Bilirsiniz; "Zaafiyet" diye bir kelime var... Anlatım, derinliği hayli yüksektir... Öyle ki, bazen sayfalar dolusu yazıyla anlatamazsınız hadisenin meramını. Ama zaafiyetin "sonucudur" dediğinizde, olup-biteni anlarsınız mevzunun sebeb-i mucibesini. Aslında, Zaafiyet içerik ve anlatım noktasında yaşamın tüm koşu parkurunda pusuya yatmış "düşman" gibidir! Mücadele seyrinde de; hassasiyet arz edicidir. Doğrusu; Ölümcül bir virüs gibidir. Sirayet ettiği alan; Neye kâmil olursa olsun, "kaybı ve yıkımı" büyüktür! Dağılır gider! Şayet; Geri dönüşü ve farkına varılışı olmayınca... Tedaviye yönelmediği takdirde. Özellikle de; Koruma, kollama ve sahiplenme açısından "zaafiyet" hâsıl olunca durum pamuk ipliğine döner... Koptu-kopacak!
* * *
İster, Zenginlikte olsun... İster, En güçlü yapıda olunsun. İster, Sorumlulukta olsun. İster, Siyaset ve politikada olsun. En öncü kişi ve camia olsun. Ve tabi ki, İş dünyasında en güçlü olanı olsun. Kim olursa olsun; Neyi ihtiva edecek yapı içeriyorsa ve sahip ise, hangi mecrayı kapsıyorsa kapsasın. Vücuda gelmesi; "Zaafiyet" içeriyorsa, çöküşü başlamıştır demek. Onun için de; uzak durmasıyla varlığını ancak idame edebilir. Onu bir bütün olarak, yaşatıp büyütmesi;
* * *
İşte bu "sinsi" ölümcül virüs içeren "zaafiyetin" hayat bulmasına imkân vermemekle, ancak var olabilmeyi sürdürebilir. Aksi takdirde, Kısa süre içerisinde o virüs vücuda yayılır ki, "ölüm ve yok olma" o birey ve oluşum, camia için kaçınılmaz olur. Hele bir de; Bu zaafiyetin derinlik sağlayan sinsiliğine "gaflet" denilen bedbahtlık ta eklenirse; "yok oluş" kaçınılmazdır. İşte bu ikilinin; Vücut bulduğu her "yapı ve oluşum" ister bireysel, ister toplumsal düzeyde olsun, "hayat-i" idameleri zordur. Pek te, Hayır içermedikleri gibi tüm olumsuzların da "anasıdır". Salt zararları kendilerine değildir. Bulundukları çevre kadar; onlarla bütünleşen her şey "kayıp" moduna girmiştir. Demek ki; Zaafiyet. Gaflet ve delalet. Diğer yanda, "ön yargıya" dayalı peşin hüküm denilen "yıkıcı" anlayışa ve tepeden bakışa, paranoyak düşünceye hiç ama hiç hayat tanınmamalı. Ne de yakınlaşmamalı? Ve ne de, bu "üçlünün" sahip olduğu ölümcül virüs vücuda girme gibi bir şansa sahip olabilsin? Sirayeti ve sirayet edici alanlara imkân verilmemeli. Özellikle. Ve özellikle; bu yıkıcı durum siyasal iktidarlar tarafından "iyi" kollanmalı.
* * *
Ama görüyoruz ki, Geçmiş tarih içerisinde "siyasal iktidarlar" ve siyasi oluşumlar ne hazin ki acı sonları hep bu "virüsün" vücuda gelmesiyle olmuştur. Bakın; ANAP'ın tarihçesine. Bakın; DYP'nin tarihçesine. Bakın; SHP ve DSP ile CHP'nin tarihçesine. Bakın, RP ve geleneğinden gelen diğer partilerin tarihçesine. Ve bugün, AK Parti'nin içtihada aldığı siyasi aktif duruşuna. Hepsi. Belli bir zaman içerisinde, ülkenin "en güçlü" siyasi yapısına sahipti. İktidar oldular. Birinci parti olma ünvanını kazandılar. Halkın teveccühünü aldılar. Milyonlar, gönül vererek onları güçlendirdi.
* * *
Peki, zaman tüneli içerisinde ne oldu; İşte o "zaafiyet, gaflet ve delalet" denilen virüs onları kaptı. Kendi milletine düşman oldular. Ön yargılar üzerine, "komplo" teoriliğiyle; şer odakların piyonu olup, halkı küçük görmeye başladılar. Kapalı kapılar ardında; "milli iradeye" karşı hükümler icra etti. Kardeşi-kardeşe. Babayı-evladına; kırdırdı. Yolsuzluk, usulsüzlük, rüşvet. O ölümcül "hiv virüsü" gibi; hızla yayılım gösterdi; onların hayat damarlarına. Sanki hiç bir güç ve kudret "onları" al-aşağı edemeyecek gibi düşünceye kapıldılar. Açıkça; herkesi "düşman" görmeye başlayan, kendini hayatın tam merkezine koyan, "optiği" şaşmış bir siyasi aktiviteyle "kendi" iplerini çektiler. Bugün; bu saydığımız siyasi oluşumlar ve onların liderlerinin "hayat ikmali" hepimizin malumudur. Ne kadar; derin bir zaafiyetin "çukurunda" oldukları. Sokaktaki; 70 yaşındaki dededen, 7 yaşındaki torununa kadar. Bu bahsedilen siyasi akımlarla alakalı sorduğunuzda "hepsi" için söyleyecekleri söz; "olumsuz" ifadeden öteye değil. Doğanın tabiatına aykırıdır; Millete rağmen milleti yönetmek. Hakka rağmen, hakka sahip olabilmek.
* * *
Şimdi bakıyorum; AK Parti de özellikle son aylarda hayli ürkütücü bir şekilde "bu ağa" sürükleniyor. Hem de; pusuda bekleyen o virüslerin iştahını kabartırcasına. Dün; Bu toplum vicdanında kayıpları oynayan, itici bir vücuda gelen AK Parti'yle alakalı seyri Ahmet Altan şöyle kaleme almıştı. "Herkes bize düşman" diye getirdiği tespitte, şu satırlar yer aldı. "AK Parti iktidarının hastalanmaya başladığını gösteren ikinci işaret ise öğrencilere yapılanlar. O nasıl bir şiddet öyle? Öğrenciler hatalı bir şeyi savunabilirler, söyledikleri tümden yanlış olabilir, haksız eleştirilerde bulunabilirler. Bırak ne söylüyorlarsa söylesinler, eleştiriyorlarsa eleştirsinler, "iktidarı eleştireni perişan ederiz" anlayışı da nereden çıktı? Bu, herkesi "düşman" görmeye başlayan, kendini hayatın tam merkezine koyan, "optiği" şaşmış bir bakış. İşin tuhaf ve acıklı yanı ise bu hastalığa genellikle iyi işler yapan "iktidarların" yakalanması. Yaptıkları iyi işlerin "yeterince takdir görmediği" inancının, önce haklı bir zeminde filizlenip, ardından "herkes bize düşman" anlayışına kadar uzanması. Bu iktidar gerçekten tarihe geçecek reformlara imza attı. Askerî ve yargısal vesayetin geriletilmesinde eşine rastlanmamış bir duruş sergiledi. Ama bütün bunlar AKP iktidarını "dünyanın merkezi" yapmaz. Zaten bugün yeryüzünde "dünyanın merkezi" olan bir siyasi iktidar da yok. Ayrıca, hükümetin daha önce iyi işler yapması daha sonra "kötü" işler yapma hakkını da kendine vermez." Altan'ın incelik ihtiva eden; tespiti bu.
* * *
Dedik ya; Zaafiyet, gaflet ve delaletle oluşan; ön yargı, peşin hükümlülük gibi "yıkıcı" düşünce ölümcül virüs gibidir. Vücuda gelmesiyle; Derin bir hastalık evresini hayata geçirir. Bir süre sonra da; o vücut "mevta" olur. Yukarıda örnekledim bu ülkenin siyasi iktidarlarının bugünkü haliyet-i ruhiyetlerini. Velhasıl; AK Parti hükümeti'nden bu ülke ve bu millet "çok şey" bekliyor. Hele; yılların kanayan mevzusu "Kürt" hadisesi. Tam da; Sağlıklı ve çözüm üretici bir dönemin atmosferi oluştuğu bir zaman dilimi içerisinde "düşman görme" zaafiyetine düşmek kabul edilmezdir. Gidişat, hayra alamet değil. Hele bunların; 2011 Haziranında yapılacak Genel Seçimler arifesinde vuku bulması. Bu şuan için; Toplumun özellikle de Güneydoğu ahalisinin sorduğu sorular. Hani; Demokratik açılım? Hani; Kürt sorununun çözümü? Hani; Güneydoğu'nun sosyo-ekonomik kalkınması? Hani; İlerici demokrasi, şeffaf düşünce ve demokratik anlayış? Hani; Bölgeler arası gelişmişlik farkının ortadan kaldırılması? Hani; Darbecilerden hesap sorulacağı, faili meçhullerin gün ışığına çıkarılacağı? Hani; Olağanüstü Hal Dönemindeki "hukuk ve adalet" dışı uygulamaların hesabının sorulacağı? Yok.
* * *
Peki; bunun cevabını nasıl vereceksin. Zaafiyete düşerek, "bunları biz vaat" etmedik mi diyeceksiniz? Yoksa; bunları istemek "bölücülüktür", bunlar bizim "düşmanlarımız mı" diyeceksiniz? Böyle bir düşüncenin şu an için; "yapı bulması" pek gerçekçi olmaz. Ama diyeceksiniz ki, "Köşeye sıkıştığında" söyleyebilir mi? Söyler. İşte bu yoklar ve söyleyebilirlik, idarenin zaafiyetini ihtiva etmektedir. Bu da; referandum'da yüzde 52 oranında "gönül ve yoldaşlık" bağını ortaya koyan milleti üzüyor. Hele bizleri; Çok ama çok derinden yaralıyor. Onun için diyoruz ki; Sahip çık. Tarihin tozlu raflarındaki kitapların satır aralarına sıkışmış "partilerin" durumuna düşme hastalığından; kendini kurtar. Yoksa; Akıbetin pek de uzak olmaz! Ve pek tabi ki; Biz toplumun fertleri olarak da ne günlük hayatımızda. Ne de; evdeki yaşam düzeyimizde sakın ola; zaafiyetin ve gafletin tuzağına düşmeyelim. Çünkü; Zaafiyet yıkımdır, gaflet kayıptır, ön yargılar "bölücülüktür".