ORAKOĞLU VE GİZLİ YÜZLER?
Eklenme: 4/21/2009 12:00:00 AM

Taraf gazetesinden Neşe Tüzel'in "söyleşi" konuğu;

Emniyet İstihbarat Dairesi eski Başkanı Bülent Orakoğlu.

Sohbetin ana konusu "Ergenekon". Ve 12 dalganın 'yansıması'!

Malumunuz; "son dalga", insani ve hukuki 'noktada' kriz geliştirdi.

Neden Haberal 'gözaltına' alınıp tutuklandı? Türkan Saylan'ın "evi' neden arandı?

Bu konudaki 'fikrimi' bir önceki yazımda ifade etmiştim.

"Suç işleyemezler mi?" diye de sormuştum.

Suç işlemek için "illaki" genç mi olmak lazım?

İllaki; "elinde silah mı" bulunması gerekir?

Tabi şu 'nüansın da' göz ardı edilmemesi gerektiğini de söylemiştim.

"Ön yargılı olmamak, dereye girmeden paçaları sıvamamak gerekir" diye.

Bir de; "ateş olmayan yerden duman çıkmaz" atasözünü de hatırlatmıştım.

***

Neyse! Tüzel'in Orakoğlu ile yaptığı söyleşiye gelelim.

Orakoğlu'nu 'Şemdinli' vakasından tanırız. O dönemde "bir hayli" detay vermişti.

Derin devletin "nasıl" üreme gösterdiğini. Ve kimlerin "baş amiral" olarak misyon üstlendiğini.

İşte bu söyleşisinde de; yine böylesi "altı çizilecek" saptamalarda bulunuyor.

Hem de; "resimleri" yan yana getirerek.

28 Şubat "süreciyle" alakalı beyanatı üzerinde "çok düşünmek" gerekiyor.

Türkiye'nin "nasıl bir cendereden" geçtiğini alenileştirdiği gibi; Cuntacılar ve onları 'organize' eden beyin takımlarını deşifre ediyor?

Kimler "korudu", kimler hamiliğe soyundu. Olup-biteni "hasır" altı edenler.

Söyleşideki satır araları "kimin eli kimin cebinde" dedirtiyor.

Söyleşiyi bir kaç kez okudum. Hatta satır aralarına ilişkin 'beyin fırtınaları' geliştirdim.

Geçmişte olup-bitenleri de "filim" şeridi gibi gözlerimin önüne getirdim.

28 Şubat 'Kahramanları'(!) ve üstlendikleri görevlerde 'ortaya' koydukları tezler.

Kamuoyu'nun "süreç" içerisinde tanıdığı isimlerin ötesinde iki 'önemli' şahsiyet öne çıkıyor.

Biri Süleyman Demirel, ikincisi Necdet Sezer.

Demirel ve Sezer'in Türkiye 'tarihinde', tükettikleri zaman bir hayli önemli.

Halef-selef misali.

***

Bilemiyorum. Sizler bu önemli "söyleşiyi" okudunuz mu, okumadınız mı?

Ben yine de; "okumadığınızı" var sayıyorum. Ve bir kez daha bu kez birlikte okuyalım diyorum.

Tabi; söyleşi bir hayli uzun. Özetleyerek sizlere aktarırken; "düşünsel" anlamda gelişebilecek bir analiziniz olursa da; beklerim.

Birlikte 'mevzuya' katkı sunabiliriz.

Çünkü Ergenekon'un yapılanmasındaki 'maya' tamamen Güneydoğu'nun son "35" yılıdır.

Onun için de; Güneydoğu ve Ergenekon yapısı "aynı mayadan ve aynı hamurdan" gelmektedir.

Ne zaman ki; "rota" üreme ve mayalamanın "yapıldığı" coğrafyaya yönelirse; o zaman "meram" gün ışığına çıkar.

Halkanın "önemli" halkaları tamamlanmış olur.

Orakoğlu'na göre, Türkiye'deki 'Derin devlet', Amerika'daki 'yeraltı' oluşu aynı eksende gelişti.

Ve birlikte 'uzun yıllar', ülke sath-i mailinde faaliyette bulundu. Ama bugün de "iş bitti tasfiye başladı" diyor.

***

Bunun açılımını da şöyle dile getiriyor Orakoğlu:

"Çünkü dünyada yükselen değer demokrasi, insan hakları ve özgürlükler... Türkiye'ye de bu dünyada. Amerika tarafından bir rol biçiliyor. Türkiye'nin bu rolü üstlenebilmesi için şartlara uygun olması, temizlenmesi lazım. Hatırlayın, Başbakan Erdoğan 5 Kasım 2007'deki Amerika ziyaretinde Bush'la görüşmüştü. Ergenekon operasyonu Washington'daki o görüşmeden sonra başladı.

Orakoğlu Operasyonun 'geldiği" aşamayla alakalı da ilginç bir saplantı geliştiriyor.

"Dahası" var diyerek.

"Yargı ve polis, parlamento ayağı da çok eksik. Türkiye'deki Gladio dünyadaki Gladiolann en girift ve en ketum olanı. Bunu İtalyan savcı da, İtalyan Gladiosu'nun bir numarası olan eski Cumhurbaşkanı Francesca Cossiga da söyledi. Bir de sadece bizde ve Almanya'da Gladio kaldı."

Soru soruyor; 'Niye bizim ve Almanya'nın Gladiosu tasfiye edilmedi?' diye.

"-Gladio tipi yapıları kuranların henüz Türkiye'de işlerinin bitmemesiyle ilgili bu. Türkiye ve Almanya Ergenekonları arasında ciddi paslaşmalar, ilişkiler var zaten. Ergenekon'un yabancı servislerle ilişkileri ortaya çıkarılmalı. O zaman bazı kişilerin gizli servislerle ilişkileri çıkabilir."

***

İnsani ve hukuki "anlamda" toplumda ikilem yaratan Ergenekon'un "akademik" kanadıyla alakalı operasyonu da; Orakoğlu farklı bir dengede dillendiriyor.

Tabi Türkiye'de yaşanan "dört darbeyi de" hatırlatarak şöyle diyor:

"Bu darbeler 27 Mayıs 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat darbeleri. Dört darbe de soruşturulamadı ve bu darbelerin hepsinde hem 'askerî cenah' vardı, hem de Türkiye'yi istikrarsızlığa sürükleyerek darbe ortamına hazırlayan ve askeri kışkırtan bir 'sivil grup' vardı. Dört darbede de bu sivil grupların içinde üniversite çevreleri, medya, sivil toplum kuruluşları ve yargı yer aldı... Profesörlerin şimdi tutuklanmasına gelince...

28 Şubat eski darbeler gibi tamamlanamadı. 28 Şubat yarım kaldı. Dolayısıyla Ergenekon örgütü Sarıkız, Ayışığı adlarıyla darbe girişimlerine devam etti. Ama bunlar da başarılı olamadı. Çünkü TSK içinde konsensüs sağlanamadı ve Amerika'nın da izni alınamadı. Bunun üzerine Ergenekoncular, "darbenin medya, üniversite, sivil toplum kuruluşları bacaklarını örgütleyelim" dediler. Ve sivil toplum kuruluşlarına açıldılar. Düşünün... Atatürkçü Düşünce Derneği'nin yurtdışı bağlantısı ortaya çıktı. Ergenekon ne kadar dış güçlere karşı bir ideolojiye sahipmiş gibi gözüküyorsa da, aslında diş güçlerin kontrolünde bir yapıdır. Atatürkçü Düşünce Derneği'nin Amerika'dan parasal yardım aldığı ileri sürülüyor iddianamede.

***

Demirel ve Necdet Sezer'in 'Ergenekon' denilen mevzudaki "duruşlarıyla" alakalı Orakoğlu ince "mesajlar" aktarıyor.

İhtiyatlı biri olarak bilinen Demirel'in, Haberal ve Saylan'a 'gösterdiği' yaklaşımın sırrı nedir? Ve ne mesaj verilmek istendi?

Bu konuda Orakoğlu şöyle diyor:

"-Türkiye bir hukuk devleti olmak istedikçe, üst düzey bazı insanlar bunun karşısında bir görüntü vermeye çalışıyorlar. Demirel'in tavrı da darbelerin soruşturulmasını engellemeye yönelik böyle bir direnç. Ergenekon zihniyetine ve sistemine destek mahiyetinde bir hamle bu. Madem Demirel bu kadar devlet hassasiyeti olan biriydi, bizim 28 Şubat sürecinde tespit ettiğimiz Batı Çalışma Grubu cuntasının belgelerini niçin darbecilere verdi?

Biz, devletin seçimle işbaşına gelmiş en üst düzey yetkililerine demokrasi dışı bir hareketi bildirdik ama Demirel cunta belgesini Genelkurmay Başkanı Hakkı Karadayı'ya ya da İkinci Başkan Çevik Bir'e verdi. Ondan sonra da bizi hapse attılar. Çünkü Demirel cumhurbaşkanı olarak yapması gerekeni yapmadı. Cunta faaliyetinin ortaya çıkarılıp yargılanmasını istemedi. Oysa biz Ergenekon'un çok ciddi bir koluna ulaşmıştık. Ergenekon soruşturması o dönemde başlayabilirdi.

***

Gözaltına alınan ve tutuklanan Rektörlerin "hamisi" kimdi. Atamalarının altındaki "imza" kime aitti?

Tesadüfi sorusuna Orakoğlu "değil" diyerek cevap veriyor.

"28 Şubat'tan sonra yapılan bütün darbe girişimlerinde Ahmet Necdet Sezer hep cumhurbaşkanıydı. Bu boyut araştırılacaktır. Kimseyi suçlamak için söylemiyorum... İtalya'da 'bir numara' cumhurbaşkanı çıktı. Bunların bu bakımdan araştırılması gerekir.

Ergenekon operasyonunu engelleyen güçler, devletin en üst katlarına girmiş ve Ergenekon örgütü lehine devletin yetkilerini kullanabilen güçlerdir. Çünkü henüz deşifre olmadılar. Operasyonu zayıflatmak amacıyla bunlar savcıları yanlış yönlendirebilirler. Bunu raporlarla da yapabilirler. Savcılar dikkat etmeliler."

Sonuç itibariyle; Orakoğlu'na göre; Ergenekon'un 'beyni bir kişi' değil, 'Bir kurul'.

Bunu derken; "Daha çok dalga olur" demeyi de ihmal etmiyor.

Ve şu tehlikeye de dikkat çekiyor. "Eylemler kapasitesi" daha yüksek.

"Bunlar içeriye alındı ve eylemler durdu intibaı verilmeye çalışılıyor. Çünkü eylem yaparlarsa, esas ucun hâlâ dışarıda olduğu anlaşılacak. Demek ki gövde ya da beyin dediğimiz kısım, bu içeriye alınanları zaten feda etmiş durumda. Bu yüzden de güçleri olduğu halde eylem yapmamayı tercih ederler. Ama çok tahrik edilirlerse eylem yaparlar, onu da söyleyeyim!

***

Demem o ki; "yılanın başı" hala ezilmiş değil. Hukuk ve demokrasi, insan hakları "hala" tehlike altında.

Barış, kardeşlik, hoşgörü ve sevgi. Aydınlık yarınlar, gelişen Türkiye'nin "akıbeti" hala tehdit altında.

Onun için de; 'mevzulara' ideolojik 'saplantılarla' bakmak yerine; 'Değerleri' gözeterek.

Anti-demokratik yapıları da göz önüne getirerek; 'gerçeklerin' bilinmesinde samimiyet 'göstermeliyiz'.

Yoksa tüm bu "darbecilere" karşı yürütülen hukuki mücadele "boşa kürek" misali heba olacak.

Ve aynı zamanda "elde patlayan bomba" gibi; ülke vücuduna "hasar" verecek.

Türkiye bir 20 yıl daha "geriye" gidecek.

Yani bize ve Türkiye'ye yakışan; demokrasiyi, hukuku ve adaleti "bireyden topluma" yaşatmaktır.