Elektrik Kesintileri.
İnanın ki, "Çin işkencesine" döndü?
Der demez insan çıldırıyor...
Ah şu "elektrik" kesintileri var ya.
Tabir yerindeyse, "dinden-imandan" eder hale geldi.
Ne bu rezillik diye?
Bir değil, iki değil, üç değil.
Hatta gün değil, hafta değil, ay bile değil.
Nerdeyse bir mevsimi geride bırakıyoruz.
Ama hala da;
"Çin işkencesine" dönen, bir "elektrik" kesintisiyle yüz yüze geliyoruz.
***
Elbette ki.
Aşırı kullanma var.
Kaçak desen o da var.
Kış geldi, "ısınma" amaçlı kullanan da var.
Önceki gün DEDAŞ açıklama yapıyor.
Aşırı yüklenmeden dolayı "trafolar" yanıyor.
Yani trafolar yetersiz kalıyor.
Bunlar bilinen gerçek.
İşte bu gerçeklere karşı "önlem" alınmaz, çözüm üretilmez.
Hal böyle olunca da.
Kışı da, yazı da "elektrik" kesintileriyle "ver yansına" dönüyor.
***
İşte yine Kış mevsimine girdik.
Bir iki damla yağmur.
Bir iki lapa kar.
Ve startını alan; "elektrik" kesintiler.
Yersiz-zamansız!
Türkiye.
Hele ki Güneydoğu illeri. Ve Diyarbakır.
Sanki "Uganda" gibi!
Çağın gerisinde bir bölge imiş gibi; "karanlık günlere gecelere mahkûm?"
***
Kesintiler isyan noktasında...
Haklı bir şekilde kent ahalisi, "burnundan" solar halde.
Vaziyete veryansın ediyor.
Öfke mi,
Tepki mi,
İsyankâr var-i şiddeti öne çıkaran; "bıçak kemiğe dayandı" misali, çözümsüzlüğe isyan ediyor.
Ne derseniz, deyin?
Diyarbakır şu son 15 günlük içerisinde "yaşadığı" elektrik kesintilerini, yaşamadı hiç bir dönemde.
***
San ki;
Bilinçli ve organizeli bir şekilde; "ahaliye" işkence uygulanıyor.
Toplumun tüm katmanları muzdarip.
Hele ki ilçeler.
Ergani ahalisi. Ki bölgenin; nüfus bakımında bir çok ilinden daha büyük.
Bismil.
Hazro. Lice. Kulp. Ki Diyarbakır merkezi de.
Yenişehir dâhil…
Birileri tarafından koordineli bir şekilde; "kesinti" uygulanıyor.
***
Daha önce; "2 saatlik" bir kesinti programı vardı.
O uygulanıyordu.
Ki ahali de anti saatte elektrik kesileceğini biliyordu.
Ama şimdi o da yok.
Yerli-yersiz kesiliyor…
Gerekçe belirten, bildiren açıklayan da yok.
***
Bırakın işin ticari faaliyetini.
İşyerlerini.
Sanayi.
Bakkalı, dükkanı, manavı.
Havalar soğuk.
Malum Diyarbakır'ın ekseriyeti de, "doğalgaza" geçtiği için.
Kaloriferler; "elektrik" olmadığı için.
Kombi çalışmıyor.
Ve böylece; "vatandaş" evinde tir tir. Tir tir titriyor.
***
İnanın günde yüzlerce telefon alıyoruz.
Hakaretler işitiyoruz.
Olmadık laflarla, yüz yüze getiriliyoruz.
DEDAŞ'a.
Ya da diğer yetkili kurumlara, söylenilmeyen bize söyleniyor.
Neden yazılmıyor.
Neden çizilmiyor?
Bu rezilliğe neden; "kulak verilmiyor" diyerek.
Pek tabi ki.
Bize söylenenleri.
Doğrusu bir o kadarını da ekleyerek asıl sorumlulara tevdil ediyoruz.
***
İlgili ve yetkililere diyeceğimiz o ki!
El insaf deyin.
Elinizi vicdanınıza koyun.
Ahalinin yerine kendinizi koyun ki.
Sanırım, aile fertleriniz de "muzdariptirler" sizden; uyguladığınız kesintilerden dolayı.
Gelin; "bu kesintileri" makul bir seviyeye çekin.
Kaçağa da.
Beleşe de göz yummayın.
Geçmişteki gibi; "saat uygulamasına" geçin.
***
Bari vatandaş.
Hangi saatte elektrik kesileceğini.
Hangi saatte elektriğin geleceğini bilir.
Ona göre de; "tedbirini" alır…
Birde…
Şu "meşguliyeti" veya bekleyinizi bitmeyen, arıza hattı var ya!
O da sıkıntılı.
Ki, çağrı sistemine geçilmişti.
Sanırım o da devre dışı.
***
DİŞ YARASI GEÇMEZ!…
Eski bir hikâye.
Ama ders-i ibret ihtiva ediyor.
Çünkü.
Yaşadığımız zaman açısından; önem arz edici!
Okuyalım.
Ve ona göre; "kendimize" bir ayna minvalinde, sorgulayalım...
***
Yaşadığı ülkenin önde gelen zenginlerinden biri, bir gün uşağını yanına çağırır.
"Bu akşam gelecek olan misafirler için yemek daveti de vereceğim.
Ancak, senden, yemek masasının dünyanın en güzel tat ve lezzetteki yiyeceklerle donatılmasını istiyorum." der.
Aynı akşam, yemek daveti için gelen misafirler birbirinden güzel tat ve lezzetteki yiyecekler ile donatılmış masaya oturup yedikleri yemeklerin tadını çıkarırlar.
Aradan birkaç gün geçtikten sonra ev sahibi tekrar uşağını yanına çağırarak.
Bir kaç gün önce gelen misafirlerin yeniden geleceğini belirterek, sözlerine şöyle devam eder.
Ancak bu sefer senden "Masanın dünyanın en acı, kötü, tatsız, çirkin tat ve lezzetteki yiyeceklerle donatılmasını istiyorum." der.
***
Akşam olur, misafirler gelir, yine çeşitli yiyeceklerle donatılmış masaya otururlar.
Ev sahibinin istediği gibi bu defa yiyeceklerin hepsi birbirinden kötü, acı ve çirkin lezzettedir.
Ev sahibi misafirlerin yanında uşağını çağırır.
"Geçen akşam için senden yemek masasının dünyanın en güzel tat ve lezzetteki yiyecekleriyle donatılmasını istemiştim:
Sen, dil ve dil’den yapılmış çeşitli yiyeceklerle donatmıştın masayı.
Bu akşam için ise tam tersi olarak masanın en kötü, acı, çirkin lezzetteki yiyeceklerle donatılmasını istedim.
Yine dil ve dil’den yapılmış çeşitli yiyeceklerle donatmışsın masayı, Peki ama neden?" diye sorar.
***
Uşak, kendisine sorulan soruya şöyle cevap verir:
"Siz dünyanın en güzel ve en acı malzemelerinden yapılan yiyeceklerle masanın donatılmasını istediniz.
Ben de dil’i seçtim.
Çünkü dünya’da en güzel, tatlı vb. sözleri dil söyler.
Aynı şekilde en acı, çirkin, kötü sözleri de dil söyler.
Bu tamamen kişinin dil’i nasıl kullanmak istediğine bağlı olarak değişir."
***
Sonuç itibariyle.
Her şey; "dildeki" ifadenin şekline bağlıdır.
Duygu ve düşüncelerimizi dile getirmekteyiz.
Seçtiğimiz sözler, onur verici, yapıcı, güzel olabileceği gibi.
Tam aksine, yani acı, çirkin ve kötü sözlerde olabilir.
Kısacası, dil deyip geçmemek gerekli.
Çünkü bir atasözümüzde de belirtildiği gibi.
“Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez”.
***
BAKIŞINDADIR HAYAT!
Eski zamanların birinde bir adam hayatın anlamının ne olduğuna takmış kafayı…
Bulduğu hiç bir cevap ona yeterli gelmemiş ve başkalarına sormaya karar vermiş…
Ama aldığı cevaplar da ona yetmemiş.
Fakat mutlaka bir cevabı olmalı diyormuş. Herkese bunu sormaya karar vermiş…
Köy, kasaba, ülke dolaşmış bu arada zamanda durmuyor tabi ki…
Tam umudunu yitirmişken bir köyde konuştuğu insanlar ona:
”Şu karşı ki dağları görüyor musun, orada yaşlı bir bilge yaşar, istersen ona git belki o sana aradığın cevabı verebilir” demişler.
***
Çok zorlu bir yolculuk sonunda bilgenin yaşadığı eve ulaşmış adam.
Kapıdan içeri girmiş ve bilgeye hayatın anlamının ne olduğunu sormuş…
Bilge sana bunun cevabını söylerim ama önce bir sınavdan geçmen gerekiyor demiş.
Bilge bir çay kaşığı vermiş adamın eline ve içine de silme bir şekilde zeytinyağı doldurmuş.
“Simdi çık ve bahçede bir tur at tekrar buraya gel…
Yalnız dikkat et kaşıktaki zeytinyağı eksilmesin eğer bir damla eksilirse kaybedersin”.
Adam gözü çay kaşığında bahçeyi turlayıp gelmiş.
***
Bilge bakmış:
” Evet, demiş kaşıkta yağ eksilmemiş, peki bahçe nasıldı?
Adam şaşkın…
”Ama demiş ben kaşıktan başka bir yere bakamadım ki“.
Şimdi tekrar bahçeyi dolaşıyorsun kaşık yine elinde olacak ama bahçeyi inceleyip gel, demiş bilge…
Adam tekrar bahçeye çıkmış gördüğü güzelliklerden büyülenmiş muhteşem bir bahçedeymiş çünkü…
Geri geldiğinde bilge, adama bahçenin nasıl olduğunu sorunca gördüğü güzelliklerden büyülendiğini anlatmış adam.
***
Bilge gülümsemiş…
“Ama kaşıkta hiç yağ kalmamış” demiş…
Ve eklemiş:
“Hayat senin bakışınla anlam kazanır.
Sadece bir noktayı görürsen hayatın akıp gider sen farkına varmazsın…
Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın; akıp giden zamanın anlam kazanır…”
“Hayatının anlamı senin bakış açında gizlidir”