Tarihi bir sözdür;
'Sanat ve Edebiyat" gelişimin, envanteridir diye!
Geri bırakılmaz.
Yaşatılır, yaşatılmaya çalışılmalıdır...
Yeni argümanlar içerisinde, nesillere aktarma noktasında, hayat kazandırılmalı.
çünkü "geri bırakıldığında", toplum birçok olumsuzluğa mahkm olur.
Kendini kaybeder.
Hissiyat yoksunluğuyla, geçmişi unutur.
***
O nedenle;
Şefkattir.
Merhamettir.
Hayatın sosyal "iksiridir", Sanat ve Edebiyat!
Dünü yaşatmalıyız ki, "yeniler" filizlensin.
Ama nerde?
Bugünkü hal-i mevcudiyetimize bakarsak.
Farklı, mülahazalar icra edilse de.
En büyük hali perişanlığımızın sebebi; bu alandaki "hoşgörüsüzlük" ve zafiyetimizdir.
***
çünkü "Sanata ve Edebiyata" önem vermiyoruz.
Düşünmüyoruz.
Hele ki, "tarihe" dayalı, geçmişi yaşatmıyoruz.
Okumuyoruz.
Okutabilmek için, de gayret sarf etmiyoruz.
Ezberci bir toplum haline geldi.
Hele ki, ithal edilen bir "kültürün" dehlizinde, benlik kaybı yaşıyoruz.
***
İşte, gençlik.
İşte, sanatsal faaliyetler.
Toplumun üst katmanı; "kendi" özbe öz sanat ve edebiyatıyla, ne kadar alakalı?
Yok.
Terk-i diyar vaziyetiyle; "değişim" denilen, asimilasyonun girbadında debeleniyoruz!
***
Üstadın bir ifadesi var;
"Geçmişini, tarihini, kültürünü, edebiyatını, sanatını" unutan halklar gelişmezler.
Hele ki; yarınlar için "aydınlık" yol bulamaz!
Nedeni de; "dününü bilmiyor?" olmasıdır.
Aynen de şuan ki esen atmosferin hali.
Neyse diyelim.
***
Haftasonu.
Fazla da; "karamsarlık" arz etmeyelim.
Biraz da; "hayatın" nostaljisine gidelim.
Bakın, Merhum Celal Güzelses "yaş destanında" bu noktada ne diyor?
Hayatın "doğal evresini" anlatıyor.
***
Öyle bir sade dille anlatıyor ki.
Dünün, bugünün ve yarın için de; "ders-i ibret" noktasında uyarıyor.
Dün buydun. Bugün böyle oldun, yarın ne olacaksın?
Her ne kadar; "kültür" fakirleri "yaş destanına", müstehcen gibi bir gaflet salvosunda bulunuyorsa da.
Yeşerdikleri; "kültürleri" bunu kaldırmaz.
***
GÜZELSES'TEN YAŞ DESTANI!
Evet, Sanat ve Edebiyat tıpkı "ömür gibi" şefkat ve merhamet ister.
Peki, toplum olarak bunu, icra ediyor muyuz?
Genel yorum size ait.
Velhasıl, Merhum Celal Güzelses'i rahmetle anarken.
Sizi; "sizin" mırıldamanızla; "yaş destanıyla" baş başa bırakıyorum.
Kim bu destanda kendine nasıl bir feyiz çıkarırsa!
Ya da; anlarsa!
***
Bir Güzel Ki On Yaşına Girince
Gonca Güldür de Henüz Açılır
On Birinde Gonca Diye Koklarlar
On İkide Elma Deyip Saklarlar
On Üçünde Cevr-ü Cefa çekerler
On Dördünde Hamre Şekere Benzer
* * *
On Beşinde Güzelliğin çağıdır
On Altıda Gören Aklın Dağıtır
On Yedide Göğsü Cennet Bağıdır
Uzanır Kameti Selviye Benzer
* * *
On Sekizde Hem Artırır Zarını
On Dokuzda Terk Eylemiş Arını
Yirmisinde Gözdedir Şu Karını
Zincirlerden Kopmuş Aslana Benzer
* * *
Yirmi Beşte Bıyıkları Burulur
Otuzunda Akan Sular Durulur
Otuz Beşte Günahları Sorulur
Yalana Karışmış İrfana Benzer
* * *
Kırk Yaşında Gazel Dökülür Bağlar
Kırk Beşinde Günahlarına Ağlar
Ellisinde İnsanlara Bel Bağlar
Dağ Başına çökmüş Dumana Benzer
* * *
Elli Beşte Sızı İner Dizine
Altmışında Duman çöker Gözüne
Altmış Beşte Hiç Bakılmaz Yüzüne
Ahreti Gözetir Süphana Benzer
* * *
Altmış Beşten Sonra Beller Bükülür
Bütün Damarlardan Kanlar çekilir
Gel Gel Diye Toprak çağırır
Geldi Geçti Şimdi Yalana Benzer
-----
YOLUNA TAŞ KOYMAK
Hikyesini okumuşsunuz!
Size bilmem...
Ama ben, bir okurun attığı e-maille yeni öğrendim.
Sizle paylaşayım.
Bakalım, nasıl bir ders-i ibret, hsıl ediyor bize!
***
Bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş.
Bakalım ne yapacaklar gelenler diye başlamış beklemeye
Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer gelmişler.
Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girmişler.
Kayayı yoldan kaldırmak şöyle dursun, pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirmiş;
Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyor
***
Sonunda bir köylü yolda görünmüş, saraya sebze ve meyve getiriyormuş.
Sırtındaki küfeyi yere indirip iki eli ile kayaya sarılmış ve zorlanarak itmeye başlamış.
Sonunda kan ter içinde kayayı yolun kenarına çekmiş.
Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereymiş ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu görmüş.
***
Açmış ki bir de ne görsün, kese altın doluymuş.
Bir de kralın notu varmış içinde;
Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.
Hayat akarken karşımıza çıkan engellerden hep yakınırız da çözüm bulmak için daha az gayret gösteririz.
Engellere takılıp kalmak yerine onlara karşı çözüm bulmak yeni fırsatlar sunabilir.
***
KUMA YAZMAK HİKYESİ
İki arkadaş çölde yürüyorlarmış.
Yolculuğun bir anında aralarında bir münakaşa olur ve biri sinirlenerek diğerine tokat atar.
Tokadı yiyenin canı acımış ama bir şey söylemeden kuma şöyle yazmış:
BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM BANA TOKAT ATTI
***
Birlikte yürümeye devam ederler sonunda bir vahaya gelirler ve suya girmeye karar verirler.
Tokadı yiyen adam bataklığa bir anda saplanır ve boğulmaya başlar ki arkadaşı hemen kurtarır.
Boğulmaktan kurtulduktan sonra bir taşa şöyle yazar:
BUGÜN EN İYİ ARKADAŞIM HAYATIMI KURTARDI.
***
Tokadı atan ve hayat kurtaran sorar:
Tokat attığımda kuma yazdın şimdi neden taşa yazdın?
Diğeri cevaplar:
Birisi canımızı yaktığında kuma yazmalıyız ki bağışlama rüzgrı silebilsin ama biri bizim için iyi bir şey yaparsa taşa kazımalıyız ki hiçbir rüzgr silemesin.
***
Sözü, güzel bir hafta sonu dileğiyle noktalarken.
Bir düşünürün şöyle bir sözü var.
Söz odur ki;
Söylendiğinde ve sonrasında "kulağa" küpe olma özelliğine sahip olsun.
Unutulmasın.
Yoksa "kuma, suya" yazılmış vaziyetiyle bir esintiyle yok olup gider.
Pazartesi görüşmek dileğiyle!