Hepimizin malumudur; Totaliter ve Baskıcı rejimlerin "yol" haritaları. Statükocu-gelenekçi kapalı yönetimlerin hayat nizamı! Tabi bir de "Askeri Darbelerin" hâkimiyet aldığı vesayete dayalı iktidarların ürettiği zihniyet. Velhasıl; Hepsinin ortak mayası ve stratejisi "topluma" rağmen, toplumu yönetmek ve hüküm edebilmektir. Ki bu rejimlerin önemli "ortak" özelliklerinden biri de tarihi açıdan geçmişe özgü ketumluğudur. Yani "bilinmezlik" içerisinde olmasını sağlamaktır. Bu rejimler için Paul Ricaou'nun altı çizili şu sözü ders-i hikmet içermektedir. Tabiri caizse altın harflere sahip bir söz dizesi. Paul'un yaşadığı "Neo-Nazi" zulmü bu sözü "beynine" nakşetmiştir. "Onlar toplumsal hafızanın daima düşmanıdırlar"
* * *
Çünkü bu zihniyetin sahibi olan iktidarlar; Toplumsal hafıza ve belleğin hiçbir zaman dolu olmasını istemezler. Bilakis "daima" silinmesinden yanadırlar. Dayatırlar "toplumun" balık aklına sahip olmasını. Özellikle; Kendi "vesayetlerine" dayalı tarihi sürecin neleri ihtiva ettiğine. Olup-bitenin bilinmesine, "elde done" bırakacak veriye teamülleri yoktur. Silinmesi. Kullanılmaması. Ve bilinmemesi için. Her türlü metot uygulayıcılığı mevcuttur onlarda. Ana felsefe "onunla" bir daha yüzleşmemek. Kendisini "sorgulayacak" imkânı ve ölçütü ele vermemek için.
* * *
Lakin Açık, demokratik, çağdaş, hukuk nizamı üzerine inşa edilen rejimlerde durum öyle değil. Bilakis; hem geçmişe "özgü" hem de gelecek açısından sorgulayıcıdır, tarihe sahip çıkandır. "Bilme hakkı" ve kullanma hukuku açısından; değer ölçüsü toplumsal özgürlüktür! Ve bu rejimlerde yönetim "belleği" kadar, toplum hafızası da büyük öneme sahiptir. İşlerdir. Bireysel, toplumsal ve kurumsal "sorgulama" yani yüzleşme daima vardır. Sorgulayıcıdır. Bu iki "yönetim" yapısını özetle ifade etmemin gayesi; Bugünkü Türkiye'nin "yaşadığı" sürecin daha net anlaşılır olmasını sağlamaktır. Diyeceksiniz ki; Türkiye'de halen "Statükocu ve Jakoben" yönetim anlayışı yok mudur? Var. Ve hala "iş" görmekte, ayak diretmektedir. Doğru bir gerçek! Ama "ipleri" pazara çıktığı gibi; güç kayıpları da şuan için dibe vurma noktasında!
* * *
Yani; Türkiye "kapalı toplumdan, açık topluma" geçmiştir. Onun için bugün "dünden" daha kötü diyebiliyor muyuz? Ya da dün ve öteki günler "Kürtler ve Kürt Hakları" açısından bugünden iyi mi? 12 Eylül Askeri vesayetin; "Dayatmacı" inkâr ve yok edici vesayeti bugün dünden beter mi? Güneydoğu'da akıtılan kan. Dökülen gözyaşı, işlenen faili meçhul cinayetler. Ve karanlıklar üzerine kurgulanan katliamlar, kundaklama ve bombalamalar. Bugün, dünden daha kötü mü? Hayır! Bugün, dünden daha huzurlu, güvenli, istikrarlı ve iyi!
* * *
Çünkü Değişim ve değişiyor olmamızla birlikte ciddi manada "vesayet" kırılması var. Ülke de, Millet de, Kurumlar da, İktidarlar da, Demokrasi, İnsan Hakları, Hukukun Üstünlüğü ve Özgürlükler açısından paylaşımcı ve ilerici. Çağdaş ve demokrat! Ha! Her şey güllük gülistanlık mı? Hayır. Geçmişten gelen "statükocu" zihniyet yok mu? Var. Ama "eski saltanat, eski çoğunluk, eski hükümranlık" yok!
* * *
Bugün; O rejimlerin "kan emici" sevdalısı olanların yakasına yapışmış durumdayız. Bu açıdan 12 Eylül Referandumu bir milat olarak görülmesi gerekir! Her ne kadar; 'eksik" yanları olsa bile. Kürtler olarak; "şartlar" kabul görmediği için; "boykot" ettikse de. O Anayasal "sivilleşme" değişikliği; bu gücü kazandırdı "sorgula ve yüzleş" diye! Öyle de oluyor. Ülke genelinde; 12 Eylül Askeri Darbenin "müsebbipleri" hakkında yüzlerce suç duyurusunda bulunuluyor. Yani; Kenan Evren! Yani; Onun komutasındaki paşalar. Yani; Cezaevlerinde işkence eden, insanları sorgusuz-sualsiz infaz eden. Yani; Toplu katliamlarda bulunanlar. Yani; Co ile cop "hayatına" insanları maruz bırakan vahşi yüzler. Özetle; Bir dönemin "hesabı" soruluyor, sorulacak?
* * *
Ha gidenler geri gelir mi; gelmez! Ama "gidenlere" yapılanlar; hesapsız kalmaz. Gidenlerin ardından gelenler "o vesayete" maruz kalmaz. Aydınlık yarınları için; "verilen bedenlerin" faturası ucuza gitmiş olmaz. Daha açık ifadeyle; "kanları yerde" kalmaz! Bildiğiniz gibi; Hafta sonu Diyarbakır'da iki gün süren bir sempozyum gerçekleşti. 12 Eylül'ün "Utanç Abidesi". Nazi Almanyası'nın "vahşi kamplarını" geride bırakan; Diyarbakır Askeri (E) Tipi Cezaevi'nin "gerçek yüzü" tartışıldı. Evet! "Sözün bittiği yerde" olan; tarihi "toplumsal bir travmanın" acı gerçeği bu cezaevi.
* * *
Kimler sorumlu? Salt o dönemdeki generaller mi? Hayır! Peki, kim, ya da kimler? Kimler olacak; sıralayalım. Ki sempozyumda ifade edildi; bu kesimin kimler olduğu? Nerde o dönemin; "doktorları". Nerde o dönemin; "gardiyanları" Nerde o dönemin; "askerleri" Nerde o dönemin; "hakim ve savcıları" Nerde o dönemin; "Mülki amirleri" Ve Nerdeee o dönemin; "Co ve copları"
* * *
Hep deriz; Yaşanan ve yaşatılan "haince zulme" karşı sözün bittiği yerdeyiz diye! Öyle de. Ama artık "sözler" konuşmalı ki; hafızalar ve belleklerin içindeki gerçek dışa çıksın. Bunun bir de; Saraykapı Cezaevi var. Bunun bir de; "Sıkıyönetim" cezaevi var. Bunun bir de; "Sorgu ve işkence" yapılan mekânları var. 5. Nolu Koğuş sadece; bir örnek!
* * *
Evet! Üzerinden 30 yıl geçti. Sempozyumda; 430 kişiden bahsedildi. Ki bunlardan 71'i sağlık sorunu yaşıyor. İşkenceye bağlı kalıcı iz taşıyan; 38. 78liler Vakfının elindeki döne bunlar. Analiz edilen mahkûm sayısı 397. Yani kayıt altındaki. Tanıkların konuşmalarına bakıyoruz. O cezaevinde; "kalan ve zaman geçiren" 5 bin değil beş binlercesinde; "iz ve bıraktığı ruhsal" travma var. Görüntü vermiyorsa da, ruhsal veriyor. Anlattıklarına göre; "işkence" hepsi için sistematik ölçüyle icra edilmiş. Fiziki ve cinselliği öne çıkaran bir işkence "kaçınılmaz" ilk işlemmiş. Yüzbaşı Esat Oktay en çok sözü edilen; "zulümkar" olması.
* * *
Dedik ya; "değişiyoruz ve değişim geçiriyoruz"! Diyarbakır'dan; Türkiye'ye anlatılan "Diyarbakır Cezaevinin gerçeği" bir dönem için; dönüm noktasıdır diyebiliriz. Çünkü "sonuç bildirgesinde" ifade edildiği gibi; "Bu cezaevinde yaşananlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir utancıdır" O zaman; "Bu devlet" bu utançla yüzleşmeli. Önce; Milli İrade. Yani; Meclis bu "yüzleşmeyi" hayata geçirmenin ilk adımını araştırma komisyonu kurarak atmalı. Ve pek tabi ki; Savcıların da "suç duyurularına" karşı hukuku işletmeleri lazım. Önemli bir istekte; Diyarbakır Cezaevi'nin "Müzeye" dönüştürülmesinin fiiliyata sokulması.
* * *
Sonuç itibariyle bir ülkenin geçmişiyle yüzleşmesi süreci uzun zaman alabilir? Ama sabırla, inatla takip edilmesi gerekir. Çünkü bu zamanın muhtevası "yaygın" bir ezber bozmaya dayalıdır. Boşuna düşünürler ifade etmemiştir; Vesayete dayalı rejimler tabutları ard arda dizerler. Demokrasiyle inşa edilen rejimler ise; Ard arda "tabuları" yıkarak gelişirler. Biz de diyoruz ki; "Geçmişiyle yüzleşmeyenin geleceği olmaz!".