öğretmene sınav yapılmasının, hatta gerekirse her öğretmenin girdiği sınıflarda, çalıştığı okullardaki başarısının da değerlendirilmesi gerektiği görüşündeyim.
Ayrıca il içinde bile olsa belli periyotlarla öğretmenlere rotasyon yapılması bu problemin çözümünde faydalı olacaktır.
***
KPSS nin ise hiç ölçücü bir sınav olmadığını düşünmekteyim.
çünkü bir öğretmene matematik, tarih, fizik veya coğrafya öğretmenliği diploması veriliyorsa bu kişi bu mesleği yeterliliğe sahiptir demektir.
Bu insanın bir daha sınava tabi tutulması verilen üniversite eğitimine güvenmeme anlamına gelir ki bu durumda o bölümlerin kapatılması gerekir.
Aslında öğretmen alımında keşke karakter tahlili yapılabilseydi.
Ancak bu şimdilik objektiflikten uzak olacağı için zor görünüyor.
KPSS kaldırılarak mezun arkadaşlar mezuniyet yılına göre atansalar daha adil olacağı kanaatindeyim.
Hiç olmasa bu kardeşlerimiz ne zaman atanacaklarını bilirler ve ona göre plan yaparak hayatlarını kurarlar.
***
Başarı yükseltilmek isteniyorsa da kadrolu öğretmenlere üç beş yılda bir sınav ve yılda en az bir iki haftalık seminerlerin verilmesi daha uygun olacaktır.
Tabi bunları sayarken birçok öğretmen arkadaşımızın en kısıtlı imknlar ile müthiş başarılara imza attığını ve model olma anlamında mükemmele yakın çizgi çizdiğini de göz ardı etmemek lazım.
Son olarak il ve ilçe MEBlerin keyfi uygulamalarına değinmek istiyorum.
Zira bir iki örnek verecek olursak!
Norm kadro fazlası öğretmenlere zorunlu tercih yaptırılmakta.
Re'sen atama yapılacağı yönünde baskı yapılmakta ve re'sen atama yapılmayarak zorunlu olarak tercih yapan öğretmen istemediği yere gitmektedir.
***
Başka bir örnek ise yakın bir tarihte Diyarbakır'da isteğe bağlı yönetici atamalarında yaşanmıştır.
Milli eğitim sayfasındaki ibarede aynen şu madde geçmektedir.
''Başvuru tarihinden sonra adayların tercihlerinde herhangi bir değişiklik ve tercih iptali yapılmayacaktır. Yargı kararı dışında atamalar iptal edilmeyecektir.''
Buna rağmen bırakın tercihleri, atamalar yapıldıktan sonra iki üç kişi kendi atamalarını iptal etmişlerdir.
Eğer İl MEBler birilerini keyfine veya kafalarına göre atamayı iptal ediyorsa bu şu anlam gelir.
Herkes valilik olurundan sonra dilekçe ile tayinleri durdurabilir, inha listesini değiştirebilir.
Bu da ileriki atamalarda il içi ve iller arası tayinlerde emsal teşkil edeceğinden sıkıntılara sebep olacaktır.
Tabi bunlar bir iki örnek.
***
Eğitim- öğretim faaliyetlerini yürüten insanların en üst düzeyden başlayarak en alt kademeye kadar daha dikkatli olması objektif ve meslek ahlakı ile örtüşecek şekilde yaklaşması gelecek nesillerin kurtarılması adına en büyük güvence olacaktır.
Yukarıda belirttiğim problemlere ve çözüm önerilerine duyarlı yaklaşılması, bunlara farklı ve kalıcı çözümler eklenmesi halinde ülkemizin kanayan yaralarından biri olan Eğitim- Öğretim faaliyetlerinin çok daha ileri boyutlara taşınmasında önemli rol oynayacaktır.
Saygılarımla.
***
DİYARBAKIR'IN EĞİTİM BAŞARISI!
Evet. Sevgili okurumun mektubu düşündürücü.
Ne yapmalı?
Elbette ki mesajın "muhatapları" kendini çek etmeli.
Hele ki, Diyarbakırla alakalı bölüm, vahim!
çünkü hal-i hazırda Diyarbakır'da "eğitimdeki başarı" oranı ayıp düzeyinde.
***
Eğer ki.
Diyarbakır'da "dershaneler" furyası varsa.
Ve Sınavlar "eğitimdeki başarı" oranını gösteriyorsa.
O zaman neden Diyarbakır "sınavlarda" iller sıralamasında gerilerde.
81 il içerisinde; 60-70'inci sırada.
Yani gerilerdi. Demek ki eğitimde eğitimsizlik hayli düşündürücü boyutta.
***
Yoksa!
Toplum bu kadar "dejenere" olur muydu?
Sanmıyorum!
Diyarbakır Söz'ün bugünkü manşetindeki "sessiz kaderler" başlığı haberi hakikati ifade ediyor.
Aslında; Eğitim'de ne kadar "perişan ve acınacak" durumda olduğumuzu gösteriyor.
Tabiri caizse; çığlık çığlığa duyuruyor.
Eğitimsizlik ürkütücü!
***
BÜYÜKTİMUR'LA GÜNDEM!
Unutmayın.
Bu akşam;
Büyüktimur'la Gündem programım var.
Saat 23.00'te Uzay ve Söz tv'de.
Gündemin en sıcak konu başlıklarını tartışacağız.
Sizleri de, programa bekliyorum.
Telefonla, SMS, E-mail ve twitter'la ulaşabilirsiniz.