Öyle ya! Nazar değmesin. Maşallah diyelim.
Şu Türkiyemizin hali durumuna.
Malumunuzdur; kusursuz ve kesintisiz "vaka" üretmekte üstüne yok.
Öyle ki; yeryüzünde "gündem" işgali ve yaratıcılığında "rekoru" elinde tutuyor.
Performansına diyecek yok!
Her tükettiği zaman dilimi içerisinde "kendi rekorunu" egale etmektedir.
Hikmeti bilinmez bir vaziyet. Durum böyle olunca da "kafalar" bir hayli karışık oluyor.
Zikredilen durum, gelişen vaka "olumlu mu, olumsuz mu" diye.
İşler doğru mu yapılıyor, yoksa yanlış mı? Olup-bitene karşı ahali 'ikilem' içerisinde.
Bir anda; "taraf" durumuna düşüyor.
***
Sadece bir vakayı örnek verelim. Ergenekon Terör Örgütü.
Toplum da, ülkenin aydınları da, yazar-çizer de.
Vakanın "özünden" çok, olup-bitenine odaklı vaziyette "taraf" geliştiriyor.
Doğru mu, yanlış mı? Sonucu ve olabilecek detayı görmeden.
Yani "dereyi görmeden paçayı sıvama" misali.
Ergenekon'un son 12 dalgasında.
Yani vakanın "akademik" kadrosuna yönelik gözaltıların yansımasına bakalım.
Medyanın bir bölümü; "Nasıl olur? Kabul edilemez!" manşetleriyle nara atıyor.
Bir bölümü de; "Zaten böyleydiler" diyor. Ama kimse; "dur bi saniye" demiyor.
Sonucu bekleyelim, "adalet" tecelli etsin. Yargı kararını versin.
"Suçlu-suçsuz" olduğu kanıtlansın. Ondan sonra; "hüküm" geliştirelim diyen yok.
Böyle olunca da; "vakanın" kimyası değiştiği gibi "cacık" durumuna gelmektedir.
***
Tabi bi kesim var ki "akıl-sır" erdirmek mümkün değil.
Öyle ki; "gözaltına" alınanları "sütten çıkmış ak kaşık" gibi görmekte.
"Nasıl alırsınız, nasıl suçlarsınız" diye.
Sormak lazım..
İnsan yaşlıdır diye "suç işleme" gafletine düşmez mi?
Rektörlük makamına oturmuş veya akademisyenlik ünvanı almış zat "yasadışı faaliyetin" içerisine girmez mi?
Veya doktur olmuş, başhekim olmuş, hastalara şifa dağıtmış zat-ı muhterem "ihanetliğin" gafletine dahil olmaz mı?
Ya da Emekli generaldir, ülkenin siyasi profiline karşı "kin" besleyip yeni bir siyasi rejim geliştirme anlamında "hukuku" çiğnemez mi?
Yazar-Çizer-Gazeteci tüm bu "gaflet ve delalet" içerisinde olanların "sözcülüğüne" soyunursa, suç işlemiş olmaz mı?
Dahası; "tüm bunlar", belli bir çizgide buluşuyorsa. Aynı "havayı" soluduklarını ifade ediyorsa.
"Demokrasiyi de" düşüncelerine düşman olarak görüyorsa; demek ki burada "çapan oğlanı" var.
Onun için diyorum ki;
"Ön yargılı" davranmak. Ya da olumlu-olumsuz noktada "peşin hüküm" geliştirmek yanlış olur.
Şayet; "Yargının bağımsızlığına" inanıyorsak. Ve "adaletin kestiği parmak acımaz" diyorsak.
O zaman; bırakalım "vaka", cacık olmadan, kimyası bozulmadan, detaylansın. Ak ile kara gün ışığına çıksın.
Tabi eleştirilecek, karşı çıkılacak "noktalar" da yok değil.
O da; "uygulamanın" şeklidir. Soruşturmanın değil; "soruşturmanın" hedefindekilere yönelik "adli kolluk" icrasıdır.
Yoksa neden, niçin, nasıl, niye? diye girdaba takılırsa, "sapla-saman" karışır.
Suçlu-suçsuz "sırra kadem" basar.
***
SOM VE GÜZEL KAVGASI
Dedik ya; "mevzu" özünden saptırılıyor. "Tarafgirlik" noktasında.
Bakınız önceki akşam "Siyaset Meydanı" programında yaşanan "rezalete"!
Cumhuriyet Gazetesinden Deniz Som. Radikalden Hasan Celal Güzel.
Konu; Ergenekon, Darbeler, Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un "tartışmalı" konuşması.
Ve DTP'ye yönelik "operasyon".
Deniz Som'u "agresif" bilirdim. Ama ağzının "bozuk ve küfürbaz" olduğunu bilmiyordum.
Onu da; görmüş oldum.
***
Şöyle ki;
Som, Güzel için "Darbecilerin müsteşarısınız. Başbakanınız (Merhum Özal'ı kast ederek. Buarada dün ölüm yıl dönümüydü. Buradan kendisini rahmetle anıyoruz) askere selam durdu. Darbecilerin Başbakanı" dedi.
Güzel "çirkin ve ithama" dayalı Som'un sözlerine bir hayli gerildi.
Tabi saygın duruşundan ödün vermeden karşılık verdi.
Kendisinin 12 Eylül darbesi döneminde 'hapse' atıldığını.
Özal'ın da 'alnının akı ile milletin oyuyla' tek başına iktidara geldiğini söyledi.
Güzel, darbeler döneminde ise Cumhuriyet Gazetesi'nin "demokrat" duruş sergilemediğini ifade etti.
Som ise "maskesini" düşürerek "İspatlamazsanız şerefsizsiniz" diyerek hakaret etti.
O sakin insan Güzel'i bu söz çıldırtmaya yetti.
Güzel, Som'a "Sizsiniz şerefsiz. Alçaksınız" diyerek karşılık verdi.
Düşünün. Aydınlarımızın mevzuular karşısında "geldiği" noktayı.
Gerisini siz yorumlayın.
***
İŞSİZLİK BEL BÜKTÜRÜYOR?
Neyse! Fazla da söze gerek yok. Zaten vakaya "edilen edildi".
Biz de duruma "tuz-biber" taşımayalım. Biraz da göz ardı ettiğimiz gerçeklere dönelim.
Şu işsizlik ve "mutluluk" mevzusuyla alakalı. Yani sokaktaki vatandaşın "gerçek" gündemi.
Sokaklar, evler, işyerleri "yangın yeri" misali.
Bakınız resmi rakamlara. Son bir yıl içerisinde "işsiz" insan sayısı yüzde 40'ı aşmış durumda.
Korkunç ve insanı dehşete düşürecek "yüksek" derecede bir işsizlik.
Yani 3 milyon 700 bin işsiz. Tabi bu rakam "resmi rakam".
Ya gayri resmi rakam. "işten" umudunu kesen, kahve köşelerinde "zaman" tüketen.
Okey masalarında "dirsek" çürüten. Önümüzdeki günlerde "kapı önüne" konuşacakları da düşünürsek.
İşsiz insan sayısı resmi ve gayri resmi "toplamı", 6,5 milyonu aşıyor.
***
Ya gelecek nesil. Haziran sonunda "işsizler" kervanına arz-ı endam edecekler.
O zaman işsizlik oranı yüzde 13 ila 15 değil, yüzde 30'u gösterecek.
Yani nüfusun "ekseriyeti" aç. Taktir edersiniz ki; "aç insan" uyumaz.
Uyumayan ve işsiz insan demek "parçalanmış" aile demektir.
Bugün "güpe-gündüz" insanlar elinde bıçakla "soyguna" yelteniyorsa.
Soygun, hırsızlık, gasp ve kapkaç vakaları artıyorsa.
Uyuşturucu, mafya ve çeteleşme revaçta bulunuyorsa.
Adli cinayetler önlenemez şekle geliyorsa.
Bunun tek sebebi ve mucibesi "İşsizlik, yoksulluk ve aşsızlıktır".