EMPATİ VE ÖZELEŞTİRİ ZAMANI!!!
Eklenme: 10/20/2014 12:00:00 AM

Öncelikle; yazıya "soruları ikmal" sorgusuyla başlayalım.

Ki yazıdaki, meramımız daha net bir anlaşılır olsun...

Sonra "mülahazasına" geçelim.

Evet, Altan Tan'ın verdiği beyanat ve peşi sıra "HDP de Tan çatlağı" yorumları.

Şimdi soralım kim tasvip edebilir ki; "Kobani Serhildan'ıyla" yaşanan çatışmalı ortamı?

Acılar üzerine acılar yaratmak, olur mu?

***

40 insan hayatını kaybetti.

Bazı ölümler; "IŞİD" vahşetinden öte yaşatıldı.

Yüzlerce kişi yaralandı.

Sokaklar savaş alanına döndü...

35 ilde; "yakılmayan-yıkılmayan" mekn kalmadı.

Maddi hasar; onlarca milyar lira, yani 45 katrilyon.

Bunun tasvip edilir yanı var mı?

Yok.

Kaybedilen canlar bizim, heba edilenler; milli servet, o da bizim.

***

Tüm bunların yansıra; bir de bu çatışmanın yarattığı; "iç savaş" kaosu!

Diyarbakır'da; PKK-Hizbullah "ateşi" körüklendi.

Batı illerinde de; Kürt-Türk kavgası yaratıldı.

çözüm süreci diyoruz!

30 yıl süren ve 60 bine yakın insanımızın kaybettiğimiz; "çatışma" son bulsun denilen bir evrede bu çatışma olur mu?

Sizce; "bu yakma-yıkma öldürmenin" haklı bir gerekçesi var mı?

Ya da, demokratik bir tepki denilebilinir mi?

Haklı bir taraf olmadığı gibi hiçte Demokratik değil.

Bilakis, ant-i demokratik, çağdışlıktır.

Hele ki, bin yıllık birlikteliğin "etle-tırnak" oluşturduğu bütünlük varken, bunların maruz görülmesi mümkün mü?

***

Şimdi geldiğimiz nokta, tabiri caizse; "sil baştan".

Eskiye dönüş.

çünkü herkeste bir kaygı ve korku, "hkim" oldu?

Yarın ne olacak?

Yeniden çatışmalar başlayacak mı "insanlar birbirini öldürecek mi?" diyor.

90'lı yıllar; "hortlayacak mı?"

Ve daha, nice ürküten kaygılar?

Nitekim bugün Diyarbakır'da halk saat 20.00 dedi mi eve çekiliyor.

Sokaktaki vatandaş; bu korku imparatorluğu içerisinde "kaygıya" düşmemesi mümkün mü?

***

İki yıllık bir barış süreci yaşadık.

Öcalan; 21 Mart Newroz'unda "Barışın meşalesini" yaktı.

Mevcut, hükümette gördü.

Uzlaşı zeminiyle, müzakere dönemi yaratıldı.

Şimdi; "çözümün" pratik adımlarının evresine geldik.

Bir tarafta; HDP-İmralı-Kandil.

Diğer yandan, AK Parti Hükümeti ve Devlet.

çünkü yol haritası artık bir "devlet politikası" kimliğini aldı.

Bu kadar yol seyri alınırken, "köprülerin yıkılmasına" niyetlenmek ne kadar samimiyet göstergesi olabilir?

***

Ha birde hadiseler üzerinden tüm Kürtleri suçlama gibi bir gafletin içerisinde bulunulması da bir gaflet.

Onları da, görmek lazım.

Köşe yazarları...

Gazete manşetleri.

Hele ki sosyal medyadaki "Vandalların" yaktığı kafatasçılık; ateşi kabul edilebilir değil?

Sormak istiyorum?

Siz olup-biten olaylardan; "Kürtleri" bir bütün olarak, nasıl sorumlu tutabilirsiniz?

Ya da "Vandallar" benzetmesinde bulunabilirsiniz?

Edemezsiniz. Kabul de edilemez.

***

Ne demişler bizim büyüklerimiz; "beş parmağın beşi bir mi?"

Yok.

Elbette ki her cenahta "çürükler" söz konusudur.

Hele ki; son yıllarda aşina olduğumuz "paralel" yapıların her cenahta üreme gösterdiği bir evrede yaşanırken.

Sapla-saman karıştırılmamalı.

Onun için ne kadar Kürt Vandallar varsa, bilinmelidir ki; bir o kadar da Türk Vandallar vardır.

Önemli olan bunların oyununa gelmemek.

çünkü geldiğimiz noktanın hakiki müsebbipleri "içimizdeki ve dışarıdaki" bu Vandallardır.

Yıllar yılı; Kürdü Kürte, Türkü Kürte, Kürdü Türke" kırdırmadılar mı?

İşte bu hakikat göz ardı edilebilinir mi?

Edilmemeli.

***

Tabi şöyle bir deyim de var; "her şer'de bir hayır var" diye.

Artık yaşananlara bir ders-i ibret, noktasında, bakmak gerekir.

Özellikle; "empati ve özeleştiri" mekanizmasını, işleterek.

Yoksa bugün unutulur yarın yeniden aynı oyun ve Vandallık sahnelenir?

Gelelim, Altan Tan'ın "parti noktasındaki" özeleştiri çıkışına.

Tan ne diyor?

Diyor ki;

"Biz sokağa çağrı yaparken özenli davranmalıydık. Öncesini ve sonrasını yeterince hesaplayamadık."

Bu cümleye ek olarak da; "Keşke Bahçeli gibi yapabilseydik." diyor.

***

"Olaylar çığırından çıktığı anda da, yapabileceklerimiz vardı" diyen Tan, neler yapılabilineceğini de, şöyle aktarıyor.

Milletvekillerimiz. Belediye Başkanlarımız.

Parti başkanlarımız sokaklara inip taşkınlığa engel olabilirdi.

Yağmalanan dükknın önünde durabilirdik.

Banmakatiğin önünde durabilirdik.

Belki birincisinde o kitle bizi de ezer geçerdi.

Ama ikincisinde dururdu.

Bunu yapmıyorsak bırakmalıyız bu işi."

***

Ve eylemlerin geldiği; anti demokratik haline de Tan şu tepkiyi koyuyor.

"Banka şubelerini yağmalayarak, kuyumcu yağmalayarak eylem mi olur?

Belediye otobüs yakarak nereye varabiliriz ki?"

***

Şimdi, Altan Tan bunları ifade ettiği için; "HDP de istenilmeyen" adam olarak ilan edildiği söyleniyor.

Ki Ayla Akat diyor ki;

"Kendi görüşüdür, parti görüşü değil?"

Ne yaman bir çelişki, siyaseti bu?

Anlamak güç.

Öncelikle, Altan Tan hakikati konuşmuştur ve "haklıdır."

HDP'nin hadiselerde "vebalinin" olmadığı söylenemez.

Pek tabi ki; "olayların baş müsebbibi. Tek sorumlusu, HDP'dir de, demek de doğru değildir.

Selahattin Demirtaş'ı da aynı, terazide görmemek lazım.

***

Ama suçlu ve müsebbipler derseniz; "hepimiz.

Şöyle ki; HDP'nin, Demirtaş'ın ne kadar "suçu varsa".

Bilinmelidir ki, hükümetin de, kurmaylarının beyanatı da, Kobani'ye yönelik, sergilenen politika da.

Muhalefet. Yaygın medya. Ve tabi ki; kaostan nemalanan "candallar."

Onun için; herkes "özeleştiride" bulunmalı.

***

Sonuç itibariyle bir "fırtına" geçirdik.

Hal-i hazırda; etkisi dindi.

Elbette ki oluşan öfke atmosferini; "Öcalan", yatıştırdı.

Ki bir kez daha; "rolü" göründü.

Ama velkin!

Öfkenin "sosyolojisi" sürecin "kronolojisi" ve ülke sathındaki süreç algısı; "halis" bir zihniyetle, analiz edilmezse!

Bilmemiz gerekin odur ki; çok daha büyük fırtınalar "Kürtler" üzerinde koparılacak?

***

Onun için; Altan Tan'a haksızlık etmememiz gerekir.

Hele ki, Partisi!

çünkü "her icraatın" güven tesisi "sorumluluktan" geçer.

Sorumluluk varsa; her şey yolundadır.

Sorumluluk yoksa her şey orman kanuna tabidir.

Sizce!