KIRKLARDAĞI'NIN BEDDUASI!
Eklenme: 1/24/2014 12:00:00 AM

Okkalı bir söz!

Akılda, hayatın idamesine de ders-i ibrettir.

Denir ki.

"Niyet halis olunca, akıbet de halis olur".

Ama değilse, bertaraf olur.

Nitekim hadistir "Ameller niyetlere göredir." diye!

Hakkaniyet bu!

***

Böyle bir girişin sebebine gelince!

Bilirsiniz;

Kırklardağı'nı.

Adına Türküler yazılan,

Şiirler okunan, "efsane" içeren, bir tepe Kırklardağı!

Şehr-i Amed'in, "kuşbakışı" meknı.

Kimine göre de ziyaret!

***

Hatırlayın.

4 yıl önce burası "imara" açıldı!

Hangi zihinle,

Hangi çıkar ilişkisiyle,

Neden ve niçinleri sorgulayan bir tartışmayla, "kıyımı" yapıldı.

Ve ne acıydı ki şehir bileşenleri "ketum" kaldı.

***

Merkezi hükümet.

Yerel yönetimler dhil olmak üzere!

Kimse; "bu nasıl bir vahşet" diyemedi?

Köşenin müdavimleri bilirler.

O tarihte;

Buradan çok şey yazıp-çizdim.

Avamız çıktığı kadar bağırdım.

***

Dedim ki;

Kentin "silüeti" bozuluyor.

Burası, "şehrin nefes" borusu

Konut alanına dönüştürülürse şehir nefes almaz..

Ağaç dikilsin..

Ormanlık alan ilan edilip, "mesire alanı" yapılsın.

Ama kime dersin.

***

Yerel Yönetim!

Müteahhit ilişkisi.

Rant "bileşenleri".

Şehrin de suskunluğunu fırsat bilerek, "kıyım" fermanı çıkardılar.

Kırklardağı bir anda "beton" alanına çevrildi.

Binalar yükseldi,

çevre inşaat alanına döndü.

***

Sonuç;

Ortaya şehirden bakışla; "ucube" bir görüntü çıktı.

Ancak manzara "düşkünlüğü" rağbet yarattı.

140'a yakın kişi, yüzde 25 ödeme yaparak, konut satın aldı.

Ama dedik ya "niyet halis olmalı".

İşte, niyet ve amel bütünlükle "halis" olmayınca!

Kadim şehir "dokusu da" bedduasını eksik etmeyince.

***

çıkar ilişkisiyle;

Kırklardağı bertaraf hale dönüştü...

Peki, ne oldu derseniz?

Birinci müteahhit, "iflas" bayrağını çekti.

Piyasaya borç takarak.

Ki birçok inşaat sektörü hakkında davalar açtı.

"Paramızı öde" diye.

***

Ki adı "dolandırıcıya" çıktı.

Derken, ikinci bir müteahhit ortaya çıktı.

Peşinat yatıran ahaliyle, "önce" anlaştı, sonra uzlaşıyı bırakıp gitti.

Şimdi hal-i hazırda; inşaat durdu.

Binalar çürümeye başladı.

Ortaya, 140 mağdur aile çıktı.

***

Ne tapularını aldılar.

Ne de, konutları yapılabilindi.

İş Yargı'ya intikal etmiş durumda şimdi.

Suçlanan;

Arsa sahipleri,

Müteahhit firmalar

Ve Sur Belediyesi Başkanlığı.

***

Bakalım.

Adalet nasıl tecelli edecek?

Kim hakkına kavuşacak, kimin ipliği pazara çıkacak.

Tabi ki;

Mağdur ailelerin durumu,

Ve Mağdur edilen şehrin görüntüsü "nasıl" bir adalet hakkaniyetine kavuşacak.

Bekleyip göreceğiz!

***

Ama başta da dediğim gibi.

Niyet halis olmayınca; "fayda ve hayır" ikmale gelmez.

Diyorum ki.

Hal-i hazırda mahalli seçimlerin evresine girmiş durumdayız.

Ki burası da, Belediyeleri yakından ilgilendirir.

Sayın Baydemir'i bilirim.

Burayla ilgili "tasarruf" ortaya konulunca, özeleştiride bulunmuştu.

"En büyük yanlış" diye.

Sanırım bu işte; özellikle imar konusunda en büyük günahkr "Sur belediyesi".

***

Neyse!

Sevgili yeni başkan adayları!

BDP adayı da.

AK Parti adayı da.

Şuradan Amed halkına söz versinler!

Kırklardağı, konut alanından kurtarılıp, "eski silüyetine" kavuşturulacak!

Ve bu vaadi seçim propagandalarında bir proje ve "söz" olarak ilan etsinler.

***

Eğer.

Halis bir niyetle mevzuuya eğilirlerse.

Muhakkak "akıbette" ve akıbetleri de; "hayırlarla" vuku bulur.

En önemlisi de.

Diyarbakır halkının "teveccühünü" alırlar ki.

Bu hem oy hem de güven olarak; "kendilerine" güç olarak yansır.

Haydi diyorum.

***

FİNCANCI KATIRLARI ÜRKÜTMEZSEN!

Nasrettin hocaya atfedilen ve çoğumuzun da bildiği bir fıkrayla mülahazamıza devam edelim.

Şöyle ki:

Nasreddin hoca merhum, bir gün mezarlığa dolaşmaya gitmiş. Orada gezerken mezara benzer bir çukur görüp içine ölü gibi yatmış.

Sonra kendi kendine:

Bakalım sorgu melekleri gelecekler mi? diye düşünmüş.

Vakit bir hayli geçip gece olmasına rağmen hoca hl yatıyormuş.

Derken bir fincancı kervanı kabristanın yanındaki yoldan geçmeye başlamış.

Hoca, şakır şukur giden bu şey de neymiş? diye başını çukurdan çıkarıp bakınca katırlar aniden karşılarında bir şeyin belirmesi ile ürküp kaçışmaya başlamışlar.

Tabii ki hayvanlar birbirlerine girmiş ve katırlardaki bütün fincanlar kırılmış.

***

Akabinde kervanın sahipleri hocayı yakalamışlar ve

Kimsin, in misin cin misin? Bu saatte burada ne işin var? diyerek sıkıştırmaya başlamışlar.

Hoca:

Ben ölüyüm, aman etmeyin eylemeyin! dediyse de dinlemeyip, bir güzel bir dayak atmışlar.

Başı, gözü kan içinde kalan hoca eve gece geç vakit gelmiş. Karısı kapıyı açtığında şaşırarak;

Hoca bu hl ne? diye sormuş.

Hoca:

Öldüm, mezardan geliyorum. Başıma bu hl ondan geldi. demiş.

Hocanın hanımı da saf saf:

Hocam öbür dünyada ne var, ne yok? diye sorunca hoca şu cevabı vermiş:

Fincancı katırlarını ürkütmezsen hiç bir şey yok!

***

DEDİK YA; NİYET HALİS OLURSA?

Şimdi.

Diyeceksiniz ki, bu yazının arkasına fıkraya ne gerek?

Öyle değil.

çünkü niyet var.

O da şu.

Bunca gerginliğin, bunca küfrün, bunca kavga ve kaotik ortamın vuku bulduğu.

Fitnenin,

Fesatın,

Üçkağıdın, yolsuzluk ve usulsüzlüğün "gırtlağa" dayandığı.

***

Hakkın, hukukun, adaletin "terazisi" yamuklaştığı bir zaman içinde!

Biraz tebessüm edelim!

Hem de ders çıkaralım.

Pek tabi ki de "eleştirel akla hürmeten" eleştirel dil kullananlara nezire olsun!

Eee.

çoğumuzun başına, "hoca'nın yaşadığı" hadise gelmemiş mi?

Velhasıl.

Bugün Cuma, hayırlı bir gün.

Onun için hasb-i hali "halis niyet" üzerine hem Diyarbakır'ımızı.

Hem de mağduriyete uğrayanları,

Hem de hayat ikmalinde yaşanılanlara ders-i ibret diye kurguladım.

Cumanız mübarek olsun.