Patenti,
Metin Münir'e ait bir hikaye.
Tabi ki; "Afrika" masalı".
Ama kendisi; "tercüme" ettiği için sahip konumunda.
Ateş.
Su.
Gerçek ve Yalan diye, anlatılır.
Yıllar önce;
Arşive not almıştım, "yararlanabilirim" diye.
Kısmet bugüneymiş.
Sizi bilmem.
Okumuşsunuz mu, okumamış mısınız noktasında.
Ancak;
Okuyanlar bir kez daha "fikri hazinesine" alır, katkısıyla.
Bilmeyenler.
Öğrenme ve bilgilenerek, Ders- ibret ikmaliyle, "hayata" rota verebilsin.
***
Evet.
Bu dörtlü; Ateş, Su, Gerçek ve Yalan.
Büyük bir evde "hep" birlikte yaşarlarmış!
Her ne kadar;
Birbirlerine karşı "nazik" davransalar da.
Aralarına mümkün olduğu kadar çok mesafe koymaya çalışırlarmış.
Gerçek odanın bir yanına otursa,
Yalan diğer yanına otururmuş.
Su, Ateşin ayaklarının altında dolaşmamaya sürekli özen gösterirmiş.
***
Bir gün birlikte ava gitmişler.
Büyük bir sığır sürüsüyle karşılaşmışlar ve elbirliğiyle hayvanları çevirip köylerine sürmeye başlamışlar.
Otlaklarda ilerlerken,
Gerçek Hayvanları eşit paylaşalım, en hakça olanı bu demiş.
Yalan dışında herkes Gerçeke katılmış.
O, payının diğerlerinden fazla olmasını istiyormuş.
Ama şimdilik ağzını açmamaya karar vermiş.
***
Köye doğru yollarına devam ederken;
Yalan gizlice Suya yaklaşmış ve fısıldamış.
Sen Ateşten güçlüsün. Onu ortadan kaldır. Geriye kalanların payına daha çok sığır düşsün
Su köpürerek, fokurdayarak ateşin üzerine akmış ve onu söndürünceye kadar durmamış.
Payına daha çok sığır düşeceğini düşünerek keyifle kıvrılıp dolanarak akmasına devam etmiş.
Bu arada Yalan, Gerçeke şu şekilde fısıldıyormuş;
Bak! Gördün mü? Su Ateşi öldürdü.
Sıcak yürekli arkadaşımızı gaddarca söndüren Suyu arkada bırakalım.
Sığırları dağın zirvesinde otlatmaya çıkaralım.
***
Gerçek ve Yalan dağa tırmanmaya başlamışlar.
Su onlara yetişmeye çalışmış, ama dağ çok dikmiş ve Su yukarı doğru akamıyormuş.
Sıçraya, kıvrıla kendinin üzerinden geçerek aşağıya doğru akmaya başlamış.
Bakın, görüyor musunuz;
Su hala bugün bile kıvrılarak dağdan aşağı akmakta.
***
Gerçek ve Yalan dağın zirvesine varmışlar.
Yalan, Gerçeke dönerek, yüksek sesle
Ben senden güçlüyüm! Sen benim hizmetkrım olacaksın!
Ben de senin efendin!
Sığırların hepsi benim! demiş.
Kavgaya tutuşmuşlar.
Gerçek ayağa kalkmış ve sesini yükseltmiş.
Senin hizmetkrın olmayacağım! kavgaya tutuşmuşlar.
Savaşmışlar, savaşmışlar, savaşmışlar
***
Sonunda Rüzgrı çağırmışlar.
Hangimiz efendi sen karar ver demişler.
Rüzgr, karar verememiş.
Esip gürleyerek bütün dünyayı dolaşmış ve insanlara;
Yalan mı güçlü, Gerçek mi? diye sormuş.
Kimisi;
Yalan bir kelimeyle gerçeki yok eder! demiş.
Kimisi;
Gerçek, karanlıkta yanan küçük bir mum gibi, her durumu değiştirir! demiş.
***
Velhasıl;
Sonunda Rüzgr dağın zirvesine dönmüş.
Yalanın çok güçlü olduğunu gördüm. Ama hükmü sadece Gerçekin duyulmaya çalışmaktan vazgeçtiği yerlerde geçer demiş.
Ve o gün bu gündür hep böyledir.
***
Şimdi;
Niye bu hikyeyi aktardım size.
Sebep-i mucibesi;
Şuan yaşanan ve yaşatılan hadiselere "ikmal" noktasında aktardım.
çünkü;
Yaşamın her evresindeki zevat.
Yetkili-yetkisiz.
Herkes.
Hükümet mi, muhalefet mi, beri yanda "düşünce" üretenler mi?
Hepsi.
Bila istisna; vücuda gelen her hadise için debelenip duruyorlar birbirlerini "suçlama" aktivitesinde.
Halk üzerinden;
Sözde "haklar" talep ederek, savunucu kesiyorlar.
Amma velkin;
Yalanlarının "gerçeğine" baktığınızda, hiç biri "halkı" görmüyor.
***
Belki az önce aktardığım hikye;
Nevruz Bayramı'yla alakalı yaşananlar için, "net bir düşünce" icra etmez.
Ama;
Nevruz Bayramıyla alakalı olarak,
Ülke siyaseti ve siyasi aktörlerin sergiledikleri tutum noktasında, "ciddi" bir emsaliyet getiriyor.
Bir taraftan;
Demokrasiden,
İnsan Haklarından,
Özgürlüklerden,
Barış ve kardeşlikten dem vurarak, "açılımlardan" bahsedeceksin...
Ki bu iktidar.
***
Muhalefetteki partiler de aynı meşreple.
çözüm.
Uzlaşı, diyalog ve demokrasi, insan hakları özgürlükler diyor.
Ancak ne hazin bir durum ki;
İş ve mesele "ahaliye" geldiğinde;
Şiddeti,
çatışmayı,
Kavgayı ve hizipleşmeyi körüklüyorlar sanki sözbirliği etmişçesine.
Bu ikmale;
Bir de iktidar olarak,
Muhalefet olarak,
Düşünce kuruluşları olarak ha bire; "çanak" tutmaktadırlar.
Sonra da;
Ahalinin huzuruna çıkıp "niye böyle oldu, müsebbip şu-bu, sen diyorlar?"
Olur mu?
Olmaz.
***
Bakınız.
Herkes;
Kendi meşrebinden Nevruz bayramı ve kutlama tarihiyle alakalı dem vuruyor.
Şu veya bu diyerek,
Kendilerine has "kazanç ve savunma" kalkanı yaratarak, konuşuyorlar!
Öyle ki;
Barışı,
Sevgiyi,
Kardeşliği, hoşgörüyü, hatta "birlikteliği" sembolize eden kültürel değerde sahip "Nevruz" üzerinde bile; "politik" davranılıyor.
Diyarbakır'da;
Yaşananları gördük ve yaşadık, yasak ile inadı neye hizmet ettiğini!
Doğru ile Yalanın "çekişmesinde" çıkan sonuç.
***
Ki Dün de;
Bölgenin diğer il ve ilçelerinde, "geri kalır" yanı olmayan haller yaşandı.
Daha da ilerisi;
70 yaşına gelmiş Ahmet Türk bile yumruklandı.
Ortamın;
Daha bir provoke edilmesi girişimiyle.
Hadise;
Üzerinde yapılan açıklamalar da, ayrı bir tehdit kokucu.
Evet,
Sayın Türk'e buradan geçmiş olsun, deyip acil şifalar diliyorum.
***
Yani anlayacağınız;
Dörtlü bir çekişmenin "içyapısında", ciddi bir tahribatları körükleyen süreç gelişiyor.
Nitekim
Dün birçok kişiden aynı sözcüğü işittim.
Nevruz;
Yine geçmiş yılların "korku kbusuna" döndü.
Sonuç itibariyle;
Gerçeğin de,
Yalanın da idrakine ve yaşam hakkaniyetine nail olabilmemiz lazım.
Aksi takdirde;
"Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" sözü, gerçek bir kimlik kazanabilir.