Dicle Üniversitesi'ndeki Rektörlük seçimiyle alakalı "heyecan" dün en üst seviyedeydi. Hummalı koşuşturma, yoğun ikili diyalog. Günler süren "kulis" çalışmasının artık meyveleri alınıyordu. Herkes "matematiksel" bir hesap içerisinde. Seçimin ilk raundunda kim ne alacak diye? 570 civarındaki akademisyenin en çok teveccühüne kim nail olacak? En fazla rey kimin hanesine yazılacak? Dün ikindi vaktine kadar bu "hesap" içerisinde; sohbetler yoğunluk kazandı.
***
Ben de; Öğlene doğru Üniversite'ye gittim; Seçimin atmosferini yakalamak ve tansiyonu ölçmek anlamında. Ne var, ne yok, neler oluyor diye. Gittiğimde; Tıp Fakültesi Dekanlığının altında bulunan öğrenci kafeteryasında "oy kullanma" işlemi devam ediyordu. Dışarıda bizim meslekten gazeteci arkadaşlar, sigara, çay molası vermiş, dinleniyorlardı. Seçim sonucu ne zaman açıklanacak diye bekliyorlardı. Salona doğru ilerlerken; "eyvah" dedim. Çünkü Rektörlük seçimi de "siyasetin o ikiyüzlü" hastalığına yakalanmış bir görüntü, hemen kendini ele veriyordu. Hakim de ortama. Küçük küçük gruplar. Çay, sigara, kahve ikramı. Kol kola girişler, kulak-ağza fiskos yapanlar; Daha fazla oy. Daha fazla taraftar nasıl kazanılır. Son dakika golü nasıl atılır anlamında? Tabi kiminin yüzü gülüyordu. Kimisi de somurtmuş vaziyette. Hesabının tutmadığı yüzünden okunuyordu. Ya da öyle bir izlenim oluşturuyordu. İri adımlarla oy kullanılan salona doğru yürürken, etrafta dikkatimi çeken bir başka görüntü de; "adayların" akıl hocalarının gösterdikleri performans. Koşuşturma içerisinde; Talimatlar. Şunu getir, bunu götür, şunu çağır. Bir-iki telefon yetmiyor. Üçüncü telefon elde. Seyrettim; ne kadar vahim bir zaman tüketiliyor diye söylendim.
***
Neyse! Tanıyanlarla selamlaşıyoruz. Hoş geldiniz, hoş bulduk diyerek, hal-hatır faslı. "Havayı solumaya geldiniz değil mi?" Soru ve cevap birden kendiliğini buluyor. "Hava güzel, hesaplar yanlış, mevzuu berbat"'! Biraz daha açmasını istiyorum; "buzdağının görünmeyen" yüzü nedir diye? Tabii bu ifade; Dicle Üniversitesi'ndeki "seçimin" atmosferiyle alakalı değildi. Tamamen; "seçimin mevzuat şekliyle" alakalı. Tüm Türkiye'deki "Rektörlük" seçiminin sorunu. Zaten; Bir önceki yazımda da ifade etmiştim. Rektörlük seçiminin şekli ve sonucu "anti-demokratiktir" diye! Her ne kadar seçim üç aşamalı ise de sonuçta kararı bir kişi veriyor. Haklı bir sitem, durumun anti-demokratik olduğu yönünde. Çünkü siz kendi üniversitenizde istediğiniz kadar oy alın. İster bir, ister bin. Tüm Akademisyenler sizden yana tercih kullansın, ya da yüzde ellisi. Veya az bir bölümü. Önemli değil. Önemli olan YÖK'ün "isim sıralaması" ve Çankaya köşkünün o sıralanan isimler üzerinden birine "karar" kılması. Durum böyle olunca da; 550 Akademisyenin "iradesi" boşa çıkmış oluyor. Tıpkı; günlerdir Türkiye'nin "baş ağırtan", Anayasa Mahkemesi'nden çıkan Başörtü yasağı gibi. Nerdeyse 20 milyon seçmenin iradesiyle meclise gitmiş olan 411 Milletvekili "yasa"nın çıkması anlamında "evet" oyu kullanıyor. Ama atanmış olan Anayasa Mahkemesinin 11 üyesi, "hayır" diyor. Ve böylece; "iradenin" üstüne çıkmış oluyor.
***
Gel gelelim, seçimin sonucuna. Ve herkesi "şaşırtan" reylerin dağılımına. Evet; her ne kadar "oyların kullanımı" esnasında oluşan görüntüler siyasetin iki yüzünü hatırlatıyor ise de; seçimin tamamen demokratik bir ortamda geçtiğini söyleyebilirim. Çünkü "durumu" gölgeleyecek her hangi bir arıza ve dengesizlik yaşanmadı. Yaşanmış ise de bize yansıyan bir durum yoktu. Neyse diyelim. Seçimin sonucu, yani reylerin dağılımı; Şaşırtıcı olduğu kadar sürpriz bir oy tercihi söz konusu. Mesela günlerdir konuşulan, tartışılan, hatta üzerinde "bahse" bile girilen aday Prof. Dr. Naime Canoruç. Eşinin Rektör olması münasebetiyle "iktidarın" tüm nimetlerini kullanma şansıyla; 250 ila 300 oy alacağı şeklinde bir beklenti vardı. Ama sandıktan çıka, çıka; 148 oy. Yani yarı yarıya bir kayıp. Ama bu oylar da, "kemik" oylar. Gelelim; Prof. Dr. Fazıl Hüsnü Erdem'e. Ak Parti'nin Anayasayı Değiştirme Paketinde "görev" alan Anayasa Komisyonu üyesi. Kendisi; demokrat bir görünüme sahip. Her eğilimi kucaklayan kişi olarak biliniyor. O da sürpriz yaptı, hem de çok. Canoruç'tan sonra ikinci sırayı 136 oyla aldı. AK Parti 8'inci sıra Milletvekili adayı Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç'a gelince. Onun da; oyu küçümsenmeyecek derecede. Aldığı oy 112. Tabi aynı çeşmeden gelen Prof. Dr. Talip Gül de iyi derecede oy aldı. 77 oyla dördüncü sıra. Düne kadar "birleşecekler" denilen Prof. Dr. Recep Işık'ta 70 oy aldı. Düşünüyorum; ikisi birleşmiş olsaydı. Yani biri diğerine feragat etseydi, sandıktan onlar için çıkacak olan oy oranı her ne kadar ikisinin toplamı 147 ediyorsa da, bu rakam 200'ü bulabilirdi. Bu da; "Rektörlüğün" garantisi olurdu. Seçimin en renkli görüntüsü ve oy tercihi ise Prof. Dr. Ömer Satıcı oldu. Her ne kadar; "Kol kırılır içinde kalır" sözüyle duruma sitem ettiyse de, en fazla alkışı alan kişi oldu. Ama rey alımında kendi birini iki edemedi. Tek reyle, 6'ıncı oldu. Bir de Prof. Dr. Ekrem Müftüoğlu. O da son dakika "yarıştan" çekildi. Oy alamayacağını düşündüğü için mi; yoksa birine "katkı" olsun diye mi çekildi bilemiyorum. Ama bildiğim; Demokrasinin "nimeti" bu kadarmış?
***
Aslında; güzel olan bir başka resim de; Dicle Üniversitesi'nin kuruluş tarihinden bugüne yaşanmayan bir mevzuunun yaşanması. Bu mevzuu da; Bayan Akademisyenlerin "yönetime" talip olması. Güzel ve hoş bir resim. İlk kez iki bayan akademisyen "baş başa" seçime giriyor. Ve ilk raundda yine ilk sırayı paylaşıyorlar. Yani birbirlerini yakından takip ediyorlar. Çağdaş ve demokratik ülkenin genel resminin oluşmasında; bu görüntü önemli bir mihenk taşı oluşturabilir diyebiliriz.
***
Evet. İlk raunt sona erdi. Akademisyenler tercihlerini ortaya koydular. Adaylar da oylarını aldı. Oluşan sıralamanın sonucu bundan sonra YÖK ve Çankaya'nın "işlevinde". Ama önemli olan bundan sonraki atmosferin üniversitede nasıl olacağıdır. İnanıyorum ki; "sandığa" yansıyan "demokratik" görüntü, üniversitenin genel yapısına da yansır. Akşam saatlerinde; çok sevdiğim bir akademisyen dostum ziyarete geldi. Seçim üzerinde "beyin fırtınası" geliştirdik. Sonucun artıları, eksileri noktasında.. Sohbetin detayını önümüzdeki günlerde kaleme alacağım.. Ama onun da ve bizim de beklentimiz; bundan sonraki "adımlardır"..
***
İnanıyoruz ki; Kırgınlıkları ortadan kaldıran, küskünleri barıştıran. Gelişmeyi ve yeniliği "motife" eden. Halkla bütünleşmeyi sağlayan. Bölgenin ve ülkenin genel sorunları konusunda "söz sahibi" olan. Araştırmalarıyla, ortaya koyacağı verilerle "çözüm üreten" kurum olma kimliğine ve yönetimine kavuşur. Zaten herkesin beklentisi bu yönde. Çünkü geçmişte "yaşanılan ve yaşatılan" çok çarpık durumlar oluştu. Şunun adamısın, bunun adamısın diye? Böyle olunca da, "ötekileşme" beyinlerin terörü oldu. Birçok "yetişkin" beyinler şu veya bu nedenle göç etti. İşte tüm bu yapıları "yıkacak", uzlaşı sağlayacak, her kesimi kucaklayan. Çağdaş, demokrat, hukuka saygılı, insan haklarını benimseyen bir yönetimin "söz sahibi" olması gerekir. Buna da inanıyoruz ki; YÖK te, KÖŞKTE. Onlara gidecek raporları hazırlayan kurumlar da; durumu göz önüne alacaktır. Beklenti bu. Sonuç itibariyle ilk raundun sonucu Diyarbakır'ımıza hayırlı uğurlu olsun.