KAZANIN ALTINDAKİ ATEŞ!
Eklenme: 7/13/2010 12:00:00 AM

İller. İlçeler... Kasaba... Köy ve mezralar. Velhasıl Güneydoğu coğrafyasının tümü. Daha doğrusu Türkiye'nin dört bir yanı. Şuan "topyekûn" vaziyette; gergin ve gerilmiş vaziyette. Korku ve endişe bir tarafta. Öfke ve isyan ayrı bir tarafta. Tabiri caizse; kaynayan kazan misali fokurduyor. "İki kesim de" kazan içerisinde. Ve ne hazindir ki her geçen saat daha bir fokurdayıp, ısınıyor. Öyle ki artık kazanın içindeki kaynayan su taşıyor, taştıkça da çevreyi yakıyor.

***

Sebebi malum. Yarım asrı bulan ama bir türlü; "akla" ziyan çözüm üretilmeyen mevzu. Şiddet, terör, çatışma, isyan, baskı, operasyon. Ve ard-arda sıralanmış "cenazeler". İnkar, ikrar, eşitsizlik, hakların kabul edilmezliği. Her hadise bir başka hadiseyi "tetikleyip" gidiyor. Akıl dışı bir tablo! Tabi bu akıl dışı söylem "yaşananların" hikmetine değil. Soruna "akıl dışı" çözüm üretme gayretiyle geliştirilen "uçuk" düşüncelerdir. Üstadın dediği gibi; Yarım asrı buldu. Hala da açık olan sokak "çıkmaz" sokak olarak gösteriliyor.

***

Bakınız. Son günlerde; "kaynayan kazan" halimize ne diyorlar. Daha doğrusu "uçuk" düşünceler nedir? Diyorlar ki Kürtler ile Türkler birbiriyle yaşamak zorunda mı? Diyorlar ki; Olağanüstü hal ilan edilsin, silahlar daha bir ateşlensin? Diyorlar ki; Ya Milletvekilliğini yap, ya da dağa çık militan ol? Diyorlar ki; Dağa gideni vuracağız, dağdan ineni tıkacağız. Diyorlar ki; PKK'lı olursan 6, taş atan olursan 20 yıl? Ha! Bir de şöyle diyen var? İçi doldurulmayan "balon" sözcükler misali; Diyorlar ki; PKK ile Kürt halkını birbirinden ayırtın. Diyorlar ki; Kürtler ayrı potada, PKK ayrı potada.

***

Ama gel gör ki; Kimse. Daha doğrusu yarım asırdan bu yanadır. "Uçuk" düşüncelerden arınıp; "aha" bu mesele şudur demiyor. Aslında; "Taraflar" dahi bu gerçekte "imtina" ediciler. Dikkat edin! Medyanın da önemli bir bölümü; "olup-biteni" maniple ediyor. Kaynayan kazanın altına "odun" atma misali. Ateşi söndüren yok; "sürekli" körükleyen var. Gazetelerin sütunlarına baktım dün. Güneydoğu'da, Diyarbakır'da yaşananlarla alakalı kim ne diyor diye? Ne yazık ki; "aklıselim" bir düşünce yok. Hepsinde "uçuk" fikirler. Tansiyonu "geren", şiddeti "tetikleyen", insanları "ürküten", bomba misali, başlık ve yorumlar. Kimse akıl edip; "neden" bu olaylar demiyor? Aslında "mırıldanan" var. Ama onlar da; yarım asırdan buyana söylenen sözleri söylüyor. "Bir yerden düğmeye basıldı" diye? Öyle değil. Ama var sayalım ki öyle. O zaman şu denilmez mi; "bahaneye" neden malzeme veriyorsun? Çatışmada öldürülen PKK'lıların cenazeleri. 40 yıldır aynı; kimi yerde "ailelerine" teslim ediliyor. Kimi yerde; "ailelerinden" kaçırılıyor. İkilem. Belirsizlik ve sorumsuzluk.

***

İnsanın doğasında ve karakterinde vardır? Her kim olursa olsun, ne suç işlemişse işlesin. "Ölen" yakınına karşı; "hissiyat" besler. Ona son görevini yerine getirmek ister. Bu da doğal olarak; "cenazeni" almak, namazını kılmak ve defnetmektir. Ve vedasını böyle gösterip, taziyesini kurar. Bu gündelik hayat akışı, bugüne özgü değil. Hep var olmuştur. Öyle ise; Neden cenazeler "teslim" edilmiyor? Ya da; yakınlarına cenazeler gösterilmiyor? Sobeleme yapılıyor. Dün BDP'li Milletvekilleri Meclis'te bu durumla alakalı; açıklama yaptı. Öldürülen PKK'lıların cenazeleri "tanınmaz" halde. Yüzler tanınmaz, bedenler üzerinde darp gibi "kabul" edilmez işkence izleri. Ne kadar doğru? Ne kadar yanlış? Bilinmez! Elde bir veri ve done olmadığı için; "sadece" kanaat öne sürüyoruz. Ki bu da; "belirsizliğin" geliştirdiği haklı gerekçedir.

***

Velhasıl! Bir taraftan cenazen var deyip teşhise çağıracaksın. Bir taraftan da, teşhis için morga almayacaksın. Sonra da; cenazeyi vermeyip, "kaçırıp" kendin toprağa vereceksin. Otopsi raporunu ve diğer resmi işlemleri de; "devlet sırrı" diye saklayacaksın? Olmaz! Tabi bu olmaz; "sokakları savaş alanına" çevirmek için de geçerlidir. Aslında; "açmazımız, çıkmaz sokağımız, uçuk düşüncelerin" hassas noktası; "insani" bakışta körlük hâsıl olmasıdır. Eğer! Topyekûn bir vaziyette. Yaşanan ve yaşatılanları "insani" mecrada ve insani karakterde "algılama" yeteneğini geliştirebilirsek. Ve bu gelişmenin de "oluşumuyla" hadiseler bir çözüme kavuşur. Çünkü her hadise bilinmelidir ki; "insani" yapının inkârı ve kabulsüzlüğüyle icra olur.

***

Yeryüzünde vaki değildir; "İnsani" düşünce hadise üretsin. Çözümün dışında başka bir güç dengesi olamaz; "insan" ve insanların düşüncelerinde. Özetle en büyük devlet, en büyük kudret, en büyük eşitlik ve hak. En büyük değer ve bütünlük icra eden demokrasi, demokratik yapı. "İnsanı yaşatan" düşüncedir. Hani bir söz vardır; "İnsan-ı yaşat ki, sen yaşayabilesin." Demek ki; "Uçuk düşüncelerin" yapması gereken "fokurdayan" kazanın altındaki ateşi körüklemeleri değil. O yanan ateşi "nasıl" söndürebilmenin yollarını ve çözümünü bulmalarıdır. Kim ateşli yolda yürür. Güzelim huzurlu ve temiz yol var iken!