Günün yazısı için bilgisayarın başına geçerken düşündüm! Bugün hafta sonu. Herkesin 'istirahat' ettiği bir zaman dilimi.
Bunun 'ruhuna' uygun nasıl bir yazı 'döşeyebilirim?' diye! Kendi kendime havsala yoklaması yaptım.
Özellikle 'mevzuular' üzerine. Çünkü 'pazar yazısı' geleneğinde şu etken derinlik hasıl eder.
Okurun ekseriyeti 'neşelenmek' ister. Yoğun geçen haftanın 'stresinden' kurtulmak için.
Bir de; 'huzur ve tebessüm' duygusu işleten; bir düşünce bekler.
***
İşte durum böyle olunca da; 'hafta sonu' yazısı 'zorluklar' basamağına girmiş oluyor? 'Çıkmaz sokak' misali!
Ne yazılabilinir ki? Çünkü solduğunuz hava, yaşadığınız ortam, bulunduğunuz coğrafya 'el vermiyor?'!
Yüzünüze 'tebessüm' bile çok görüldüğü gibi; 'acı ve şiddet' günlük hayatın bir parçası olarak dayatılıyor.
Silahların 'susmadığı', cinayetlerin 'sıradanlık' kazandığı, masum çocukların 'kör kurşunlara' hedef olduğu.
Ve kimsenin de; 'kılının' kıpırdamadığı bir yaşam alanında; ne yazılabilinir ki?
***
Bilemiyorum! Sanırım sizler de; yazı satırlarıyla yol alırken aynı minvalde düşünce üretiyorsunuz.
Olur mu? Bakın; bir kaç gündür 'köşemden' indirmediğim 'Küçük Ceylan'ın vahşice ölümü.
Paramparça 'edilen' 12 yaşındaki Ceylan Önkol'un 'vakasında', hala vicdanı rahatlatıcı bir yol alınmış değil.
Derin bir sessizlik 'hakim' olduğu gibi; 'kabullenmeme' gibi bir düşünce de söz konusu.
Ki dün; 'TSK'nin bilgilendirme toplantısında aktarıldı. 'Olay üzüntü verici. Ancak o bölgede havan ateşi yapılmış değil'!
***
Hepsi bu kadar; gerisi yok! Dün de ifade etmiştim; 'Ceylan'ın akıbeti ne bir ilktir, ne de son olacaktır.
Çünkü 'onun' hayat ve ölüm hikâyesiyle örtüşür düzeyde; 17 bin vaka mevcut. Ve hepsi de; 'tozlu' raflarda.
Savcılık '48' saat sonra da olsa; olay yeri incelemesi ve bulguların 'tespiti' noktasında; işlemde bulundu.
Gözler şimdilik; 'Kriminal' rapora çevrilmiş. Okul'da sürekli takdirle 'karne' alan Küçük Ceylan'ın bedenini' parçalayan cisim; 'nedir?' diye!
Havan mermisi mi, roketatar mı, uçaksavar mı, ya da 'yeni denen' bir şekil yeni silah mı? Görülecek!
***
Tabi 'görebilmek' ve sonuç alabilmek için de; 'meseleye' işlerlik ve gündem olabilirlik kazandırmak gerekir.
Yani 'vaka' sıcak tutmalı. İlgi ve dikkat çekilmeli. Ama ne var ki; 'dikkat' çekilmediği gibi; 'tek sütunla' geçiştiriliyor.
Bilinmez bir hikmeti mucibeyle! Hatırlayın! Münevver Karabulut'un 'öldürülmesi' vakası, günler değil aylarca!
Ben benim diyen 'gazetelerin' iri puntolu manşetlerinden inmedi. Cem Garipoğlu, 'döşenmedik' yazı kalmadı.
Göbek kaşıyan 'kalem sahiplerinin', attıkları çığlık.
***
Ceylan ve Münevver! İkisi de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 'vatandaşı'! Ama; 'yaşam alanı ve kulvarları' farklı.
Biri Türk ve Batı'da, diğeri Kürt ve Güneydoğu'da! Ve ikisinin de 'akan kanı ve cansız bedenleri' mevcut.
Peki, 'birine gösterilen duyarlılık, neden aynı duyarlılık ve hissiyat diğerine gösterilmiyor'!
Siyasal İktidar, Muhalefet ve diğer sözüm ona 'insani' ve vicdanı duyguların savunucusu 'kurumlar' nerde?
Nerde onların; 'Münevver Karabulut' vakasına gösterdikleri hassasiyetin Küçük Ceylan'a gösterilmesi?
***
Dünkü yazımda 'dikkat çekmiştim' Küçük Ceylan'ın ailesine ve annesine 'vicdan' sahibi erkânın ulaşması gerekir.
Ve onların 'sesleri' duyulmalı ki, bilsinler ki 'devlet' herkes için 'eşit' bir düşünceye ve 'babalığa' sahip olduğu.
Ne var ki; olayın üzerinden nerdeyse bir hafta geçti. Hala da bir tek 'devlet' adamı ve büyüğü; 'kapı' çalmış değil.
'Acınızı baylaşıyoruz, başınız sağ olsun. Olay mutlaka aydınlanacaktır? diyen olmadığı gibi; 'yanık yüreğe su serpen de yok'!
Bilemiyorum! Bu 'suskunluk' Devletin yönetim anlayışına yani rejimin korunmasına yönelik midir? Yoksa 'yıkımına' yönelik mi?
***
Şunu artık net kavramamız gerekir. Türkiye 'derin' bir değişimin yolculuğunda. 'Geri dönüşü' de yok!
Onun için de; birileri artık beyinlerine 'kazmaları' gerekir. 'İster kazara olsun, ister ihmalden olsun, ister başka neden olsun?'!
Vuku bulan her ne hadise ise; 'rejimin' korunmasına kurban edilmemeli. Hele bunda, hak, hukuk, adalet, insan ve nizam var ise.
İnsan 'hayatı' söz konusu ise; mümkün değil. Çünkü rejimlerin 'ruhunda ve işlevinde', insanı 'yaşatma' vardır. Öldürme değil.
Eğer Küçük Ceylan'ın 'vahşice' ölümüyle yükselen 'vicdani' ses, muhatap bulamazsa.
***
Bilmeliyiz ki, 'Küçük Ceylanın' katili rejimdir, siyasal iktidardır ve onun 'yönetimindeki' kurumlardır.
Ve en ciddi ihmalkarı da, hak, hukuk ve adalet 'nizamıdır'! Zaten; böylesi 'düşüncelerin' üreme gösterdiği dönemlerin; yarattığı tahribat malum.
17 bin faili meçhul 'cinayettin' Adliye'nin 'tozlu raflarının' bulunduğu bölümde, istiflenmiş olması 'malum' dönemin ürünü değil midir ki?
Uğur Kaymaz'ın vücuduna isabet eden 33 kurşun'un nasıl ki 'akıbeti' hala 'vicdanları' sızlatıyor olması; 'neyin hikmetidir?'!
Hikmeti mücibesi aslında sözün kısası şudur.
***
Demokrasi de, İnsan Hakları da, Hukukun üstünlüğü de, Adaletin tecellisi de, aş, iş emek, Türkiye'de 'farklı bir rejim' anlayışına sahip olmasıdır.
Herkes 'kendisine' özgü bu hayat damarlarına ve yapısına 'isim ve kimlik' biçmesidir. Durum böyle olunca da, 'benden-senden' hasıl oluyor.
Yani 'ötekileşme'!
Evet! İşte bilgisayarın başına oturup, 'hafta sonu' ruhuna uygun nasıl bir yazı döşeyebilirim 'düşüncesinin', satırlara yansıması.
Peki; 'uydu mu?'. O koca haftanın 'travmasını' az da olsa, uzaklaştırdı mı? 'Yüzünüze tebessüm', ruhunuza 'neşe' getirebildi mi?
Hayır! Hem de birçok hayır! Çünkü 'yüreğimizde, vicdanımızda ve beynimizde' şuan için çakan bir şimşek var.
Küçük Ceylan'ın 'Ölüm çığlığı' muhatap bulacak mı? Ve bu derin 'alakasızlık' son bulacak mı?