Peşin ifade etmek gerekirse ki öyledir. Şuan; Güvensizlik... Ön yargılar... İdeolojik saplantı. Dejenerasyon... Velhasıl; bilumum demek lazım. Hal-i vaziyet akla ziyan bir süreç inşa ediyor. Hem de "önü" alınmaz bir şekilde! Virüs misali her yere sirayet ediyor.
* * *
Evet! Ciddi manada; Bireysel... Toplumsal... Kurumsal... Ve tabi ki Devlet "içtihadı" vahim bir icraatın cenderesinde. Her mevzu aynı ikmalde. Aleni veya aleni olmayan hadise de şu takıntı; "ya öyle" değilse! Hani "hikmete" nail olan vecize namı almış bir söz var; "Süt'ten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş". İşte bugünkü "nizam-ı çark" ne hazindir ki bu mecrada. Mengene misali "bu düşünce" donduran işleyiş fena halde sıkıştırıyor.
* * *
Bir toplumu... Bir devleti... Bir içtihadı. Kutsal kılan en büyük etken de hiç kuşkusuz ki "Adalet" anlayışıdır. Eşitlik ve Hukuk işlevdir. Çünkü "varlıklarının" olmazsa olmazıdır. Ama! Bu "içtihat" yön değiştirmişse! Yani asli mecrasından sapmışsa. O zaman vahim. İşleyişi daha bir korkunç. Ki buna da "Tuz kokmuş" deriz. Nitekim Bugün "Yargının" ciddi manada tartışılır olması da bu durumun yaşanır olmasındandır.
* * *
Diyeceksiniz ki; "Yargı" kurumsal bir içtihada sahip. Kurum "suç" işler mi? Ya da bu içtihadın çarkında bulunan herkes mi suçlu? Veya tümü mü? Hayır! Nasıl ki; "Devlet" nizam-i yapısıyla suç işlemez? İşleyen varsa, onu mecrasından saptıran "O nüfuza" sahip olan kişidir, kişilerdir. Yasalar da, Hukuk ta, İçtihat ta, Suç işlemez.
* * *
Suç işleyen tıpkı devlet nüfuzu gibi ona işlerlik kazandıran; o anki görevlidir. Bu da; savcıdır, hâkimdir ve diğer görevlilerdir. Tabi burda; "görev" yapanların tümü de suçlu mu? Hayır! Bu kurumun; hala güvenilir olması. Mevcut kurumlar içerisinde toplum nezdinde "kutsal" kimliğe sahip olan. Sorgusuz, sualsiz inanılan bir yapı varsa ki vardır. O da; o kuruma "halel" getirmeyen. Düşüncesiyle, görevini birbirine karıştırmayan. Cüzdanla-vicdan arasında sıkışmayıp, "vicdanıyla ve yasanın" hükmüyle karar veren. Tüm zorluk ve kısıtlı imkânlara rağmen; "Binlerce" dosyanın içerisinde "adil" olma mücadelesini vermeye çaba gösteren. Hâkim, Savcı ve diğer yargı çalışanlarının sayesindedir.
* * *
Bakınız! Bugünlerde en sıkça tartışılan yargı cephesindeki düşünce; "Anayasa Mahkemesinin" yapısı. Ve verdiği kararlardır. Doğrusu! Kendimi bildim bileli. Yani yazıp-çizmeye başladığım günden buyana; "Kurumsal" içtihat noktasında Anayasa Mahkemesi hep "tartışılır" mevzulara mekân olmuştur. Dahası verdiği kararlarla; tartışılmıştır. HSYK'nın da ötesinde! Nedenine gelince; "O ne derse o'dur".
* * *
Düşünün; "Adalet mülkün temelidir" deniliyor. "Adaletin de kestiği parmak acımaz" diyoruz. Peki; Anayasa Mahkemesi son yıllarda sergilediği tutumla bu vecizeleri "doğru" çizgide tutuyor mu? Hayır! Tartışılır gelmesindeki etki de; Anayasa çizgisinde gitmeyişidir. Şöyle ki; Normal bildiğimiz "Adliyelerdeki" mahkemeler karar veriyor. Taraflar açısından; olumlu ya da olumsuz. Adiliyetine göre; Bireysel, Toplumsal, Kurumsal Ve devlet nizami ölçüsünde "itiraz" etme hakkı var. Hatta "düzeltme" imkânı var.
* * *
Mahkeme de; "tekrarında" daha önce verdiği karardan geri dönüp yeni bir karar verebiliyor. Ama gel gör ki; Yasama ve Yürütmeye rağmen Anayasa Mahkemesi verdiği karar "düzeltmeye ve itiraza" haiz değil. Ve Anayasa hükümlerine de; ters olmasına rağmen. Bazen öylesine bir görüntü ortaya çıkıyor ki; akla ziyan. Anayasa Mahkemesi üyeleri "İhsası rey" de bulunuyorlar. Malumunuz "ihsası rey" davaya bakacak yargıcın oyunu önceden belli etmesi anlamına gelir. Zaten bundan dolayıdır ki; tartışır oluşu.
* * *
Dün; Ahmet Altan'ın bu yönde görüşü vardı. Ve şu soruya cevap istiyordu. "Anayasa Mahkemesi "anayasayı" çiğnerse, anayasayı ve hukuku bu mahkemeye karşı kim koruyacak?" "Bir mahkemeye karşı hukuku koruyacak hiçbir kurum yoktur ve o kararı kabul etmek zorundasınız" derseniz o mahkemeye "ilahi" bir güç atfetmiş olursunuz. Sorgulanmayan ve sınırlanmayan "ilahi güçler" yalnızca "teokratik" devletlerde bulunur çünkü. Teokratik devletlerde "karar verme yetkisi", gücünü Tanrı gibi ilahi bir kudretten alan insanlara bağışlanır ve onların kararları sorgulanmaz. Türkiye, "teokratik" bir ülke mi? Doğrusu; "hayır" diyebilecek bir net atmosfer hâsıl olmadığı için; "evet" cevabı ağır.
* * *
Sanırım! Ana çıkmaz ve mengene sıkıştırmasındaki "güç dengesi" şu; Hukuka "ilahi güçler" inşa ettiğimiz içindir ki. Güven ve istikrar bir türlü "devlet içtihadında" işlerlik kazanmıyor. Bir taraftan; "Hukuk devleti" diyeceğiz. Mekânları da "Mahkemeler" olarak ilan edeceğiz. Ama iç dünyalarında "Adalet ve Hukuki" ilahi güçlere bırakacağız. İşte bu; "güvensizlik" inşa eder. Denetimin, denetimi yoksa "o denetim" güvenli olabilir mi? Mümkün değil. O zaman da; Demokrasiden, Laiklikten, Hukuk ve Adalet nizamından bahsedemezsiniz. Ve varlığında "ısrarcı" olamazsınız. Bugünkü hal-i durum bu.