Hiç kuşkusuz ki; Allah-ü Teala'nın "inayetiyle" oluşur insanoğlunun yaşam koşusu! Çocuk ve Çocuklar... Kızlar ve Erkekler. Doğar, büyür ve ölür. "Hayat" maratonunda; üç önemli evredir bu "yaşam" maratonu. Her evre kendisine has bir sonraki evrenin "yol" göstericisidir. Malum! Çocuk; bir anne ve babadan vuku bulur. Sevginin "meyvesidir" onu; hayata ve yaşam koşusuna dâhil eden. Yeryüzüne "intikali" bir filizdir! Dâhiliyle var olma "mücadelesi" başlar. Bakıma, ilgiye ve suya ihtiyacı var. Onun için "var olabilme" ilk olmazsa olmazıdır. Tabi onu hayata dâhil edenler için de; "iyi bir nesil" yetiştirme; gayesidir "olmazsa olmaz". İlk yılları "emeklemeyle" geçer. Düşer-kalkar, yürür. Derken ayağa kalkar. Ve çevresini tanımaya başlar. Sorgulayandır, merek edendir. Dayanır; ailenin ve kendi büyüklerinin "hikmetine". "Ne olduğunu?" öğrenmeye çalışır.
* * *
İlk icraatı "konuşma" ve anne-babanın "kullandığı" dil olur. Yani; "Ana dili..." Zaten bu dildir "onu" çevre ile diyaloga sokan. Sonra; çevrenin kullandığı genel dili öğrenir. Bu da resmi dildir. Herkesin kullandığı dil. Söylemeye başlar; Anne, baba, ağabey, kardeş, bacı, teyze, hala demeye! Büyüklerin değerlerine "vakıf" olur. Neye "hikmet" ettiklerini irdeler. Dil'le başlayan "öğrenim" Din ve İnanç'la sürer. Tanımak ister; "önündeki" hayat koşusunun etaplarını. Eğitim ve öğretim "evresine" girer. Ki bu onun için; hayatın "iksir" noktasıdır. Ya; zehirlenip tüm evreyi "acı" içerisinde geçirir. Ya da; zenginleşir. Tüm yaşamı "kazançlı" olur. Ve böylelikle; artık evin "dışındaki" dünya ile ilişkidedir. Sokak! İşte bundan sonra başlar; "gerçek" hayatın kendisi! Gördükleriyle, yaşadıklarıyla, öğrendikleriyle "büyür". Olumsuz-olumlu "mevzulara" vakıf olur! Yol ve yarınların rotasına hikmetli olan; Eğitimle "yön" bulmaya çalışır.
* * *
Bu kez; Kendisi yetişkindir. Evlilik. Çoluk, çocuk "evresi"ne kendisi dâhil olmuştur. Gördüklerini. Yaşadıklarını. Öğrendiklerini. Öğretilenleri. Bunları kendi nesline "aşılamaya" başlar. Onun "hayat" koşusuna katılabilmesi için. Bu yaşam "koşusu" hiç durmaksızın nesilden, nesile işler. Peki; bu durumun "hakikat-i hikmeti" nedir? Süreci bu kadar "kesintisiz" işleten olağan gidişatın mayası; nedir? Takdir ilahi kudretindir... O istediği içindir ki; bu hayat "var" olmuştur. Onun "inayetiyle" bu süreç hayat buluyor. Tabi bize de bahşettiği bir duygu vardır. O da "sevgi" duygusudur. Ki bundan dolayıdır ki; "duygunun en yücesi" insan sevgisidir... Çünkü "insan sevgisiz, sevgisiz de insan" olamaz! Ondan değil midir ki; Biz büyükler çocuklarımız için deriz. Can parem. Güzel evladım. Biricik çocuğum. Onlar da bizler için der; Anacığım, babacığım! İşte bu derin "Sevginin" ifadesidir sonda eklenen "cığım" eki.
* * *
Peki! Bu kadar "hakikat" aleni bir dünya içeriyorsa. Ve bireyler olarak aile düzeni içerisinde; "sevgiyle" kucaklaşıyorsak. Duygunun en yücesinin de "insan sevgisi" olduğunu idrak ediyorsak. İnandığımız; Din! Saygı duyduğumuz; değerler. Önünde eğildiğimiz; inançlar. Bizlere bu kadar "sevgi" hassasiyetinin önemini ifade ediyorsa. Peki, bu yaşadıklarımız; neye hikmettir. Demek ki; "Derin" bir yanlışlık, vahim bir ihmal, kabul edilemez bir "çelişki" söz konusu. Aslında; yukarıda "özetle" neslin hayat koşusunu olması gerektiği noktada konuştuksa da. Bugün! Ve geçtiğimiz gün. Daha öteki günler ve yıllar. En önemlisi bugün; Yaşanan ve yaşatılanlar! "Bahsedilen" hayat koşusunun fersah fersah tersi istikametinde. Neslimize bu yolda koş dedik. Öyle bir elbise biçtik ki; Asileştirdik!
* * *
Şiddetin, kavganın, fitnenin, dışlamanın, öteki tutmanın, ayırımcılık yapmanın "batağına" sürükledik. Dayattık; "ötekisin..."diye! Düşmanlık aşıladık; "sen-ben-biz, onlar" diye. Dürüstlüğü "ahmaklık" dedik. Arkadaşlık mı "çıkarcılıktır". Kardeşliği "sevgisizliktir" diye anlattık... Sonra yüklendik "Kürt ve Türk" ikilemi diye. Nesil; "içine" kapandı, kahrolası sürecin yıkıntı icra eden etkenleriyle. Aile. Toplum. Ülke ve Devlet! Nizam değişimine uğradı. "Haklar" inkâr edildi, "haksızlıklar" baki sayıldı. Ve işte bugünkü hal-i durum. Boğaz boğazdayız. Her geçen gün de daha bir bileniyoruz. Nesli de; birbirine "düşman" ederek. Çıkılmaz bir sokak inşa ediliyor.
* * *
Dününün çatışma bilânçosu; 3 Asker, 12 PKK'lı. Toplam 15 insan "ölü". "Yüreklere" kor ateşi düşüren bir kavganın acı faturası. Karslı, Iğdırlı ve Gaziantepli, diğer gün yurdun diğer illerinden. Ağıt aynı ağıt, acı aynı acı feryat aynı feryat; "Bu kan dursun. Yeter kardeş kardeşi öldürmesin". Siverek'teki STK'lar da ses verdi; "susturun silahları". Osman Baydemir Yaz Kampında seslendi; "Bu ülkeyi yönetenler ve öncülük edenler sadece 24 saat çocuk olabilirlerse bu ülkede kavga kalmaz, savaş görmezler ve barış gelir". Diyarbakır Emniyetinin kurduğu 500 çocuktan oluşan "Çim Hokeyi" takımının şampiyonasına katılan; Türkiye Çim Hokeyi Federasyonu Başkanı Sadık Karakan, 'taş atan çocuklar' yarasına değinerek şöyle dedi: "Siz bu çocuklara sahip çıkmazsanız, birileri bu çocuklara sahiplik ediyor. Taş attırıyor, hırsızlık yaptırıyor, adam vurdurtuyor" Ve İl Valisi Mustafa Toprak; "Eğer o çocuklar başka yönlere olumsuz noktalara götürülüyor ve gelecekleri tahrip ediliyorsa, siliniyorsa o zaman fert olarak, ben vali olmak üzere buradaki herkesin, sorumlu bulunan herkesin bu noktada kanunen ne düşüyorsa yapmalıyız"
* * *
Velhasıl! Yaramızı biliyoruz. Neslimizin tahribatını ve gidişatının vahim durumunu. Reçeteyi de biliyoruz; sorunun çözümü hastalığın iyileştirilmesi, tedavi sistemi. Yetkili de, sorumlu da, vasıflı-vasıfsız da; durumdan haberdar. Öyle ise; "Bizi" değerlerimizden uzaklaştıran. Kavgayı ve şiddeti "duygunun yücesi" olarak enjekte eden. Düzen bozuculuğun "hikmeti" nedir? O da şudur; "Sevgisizliktir", teamülsüzlüktür, gerçeklerin idraksizliğidir. Hakların, inançların, dillerin ve dinlerin "inkârıdır". Çünkü; Şiddeti, kaosu ve kavgayı dayatırsan; "asilik" gelişir. Asi olan kişi de; düzene başkaldıran kişidir. Sokakta "taş" atan çocuğa "ömür çürütücü" hapis cezası verirsen. Onu "potansiyel suçlu ve devlet düşmanı" görürsen. Bilki yetişkinliği; "karşı gücün" güçlenip oluşmasıdır. Hele bir de; "üvey" evlat muamelesinde bulunursan. Dışlayan, kabul etmeyen, kapı önüne konulan bir evlat olarak görürsen.. "İşte o zaman" kin ve nefretle hep "anılırsın".. Güvenin ve samimiyetin olmaz. Olsa bile; "inanılmaz" olursun. Şevkat kucağını, şiddet kucağı olarak hep görür. 40 yıldır bu böyle! Akla ziyan olsa gerek; 40 yıl.. Ve öteki yıllar düşünülürse.. Bu zaman zarfında "kaç" nesil, kaç nesile "hayat" etabını yol haritası olarak göstermiş.
* * *
Bakınız; Bir okurum bu yönde mail atmış. Ders-i ibret içeren bir tabloyu ortaya koyarak şöyle diyor: ÇOCUKLARIMIZ Eğer bir çocuk eleştiri ile yaşarsa, Kınamayı öğrenir. Eğer bir çocuk düşmanlıkla yaşarsa, Savaşmayı öğrenir. Eğer bir çocuk alayla yaşarsa, Utanmayı öğrenir. Eğer bir çocuk utançla yaşarsa, Kendini suçlu hissetmeyi öğrenir. Eğer bir çocuk hoşgörü ile yaşarsa, Sabırlı olmayı öğrenir. Eğer bir çocuk teşvik ve onayla yaşarsa, Kendine güvenmeyi öğrenir. Eğer bir çocuk övgü ile yaşarsa, Değer vermeyi ve takdiri öğrenir. Eğer bir çocuk dürüstlükle yaşarsa, Doğruyu öğrenir. Eğer bir çocuk arkadaşlık içinde yaşarsa, Sevmeyi ve dostluğu öğrenir. Yani! Anlayacağınız. Nesil. Çocuklarımız "aynamızdır". Çünkü biz "neyin" idrakindeysek o da o idrakin hamuruyla pişer. Sonuçta; ortaya çıkan bu "pişen" hamurun ekmeği olur. Demek oluyor ki; "Duygunun yüceliği" olan insan sevgisine "ihanet" ediyoruz. Ve bu ihanet; "asırlardır" uygulanagelmektedir. Çıkmazımız da; "ihanetin" kanayan yara almasıdır. Boşuna değil; "Çocuk sevgisiyle" ah bir büyükler kucaklaşabilse demiyoruz. Onlar bu kucaklaşmayı "o duyguyla" gerçekleştirebilse! İnanın "kavganın, şiddetin, silahın, merminin, barutun" zerresi "hayat" bulmaz.