Boşuna söylenmiş bir söz değil; "Zaman bu. Su gibi akar gider." diye! Aynen de öyle! Zaman akar gider ve hiç bir şekilde arkasına bakmaz. Ancak "zamanı yaşayan ve tüketen" dönüp bakabilir. Ama o da görmek, hatırlamak ve hissetmek istiyorsa; bakar! Öyle ya; Dün, daha önceki gün ve bugün. Nerden, nereye? Akıp giden yıllar ve tükenen ömür. Bilirsiniz; Rahmetli Celal Güzelses'in "Yaş destanını". Orta yaşa dayanıp, devirme dönemine girmişseniz. Şöyle seslenir; "Kırk yaşında gazel dökülür bağlar, Kırk beşinde günahlarına ağlar, Ellisinde oğullara bel bağlar"' diye devam eder.
***
Evet! Gelmişsek, gelmişseniz o yıllara; "bi bakın" ardı sıraya akıp giden neydi, bugün değişen ne? Sizi bilmem. Ama inanıyorum ki; fikir aynı. Dönüp baktığımızda, görüp, hayal ettiklerimiz aynı. İsim ve mekânlar farklı olabilir, ancak "duyguların" inşası benzerdir. Biz. Yani çocukluk dönemimiz. Biz çocukken; "yaratıcı ve üretkendik" Daha bir "emek" sarf edici ve ter dökendik; "amaca" ulaşabilmek. İstenileni "yerine" getirmek için. Anneye, Babaya, Aile büyüklerine. Yani toplumun "çekirdek" kadrosu olma babında "aile" kutsiyetine önem büyüktü.
***
Saygı, sevgi ve alaka; tartışılmazdı! En lüks oyuncak; "tahta" yapılı topaçtı. Hele bir de; "naylon" top. Televizyon mu; "siyah-beyaz". Her evde bulunmazdı. Radyo mu, "çeyiz kutusu" mübarek. Gramofon; plak çalardı. Elektrik mi, "kıt-kanat", dayan "gaz lambasına". Odun sobası. Ardından; odanın ortasına küllü mangal. Bir taraftan; kestane-mısır. Ya baba, ya annenin; "çirokları". Masallar dizerdi, ard arda. Sanki "sinema" filmi gibi; "hayal âleminde" izlerdik; " çirokların" kahramanlarını örnek alarak. Ekmek fırından mı, ender alınırdı. Evde hamur yoğrulur, öyle fırına götürülüp, "ekmek" yapılıp, getirilirdi. Mis gibi bir koku sarardı; mahalleye. Yol boyunca, kırpanın haddi hesabı olmazdı. 100 metrelik yolda; bir ekmek "helal-ı hoş" olurdu.
***
Gülen yüzler. Saygı ve hürmette küsur etmeyen; hal. Paylaşım vardı? Hal-hatır sorma. Komşu mutfağında pişen yemeğin mutlaka, komşu hakkı vardı. Şehriye geceleri. Çift havuzlara, ya da Şeyh Mehemme düzlüğü. Kırklar dağı. Gazi köşkü. Veya evsel bahçeleri. Çumpur-cemaat mahalleli; "piknikte". Dolmalar. Yağlı ekmekler. Kısır. Kibebumbar. Kan-kırmızı karpuz. Evet! Tüm bunları 3035 yıl önce; yaşardık. Ailece, doyasıya bir şekilde. Her şeyin; "sadakati ve samimiyeti" vardı. Gelenek, görenek ve örfler.
***
Peki, şimdi böyle miyiz? O günlerle-bugünler arasında; değişen ne? Değişen çok şey var. Hayatı; Kolaylaştıran teknolojiye eyvallah! Bir nimet. Ancak ne var ki; Bu nimetin bir de "hikmet-i nimetsizliği" var. Ki o da; Hayatın "değer" ölçülerini vahim bir erozyonla tar-ü mar etmesidir. Gençler. Ya da çocuklar. Bugün; Teknolojinin "en baba" nimetiyle haşir-neşir. Bilgisayarın başında; Oyun mu, bilgi kaynağı mı, ders notu mu, kütüphane mi? Hepsi elinin altında. Bir tuş; milyon doküman. Televizyon mu? Nerdeyse her odada bir tane ve en "renkli ve donanımlısı". Plak mı, CD. İndir veya kaydet milyonlarca; "şarkı-türküyü". Soba mı, yerini kalorifer ve doğal gaz.
***
Velhasıl; Hayatın "içtihadına" ilişkin kolaylıklar baş döndürüyor. Ama ne var ki; Zaman su gibi akıp giderken; "hayatın" değerleri de aynı ölçüde yok olup gidiyor. Değil; Komşu hakkı, mahalle dostluğu, iş arkadaşlığı, baba yakını. Artık aile içindeki fertler bile; Saygıda, sevgide ve emek paylaşımında "asimile" olmuş vaziyette. Evlerin hal-i belli; Çocuk bilgisayarın başında. Baba televizyon karşısında. Anne; yatak odasında pembe dizi izliyor. Yemek mi, "ayaküstü" atıştır, buzdolabında ne varsa? Hatırlıyorum; Evimizde buzdolabı olmadığı dönemde "Bazal taşlı" evimizin kiler denilen bir bölümü vardı. Bodrum kat. Buz gibi keserdi. Yazın; Teneke teneke peynirler dizilir di; "kış erzakı" diye!
***
Şimdi; Tüm bunları niye anlattım diyecek olursanız? Hafta içerisiydeydi.. Çocukluk arkadaşım çay'a gelmişti. O bahsetti; hayatın ne kadar ciddi manada "asimile" olduğunu. Şöyle dedi; Eve gidiyorum. Ev ahalisi; odaları "parsellemiş" vaziyette dağınık. Çocuk bilgisayarın başında. Hanım pembe dizi; bağımlısı oturmuş ekran karşısına. Eee. Bize de; koltuğa uzanıp kestirmek düşüyor iş yorgunluğunu atmak için.
***
Ne diyelim? Bizim yaşadığımız "çocukluk döneminin" mi, değeri var? Yoksa bugün; "yetişkini" olduğumuz zamanın mı değeri var? Doğrusunu isterseniz! "Bizim yaşadığımız" dönemin; kıymeti, değeri, sevgisi, saygısı vardı. Bugün; Bilgisayarın, teknolojinin "hikmeti" olsa bile "hayat" koşusunda yokluk yaşanıyor. Sizce; Haksız mıyım? Güzel bir hafta sonu dileğiyle.