İZMİR'İN HAVASI; TEDİRGİN!
Eklenme: 8/9/2010 12:00:00 AM

Evet! Tatilden döndük. Bize tanınan iki haftalık eski ifadeyle "istirahat" dilimi bitti. Ve geçtiğimiz hafta başı itibariyle de "işbaşı" yaptık. Bugün de sizlere "merhaba" deyip, kaldığımız yerden devam diyoruz. Neden bir hafta sonra "yazı" derseniz? Mazeret hâsıl oldu. Şöyle ki; Uzun bir zaman dilimi içerisinde; baskı tesisleri başta olmak üzere. Birçok "teknik" alanda "tadilata" gitmemiştik. Artık "mekanik" anlamında; "S.O.S" çığlığı hâkimdi. Gerek "Yaz tatili" ve gerekse Ramazan arifesi "fırsatıyla" kolları sıvadık. Anlayacağınız; "tepeden tırnağa" teknik bakım icra ettik. Tabi bir de; Gazete'nin içerik ve tasarım ile mizanpajı anlamında değişiklikler yaptık. Önemli bir "aktivite"de Ramazan-ı Şerif'e "özel sayfa" hazırlığımız oldu. Bir de; "logo değişikliği" noktasında bir düşünce icra ettik. Üzerinde halen çalışıyoruz; sizden "örnek" noktasında katkı bekliyoruz. Bu yöndeki fikirlerinizi bizle paylaşabilirsiniz. Çünkü "siz okurların" varlığıyla Diyarbakır Söz "hayat" buluyor.

* * *

İşte bu "yoğun" trafik seyri içerisinde; bugün "merhaba" diyebildik. Ve yola devam! Gel gelelim; "tatil faslına". Hani bir söz var; "yediğin, içtiğin sana da, gördüklerini bi anlat". İşte bu minvalde sorarsanız; "tatil notları" bir hayli fazla. Ama bugün için "can alıcı" notların özeti yer alacak. Özellikle de; "Biz Kürtleri" alakadar eden bölüm. Evet; Kürtler açısından "Batı" hayli tedirgin edici. Az sonra; "detaya" gireceğim. Ancak "tatil" serüvenine çıkarken; şöyle bir düşünce hâkimdi. Ki her tatilde "mutat" olarak uygularım. Tatilin bir bölümüne "özgür" katmak. Bu tatilde de öyle oldu.

* * *

Siyasetten ve siyasilerden, Kavuran, yürek yakan, Vicdan-cüzdan-iman ve ahlak cenderesine sıkıştırılan "akla ziyan" hadiselerden uzak kalmak. Ege'nin bakir mi, dul mu, yoksa başka bir "isim mi" almış kararsızlığı içeren; Kuşadası. Sakin ve doğanın hâkim olduğu, yeşilliğin bol, dağ havası soluyan Site'de geçirdim; tatilin bir bölümünü. Özellikle; Güneş alerjisinin zorunlu olarak "deniz ve sahil" için getirdiği yasak. Diyarbakır'ın sıcak havasının "özlem" duyduğu serin bir yayla havası. Doğrusu; Doğa, yeşillik, tarihi mekânlar ve iç ferahlatan "kültür" mozaiği seçiciydi. Efes mi, Uyuyan Kardeşler mi, Meryemana mı, Assos Antik Kent mi? Germencikte kazıları devam eden Magnesia Antik Kenti kalıntıları mı? Beri yanda; Anadolu'nun tarihi yapıtları. Yani iki farklı kültür. Antik Yunan ve Anadolu. Yüzyıllarca "tek çatı" ve birlikte yaşam alanı bulabilme uzlaşısı. Ve bugün bu kültürün yamacında; akıp giden Ege Denizi.

Anlayacağınız; Ege'nin iki yakası da yüzyıllardır "iki kültürün" dokusunu hep nakşetmiş bir bölge. İşte bu "çap" içerisinde tatilin bir bölümünü; "iki kültürün" tarihi felsefesini soluyarak geçirdim. Dış bağlantıları keserek.

* * *

Ama ne var ki; "Solunan bu havanın" hemen aşağısı. Yani; "günlük" hayatın akıp-gittiği merkezlerde "çok farklı" bir dünya hâkim. Özellikle de; Ege'nin devasa şehri İzmir'de. "Korku, endişe ve ötekileştirme" hâkim. Çünkü Ege'nin "insani kültürü" ne yazık ki uzlaşı ve ilham kaynağı olma vasfından uzaklaşmış durumda. Nedeni de; "Güneydoğu'da vuku bulan şiddet". Ve bunun "toplumsal" yansıması. Kürtler tedirgin. Türkler endişeli ve tepkili. Tabiri caizse Güneydoğu'da patlayan her bomba, sıkılan her kurşun; orada Kürtler ile Türkler arasında "hizipleşmeyi" körüklüyor. Giderek de "hasımlaştırıyor". Konuştum çok sayıda kişiyle. Gerek Türkler ve gerekse Güneydoğu'dan göç eden Kürtler. Hepsinin ortak paydası; "Silahlar sussun, barış sağlansın" ise de; tepki gerekçelerini de savunmuyor değiller. İzmir'in Kadife Kalesini bilirsiniz. Yani eski İzmir. Basmane bölgesi. Burda Kürtler yoğunlukta. Diyarbakır, Mardin, Bingöl, Muş ve Siirt.

* * *

Artık "yaşamak" zor diyorlar. "Gavur İzmir" tabirini kullanarak; "bize eskisi gibi dost bakmıyor". "Haklı mı, haksızlar mı" tartışılır. Ama zaman hiç te iyi bir akıntı göstermiyor. Sünnet düğünündeyiz. Yeğenimin sünneti "Hüseyin Büyüktimur". Erkekliğe ilk adımı attı. Hayli kalabalık bir davetli gurubu. Ve hepsi de; Güneydoğu'lu Kürt. Tabi; Türkler de yok değil. Ama çok az! Sohbet ediyorum onlarla. "Huzur kalmadı, bize dost bakmıyorlar?" siteminin gerekçesi nedir diye sordum? Uzun yıllar resmi kurumda çalışıp emekli olmuş bir ağabey konuşuyor.

* * *

Seyfettin Ersin. "Kürtlere buralarda bakış açısı nasıl" diye; yanıt veriyor. Tabi; "hep böyle" değil diyerek. Şahit olduğu bir olayı anlattı. Buradan ders çıkarılsın diyerek; Trafik polisiyle bir genç tartışıyor. Biz de yanaştık tartışmayı merak saikasıyla; ne oluyor diye? Genç "yemin ediyor, ekmek, Kur'an" diyor. Vallahi Kürt değilim. Kullandığı otomobilin son iki rakamı meğer 21 olduğu için; Polis diretiyor. Sen Kürt'sün diye. Genç yemin ediyor. Otomobili yeni aldım, "bak kimliğime" İzmir yazıyor. Tesadüftür "özel" seçilmiş bir plaka değil. Müdahale ettik. "Kürtse bu ülkenin vatandaşı değil mi?" diye tepki gösterdik. Sonra asayiş ekibi gelip, müdahale ederek genci bıraktı. Tabi bu "bakış" topyekûn bir bakış değil. Ama "artık" yaygınlaşıyor.

* * *

Buca Cezaevinde gardiyanlık yaptığını söyleyen davetlilerden biri lafa girdi. Kürt kökenli. "Bakın Buca cezaevinde, 2 bin 500'e yakın tutuklu var. Bunların bin 800'ü Kürt kökenli." Suç oranına ilişkin ipucu da verdi; "Yüzde 70'i adi suç". İş, Aş, gelecek, istihdam ve imkânsızlık "bel bükerken", toplumsal bir asimilasyonu da dayatıyor. Tahribat büyüyor. Basmane'de yıllardır esnaflık yapmış bir dost söze giriyor. "Can-ciğer" olduğum komşum; Güneydoğu'da en küçük bir hadise olduğunda; "Tepki" amaçlı Bayrak asıp söyleniyor; "Kürtler" böyle diye! Sohbete dâhil olan Makbule yengem lafa giriyor; "6 yıldır kapı komşum, Türk. Göçmen. Kapımı çalmış değil. Merhaba dahi vermiyor?"

* * *

Türk kökenli işletmeci Hikmet, konuşuyor. "Gençler ölüyor. Buralardan giden ana kuzuları öldürülüyor. PKK mayın döşüyor. Bin yıldır; et-tırnak olmuşuz. Bugün; birbirimizi boğazlıyoruz. Bu ateş bu çatışma bitmeli. Yoksa değil İzmir; Türkiye'de "Kürt-Türk" çatışması çıkar ki. Önü alınamaz." Bu notu düşürdükten sonra; aldığı tepkiyi de söylüyor. "Ev komşum; Kürtlere veresiye eşya satıyorum diye; bana tepki gösteriyor". İnegöl ve Dörtyol'u "örnek" veriyorken; "küçük bir provoke". Yani kıvılcım; "söndürülemez" yangınlara gebe!

* * *

Sonuç itibariyle; "Toplumsal bir güvensizlik" üzerine inşa olan bir tedirginlik, huzursuzluk ve ikilem. Giderek de; "tahribatı" ağırlaşıyor. Çünkü İzmir'de "artık", İşyeri sahibi Türkler "Kürtleri" yanlarında çalıştırmıyor. Kürtler de "tanımadıkları" kişileri, Kürt kökenlilerin dışında kimseyi çalıştırmıyor. Ciddi ve "kırmızı" alarm veren; bir "hava soluyor" bugün İzmir. Çözüm mü; "Hatalardan arınmak, çatışmasızlık ortamı geliştirmek, toplumsal soruna çözüm üretmek". Gerisi; yolda dizilir. Zaman ve gündemin sıcaklığı soluk verirse; "İzmir" notlarına göz atacağız. Ve yeniden; Merhaba diyorum.

DİYARBAKIRSPOR TRAVMASI!

Diyarbakırspor'un "trajik sonu" sanırım yeni "trajik sonlara" gebe görünüyor. Çünkü; "değişen" bir durum hasıl olmadığı gibi; "yeni kaos" ikmal edildi. O da; "borca, yeni borç" bindirildi. Bakalım; "Kongrede" söylendiği gibi olacak mı? Lig'lerin başlamasına 15 gün kaldı. Daha ne takım, ne futbolcu, ne teknik heyet ve ne de hazırlık. Yani fol-yok yumurta yok; "nasıl olacak?". Bekleyip göreceğiz birçok okurumun dediği gibi "oldu-bitti" kongrenin yeni trajik hadiseler.

* * *

Beynimi kemiren; Diyarbakırspor'un bu kadar "aleni bir şekilde" heba edilmesi. Göz göre göre "muma" dönüştürülmesi. Batağa daha bir gömülmesine; "Bu kentin" söz sahibi zevatı nasıl seyirci kalıyor. Kimse. Ama kimse; "ne oluyor" demediği gibi "dümene" su taşıyor. Yazık! Kişisel çıkar ve ihtiraslar; koca bir çınarı "içten" kuruttular. TFF'nin alacağı. Futbolcu transferi ve lisans ücreti. Yüklü miktarda para gerekli. O da yok! Demek ki; tünelin ucu "Van'ın akibetine" çıkıyor.